Ay başından itibaren Meclis çalışmaya başladı. Öncelikle içerde ve dışarıda izlenen savaş politikasını resmileştiren savaş teskeresi çıkarıldı. Yetkililerin savaş nutukları, sınır boylarında sıkılı yumruk ve tehditlerle yapılan militarist şovlar eşliğinde, ezilenleri yakından ilgilendiren yasama çalışmaları devam ediyor. İktidara geldiği günden itibaren işçilerin, kamu emekçilerinin kazanılmış tüm haklarını bir bir ellinden alan AKP hükümeti, şimdi de […]
Ay başından itibaren Meclis çalışmaya başladı. Öncelikle içerde ve dışarıda izlenen savaş politikasını resmileştiren savaş teskeresi çıkarıldı. Yetkililerin savaş nutukları, sınır boylarında sıkılı yumruk ve tehditlerle yapılan militarist şovlar eşliğinde, ezilenleri yakından ilgilendiren yasama çalışmaları devam ediyor.
İktidara geldiği günden itibaren işçilerin, kamu emekçilerinin kazanılmış tüm haklarını bir bir ellinden alan AKP hükümeti, şimdi de kamu emekçilerinin en vazgeçilmez hakkı olan iş güvencesine göz dikmiş ve milyonlarca işçinin çalışma hayatını yeniden düzenleyen “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısını” Meclis gündemine getirmiş bulunmakta.
Bilindiği üzere, 1946’dan günümüze Türkiye’de, sendikal hak ve özgürlüklerle ilgili üç kanun uygulandı. Öncelikle 1946 yılında 4919 sayılı yasa ile sendikal yasak kaldırıldı. İlk yasa 1947’de 5018 sayılı İşçi ve İşveren Sendikaları ve Sendika Birlikleri Hakkındaki yasa ile sendikalar yasası kapsamına girenlere sendika hakkı tanındı. Bu yasal düzenlemeden sonra 1952 yılında Türk-İş devlet eliyle kuruldu.
İkincisi yasa, 1963 yılında kabul edilen 274 sayılı Sendikalar Yasası ve 275 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Yasasıdır. Bu yasa, 27 Mayıs 1960 darbesinin ardından 1961 Anayasası zemininde oluşturuldu. Bu kanun ile grev hakkı ve toplu pazarlık dönemi başladı. 274 sayılı Sendikalar Yasası, işyeri esasına göre örgütlenme konusunda bir sınırlama getirmiyordu. Dolayısıyla tek bir işyerinde işçileri örgütleyen bir sendika, işyerinde yetkili sendika olabilmiş ve toplusözleşme yapabilmiştir.
1980 12 Eylül darbesi, başta DİSK olmak üzere sendikal hareketi kıpırdayamaz hale getirdi. DİSK kapatıldı. Yöneticileri cezaevine atıldı.
Sendikal haklar konusunda son düzenleme 1983 yılında kabul edildi. 2821 sayılı Sendikalar Yasası, 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt yasaları da 1982 Anayasasına uygun düzenlendi. Söz konusu düzenleme, sendikaların sınıf mücadelesindeki gücü ve etkinliğinin darbeyle etkisiz hale getirilmesinin ardından oluşan durumu korumayı hedefliyordu. Yeni mevzuatla mücadeleci sendikacılığın önü kesilirken, toparlanmasına izin verilmezken, devlet güdümlü sendikacılığın önü açılıyordu. Darbe sonrası yapılan düzenleme 24 Ocak 1980 kararları ile çizilen ekonomik politikalara ters düşmeyen, zayıf, denetlenebilir bir sendikal düzen öngörüyordu. Bu öngörünün büyük ölçüde başarıya ulaştığını söylemek mümkün.
12 Eylül hukukunun devamı olarak: Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı
20 Eylül 2012 tarihli gazeteler, işçi ve işveren temsilcilerinin Başbakanlık resmi konutunda bir araya gelip “Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı” ile ilgili görüştüklerini ve mutabakata vardıklarını yazıyordu. Konuttaki görüşmeye TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu, Türk-İş Genel Başkanı Mustafa Kumlu, Hak-İş Genel Başkanı Mahmut Arslan, TİSK Başkanı Tuğrul Kudatgobilik ile Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik de katılmıştı.
Görüşme sonrası açıklama yapan Faruk Çelik, yüzde 3 barajının görüşmede gündeme gelip gelmediğinin sorulması üzerine, geçişli bir sistem üzerinde mutabık kaldıklarını belirterek, “Ana baraj yüzde 3 olacak. Fakat ilk dört yıl için yüzde 1, daha sonra 2 yıl için yüzde 2 ve nihai baraj da yüzde 3 olarak yasada yer alacak” diye konuşmuştu.
Meclis açılır açılmaz gündeme alınan ve görüşülmeye başlanan Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanunu Tasarısı ile ilgili iki haftadır yapılan görüşmelerde ilk 30 madde kabul edildi.
İşkolu sayısı 28’den 20’ye düşürüldü
Kabul edilen düzenlemelerden biri de 28 olan işkolu sayısının 20’ye düşürülmesi oldu. Böylece sendikaların toplu sözleşme yetkisi daha da zora sokuldu. Bir başka deyişle işkolu birleşmelerinden kaynaklı olarak sendikaların toplu sözleşme yetkisi kazanmaları için gerekli işçi sayısı artırılmış oldu.
Sendikal faaliyete iş güvencesi ve sendikal güvence tanınmadı
Tasarıda, Türkiye’de çokça yaşanan sendikal faaliyetler nedeniyle işten atmaları engelleyecek herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Sadece sendika işyeri temsilcilerine sınırlı olarak çeşitli güvenceler getirilmiş, sendikalaşan işçilerin işten atılmasını engelleyecek, hatta yasaklayacak herhangi bir düzenleme yapılmamıştır.
30 ve daha az işçi çalıştıran işyerlerinde işçilerin sendikal nedenle işten atılmaları halinde işe iade davası açma haklarını düzenleyen fıkra tasarıdan çıkarılarak işçilerin sendikal tazminat alma hakları ortadan kaldırıldı. Söz konusu düzenlemeyi ifade eden ”sendikal özgürlüğün güvencesi” başlıklı 25. madde kabul edilerek 30’dan az işçi çalıştırılan işyerlerinde örgütlenmenin önü kesildi. Milyonlarca işçinin temel insan hakkı olan örgütlenme özgürlüğü ellerinden alındı.
Yapılan bir başka düzenlemede de sendika ve konfederasyonların mali denetimini mali müşavirlere bırakıyor.
Görüşmelere 16 Ekim Salı günü devam ediliyor. Barajlarla ilgili kritik maddelerin de aynı gün görüşülmesi bekleniyor.
Tasarıda işkolu, işyeri ve işletme barajları ağırlaşarak devam ediyor: Sendikalar kapatılıyor
Şu anda işçi sendikaları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının verilerine göre yetkili sayılıyor. SGK verilerine göre işçi sayısının yaklaşık 11 milyon, sendikaların üye sayısının ise yaklaşık 885 bin kişi olması nedeniyle, tasarıda öngörülen barajlarla 29 sendikanın kapısına kilit vurulacak.
SGBP’nin araştırmasına göre; “2012 yılı itibariyle SGK verilerine göre işçi sayısı yaklaşık 11 milyon kişidir. Sendikalarda örgütlü işçi sayısı yaklaşık 885.000 kişidir. Toplu sözleşme kapsamındaki işçi sayısı da 580.000 kişidir. Görüldüğü üzere Türkiye’de sendikalaşma oranı % 5’lere kadar düşmüştür. Kamuda örgütlü işçi sayısının belediyeler de dâhil olmak üzere yaklaşık 360.000 civarında olduğu göz önüne alınırsa özel sektörde örgütlenme oranı % 2 oranına kadar gerilemiş durumdadır.” (10 Nisan 2012 SGBP Basın Açıklaması)
Böylesi vahim bir tablonun yaşandığı bir ortamda kapalı kapılar ardında toplantılar yaparak hükümetle mutabakat yapan Türk-İş ve Hak-İş’in oynadığı rol tam anlamıyla işçi sınıfına ve mücadelesine ihanettir. Normalinde bir sendikacının (sıfır baraj) barajsız, yasaksız, özgür toplu pazarlık ve grev hakkını savunması gerekirdi.
Türk-İş ve Hak-İş’i arkasına alan hükümet ise Sendikalar ve Toplu İş Sözleşmesi Kanun Tasarısını sözde “yeni” bir yasal düzenleme, bir “reform” olarak gösteremeye çalışıyor. Oysaki söz konusu Kanun Tasarısı, 2821 ve 2822 sayılı yasaları özgür ve demokratik bir örgütlenme ve toplu pazarlık hakkı kurma hedefinin oldukça uzağındadır. Tasarıyla yeni hak ve özgürlükler tanınmadığı gibi mevcut olanlar da alınmak isteniyor.
Yüzde 10 iş kolu barajı, yüzde 1’e (geçişli baraja, %1-2-3) düşürülmüş ve en az 2 bin üye şartı getirilmiştir. Bu değişiklikle kamuoyunda olumlu bir düzenleme yapılıyor havası yaratılmak istenmiştir. Ancak iş kolu sayısının 28’den 20’ye düşürülmesi, yüzde 50+1 işyeri ve yüzde 40+1 işletme barajının getirilmesi ile birlikte (SGK verileri de hesaplanarak) düşünüldüğünde yaşanan sorunlara çözüm getirilemeyeceği gibi sendikal hakların daha da budanacağı açıktır.
Tasarıda, şu anda toplusözleşme yetkisi olan sendikal
ara yüzde 3 barajını geçmeleri için 5 yıl süre verilmiş olması da sorunu çözmemektedir: Mevcut yasakçı yapıyı koruyan ve artıran düzenlemelerle, iş kolu barajının altında kalan sendikaların bu süre içinde üye sayılarında ciddi bir artış yaşanması oldukça zordur.
Yeni grev hakları getirilmiyor, grev yasakları genişletiliyor
AKP’nin 12 Eylülün yasakçı zihniyetinden geri kalmadığının en somut kanıtı, tasarıda yer alan grev ertelemesi düzenlemesinin fiilen grev yasağına dönüşmüş olmasıdır. Toplu İş İlişkileri Yasa Tasarısının 63. maddesinde “Karar verilmiş veya başlanmış olan kanuni bir grev veya lokavt genel sağlığı veya milli güvenliği bozucu nitelikte ise Bakanlar Kurulu bu uyuşmazlıkta grev ve lokavtı altmış gün süre ile erteleyebilir” denilmektedir.
Düzenleme 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile hemen hemen aynıdır. Ancak 12 Eylül ürünü olan 2821 sayılı Kanun’un ilgili maddesinde”Bakanlar Kurulunun erteleme kararları aleyhine Danıştay’da iptal davası açılabilir ve yürütmenin durdurulmasına karar verilmesi istenebilir” hükmü yer alırken, tasarıda bu düzenlemeye yer verilmemiştir. AKP hükümeti daha da ileri giderek erteleme süresi içinde uyuşmazlığın Özel Hakem ya da Yüksek Hakem Kurulu tarafından çözülmemesi halinde işçi sendikasının yetkisinin düşeceğini belirterek, grev ertelemesini açıkça grev yasağına dönüştürerek, 12 Eylülcüleri bile aratıyor.
Halbuki başta Erdoğan olmak üzere AKP’li yetkililer 2010 yılı 12 Eylül Anayasa referandumu öncesi farklı bir dil kullanıyorlardı. Medya aracılığıyla sendikal hak ve özgürlüklerin genişletileceği, grev hakkının önündeki yasakların kaldırılacağı propagandası yapılarak emekçilerden “Evet” oyu vermeleri isteniyordu.
Söz konusu propagandaların yapıldığı gazetelerden biri de “Zaman” gazetesiydi. 3 Ağustos 2010 tarihli Zaman gazetesi, “12 Eylül referandumu ne getiriyor?” başlığı altında yapılan haberde, “Referanduma sunulacak paketin demokrasi için köklü reformlar getireceği”ni ifade ediyordu. “Sendikal özgürlükler genişletiliyor” alt başlığıyla “Grev hakkı” ile ilgili yasakların nasıl kalkacağına dair şu satırlar yazılıyordu: “Grev hakkına getirilen kısıtlama kaldırılıyor. Grev esnasında meydana gelen olaylardan sendikanın sorumlu olacağına yönelik hüküm Anayasa’dan çıkarılıyor. Siyasi amaçlı grev ve lokavt faaliyetlerine ilişkin yasaklar da kaldırılarak çalışanlar lehine iyileştirmeye gidiliyor. Greve katılan işçilerin ve sendikanın kasıtlı veya kusurlu hareketleri sonucu grev uygulanan işyerinde sebep oldukları maddi zarardan sendika sorumlu tutulamayacak. Siyasi amaçlı grev ve lokavt, dayanışma grevi ve lokavtı, genel grev ve lokavt, işyeri işgali, iş yavaşlatma, verim düşürme ve diğer direnişlere ilişkin yasaklar tamamen kaldırılacak.”
Grev yasaklarının kaldırılması bir yana hava yollarında olduğu gibi yasak kapsamı genişletildi. 30 Mayıs 2012 tarihinde TBMM Genel Kurulu’nda kabul edilen düzenlemeyle Toplu İş Sözleşmesi, Grev ve Lokavt Kanunu’nda grev ve lokavt yapılamayacak iş yerleri listesine ‘havacılık hizmetleri’ de alındı. Ve bu yasak şu anda Meclis’te görüşülen Tasarının kanunlaşması beklenmeden apar topar bir düzenlemeyle (6321 sayılı torba yasa) ile yapıldı.
Görüşülen Tasarıda, sendikal özgürlüğün temel taşlarından olan grev hakkının kullanılması, sadece toplu iş sözleşmesinde uyuşmazlık durumunda uygulanacak sınırlı bir hak olarak tanınmıştır. Genel grev, siyasal amaçlı grev, dayanışma grevi ve grev yasaklarının kaldırıldığı söyleminin koca bir yalan olduğu görülmüştür. Tasarıda grev çadırı kurulmasına bile izin verilmiyor.
Yönetici sayısı sınırlandırılıyor, bürokrasi güçlendiriliyor
Tasarısı’nın 9. maddesinde sendika genel merkez yöneticilerinin sayısı en az 3 en fazla 9 ile aynen korunurken, konfederasyon yöneticilerinin alt sınırı daha önce olduğu gibi 5 ile sınırlandırılıp, üst sınır 29’dan 22’ye düşürülüyor. Sendikal bürokrasiyi güçlendirmek için şube yöneticileri sayısı önceden en az 3 en fazla 9 iken, üst sınır 5 ile sınırlandırılıyor. Şube yöneticileri sayısına getirilen sınırlandırma ile şubelerin etkinliği azaltılmak ve sendikal bürokrasi daha da güçlendirilmek isteniyor.
Öte yandan “yetkiye” ilişkin getirilen Geçici 6. Madde ise, örgütlenme özgürlüğüne ve toplu pazarlık hakkının kullanımına ilişkin gükümete yeni bir müdahale biçimi ve hakkı getirmektedir. Geçici 6. Madde ile 5 yıl boyunca herhangi bir işçi konfederasyonuna üye olmayan bağımsız sendikalar için işkolu barajının % 3 olarak uygulanmasına ilişkin düzenleme getiriliyor. Örgütlenme özgürlüğünün kullanılmasında konfederasyon üyesi sendika ile herhangi bir konfederasyona üye olmayan sendika eşit haklara sahip örgütler olarak görülmüyor. Bu düzenleme Anayasanın”eşitlik” ilkesine de aykırıdır.
Söz konusu Geçici Madde de vahim bir durum daha var: Kanunun yayım tarihinden itibaren 4 yıl süreyle %1 olan işkolu barajının, % 3 ile % 0,5 arasında belirlenmesine ilişkin Bakanlar Kurulu’na “yetki” tanıyan düzenleme yapılıyor. Böylece “barış ve huzuru” bozanlara %3 barajı uygulanırken, kendi yandaşlarına ise % 05 baraj uygulanabilecektir. Hükümete tanınan bu yetkiyle özgür toplu pazarlık hakkı açıkça çiğnenmekte, vesayetçi ve hükümet müdahalesi yaratan bir düzenleme yapılmaktadır. Bu yaklaşım, yasama yetkisinin hükümete tanınmasıdır. Ve bu yetkinin sendikaya göre keyfi olarak kullanılmasıdır. Bu düzenleme ILO (normlarına göre baraj binde üç’tür) sözleşmelerine ve Anayasa’ya da aykırıdır
Toparlayacak olursak Tasarı, işkolu, işyeri ve işletme barajlarını koruyor. Toplu sözleşme hakkını, tüm işçilerin kullanabileceği bir hak olarak tanımıyor. Yetki uyuşmazlıklarına çözüm getirmiyor. Genel grev, hak grevi dahil bütün grev engelleri, yasakları ve grev ertelemelerini sürdürüyor. Zorunlu tahkimi koruyor. Sendikalara ve toplu sözleşme düzenine devlet müdahalesini ve baskısını ortadan kaldırmıyor. Sendika üyeliğin ve temsilciliğin güvencesini sağlamıyor. Böyle bir yasa iddia edildiği gibi “reform” olarak nitelendirilebilir mi?..
DİSK’in yaptığı araştırmaya göre bu yasa tasarısı geçerse; “Mevcut sigortalı işçilerin %57’si toplu sözleşme yapacak sendika bulamayacak. 7 sektör baraj altında kalacak. Sayıları 6 milyon 298 bin kişiyi bulacak inşaat, turizm, sağlık, taşımacılık, ticaret/büro/eğitim, basın ve liman işçileri için toplu sözleşme bir hayal olacak! Yasa uygulanmaya başlandığında %1 barajıyla 10 sendika, %2 barajıyla 13 sendika, %3 barajıyla 6 sendika baraj altında kalacak. Yani toplu sözleşme yetkisi olan mevcut sendikaların yarısından fazlası, 6 milyon 298 bin kişiyi temsil eden 29 sendika toplu sözleşme yapamayacak. 8 sektörde tek sendika egemenliği kurulacak ve 2 milyon 868 bin sigortalı işçi (yani %26’sı) tek sendikaya üye olmak zorunda kalacaklar.”
AKP hükümetinin ILO normlarına ve Avrupa Sosyal Şartı’na rağmen bu yasayı çıkartmak istemesinin en önemli nedeni, militan, mücadeleci, devrimci sendikal anlayışların önünü kesmek, güdümünde olmayan sendikaları tasfiye etmek, hükümetin arka bahçesi olan bürokratik sendikal yapıları geliştirip korumaktır.
Bütün bu gerçekler şüphesiz ki sürpriz ve bilinmiyor değildir. AKP’nin nasıl bir düzenleme yapmak istediği konuyla ilgili herkes tarafından biliniyor. Ama bu gerçeklerin bilinmesi yetmiyor. Ne yazık ki Tasarıyla ilgili işyeri çalışmaları yeterince yapılmadı. Tasarının içeriğinin, getireceği hak kayıplarının
, işçilere anlatıldığını ve bu temelde örgütlenmeye çalışıldığını söylemek doğru olmayacaktır. DİSK ve SGBP’nin yaptıkları eylemlere, geliştirdikleri direnişlere, sınırlı sayıda üyelerini katabilmelerinin nedeni de budur.