Suriye’ye saldırma konusunda çok hevesli olan AKP, aktif bir taşeron olarak Türkiye’nin emperyalizmin hizmetinde olduğunu göstermek ve bölgedeki gücünü arttırmak istiyor. Özgürlük naralarıyla Suriye politikasını meşrulaştırmanın peşinde olan AKP’nin anlattığı bu masal nedense bize çok tanıdık geliyor. Çünkü Türkiye bu özgürlük ve kardeşlik masalıyla tam 38 yıldır Kıbrıs’ta emperyalizme hizmet ediyor. Kiralık ada kıymete biner […]
Suriye’ye saldırma konusunda çok hevesli olan AKP, aktif bir taşeron olarak Türkiye’nin emperyalizmin hizmetinde olduğunu göstermek ve bölgedeki gücünü arttırmak istiyor.
Özgürlük naralarıyla Suriye politikasını meşrulaştırmanın peşinde olan AKP’nin anlattığı bu masal nedense bize çok tanıdık geliyor. Çünkü Türkiye bu özgürlük ve kardeşlik masalıyla tam 38 yıldır Kıbrıs’ta emperyalizme hizmet ediyor.
Kiralık ada kıymete biner
1878 yılında Rus tehlikesine karşı Osmanlı İmparatorluğu tarafından yıllığı 87.676 sterline Britanya İmparatorluğu’na kiralanan Kıbrıs, 24 Temmuz 1923 Lozan antlaşması ile Türkiye’nin Kıbrıs üstündeki haklarından feragat etmesi sonucu resmen bir İngiliz kolonisi haline gelir.1950’li yılların ikinci yarısına kadar Türkiye ile Kıbrıslı Türklerin resmi bir iletişimi yoktur. 2. Paylaşım Savaşı sonrası Kıbrıs, emperyalizm içi rakiplerin mücadele alanıdır. 2. Paylaşım Savaşı’ndan emperyalizmin yeni gücü olarak çıkan ABD, İngilizleri klasik sömürgecilik yöntemlerini terk edip kendi yeni sömürgeci anlayışını kabul ettirmek için adadaki ulusal sorunu İngilizler aleyhine bir siyasi krize çevirmekte son derece başarılıdır. ABD, klasik sömürgeciliği krize sokacak olan Enosis (Kıbrıs’ın Yunanistan ile Birleşmesi) talebine EOKA üzerinden destek verirken İngilizler de hem kendi çabalarıyla hem de Türkiye üzerinden Kıbrıslı Türkleri Kıbrıslı Elenlerin karşısına çıkarır. Türkiye’den gizlice gönderilen Özal Harp Dairesi uzmanları kısa sürede yeterince milliyetçi olmayan Kıbrıslı Türkleri milliyetçileştirme politikasına başlarlar. Köy isimleri 58’lerden itibaren değiştirilir. Elence (Rumca) konuşmak artık dayak ve para cezası sebebidir. İki halkın kardeşliğini savunan solcular ise tek tek öldürülmeye ya da adayı terk etmeye başlar. Türkiye’de yaşanan 6-7 Eylül olayları gibi gelişmelerle yükselen “Kıbrıs Türk’tür” sloganı gibi propagandalarla Kıbrıs artık Türkiye’nin “Milli Meselesidir”.
Zaman içinde İngilizlere karşı ABD’nin galip çıktığı bu mücadelede Kıbrıs, 1960 Cumhuriyeti ile sözde bağımsız bir devlet haline gelerek emperyalizmin bir yeni sömürgesi olur. ABD, istediği sonucu alırken taşeronlar üstündeki ağırlığını da arttırır. Zamanla toplumsal çatışmaların yeniden yükseldiği ve Makarios’un cunta yönetimi altındaki Yunanistan’a karşı çıktığı koşullarda, Kıbrıs yeniden emperyalizm için bir kriz haline gelir. 15 Temmuz darbesiyle Makarios’u devirmeye çalışan emperyalizmin taşeronu Yunanistan bu amacında başarılı olamaz ve bir diğer taşeron Türkiye devreye girerek emperyalizmin Kıbrıs’taki sorunun çözer. Böylece Türkiye 74’ten bu yana aktif bir taşeron olarak Kıbrıs’ın kuzeyine emperyalizmin çıkarlarına göre şekil vermek için adaya yerleşir. Aynı durum belli başlı farklılıkları ile beraber Kıbrıs’ın güneyinde de Yunanistan için geçerlidir.
Paradigmanın iflası: Türkiye Kıbrıslı Türkler için gelmemiş!
Barış ve kardeşlik naralarıyla 20 Temmuz 1974’te Kıbrıs’a müdahale eden TC, Kıbrıslı Türkleri kurtarma vaatleriyle adanın kuzey yarısında denetimi eline alıyordu.1974’ten günümüze değin emperyalizmin taşeronu Türkiye tarafından kontrol edilen adanın politik kuzeyinin atmosferi de Türkiye’nin politik seyrine göre bir profil çiziyor. 2000’lere kadar milliyetçi tarafı ağır basan iktidarların altında olan Türkiye, Kıbrıs’ı hem milliyetçi-ulusalcı bir anlayışla yönetiyor hem de kendi milliyetçi politikalarına bir malzeme olarak kullanıyordu.
Üretimden koparma politikalarıyla ekonomik olarak iyice kendine bağımlı hale getirdiği Kıbrıslı Türk halkını bir yandan geçekleştirdiği Türkçüleştirme politikalarıyla asimile ediyor. Pasaportla girişi kaldırarak kimlikle girişi yasallaştıran ve adaya yoğun bir Türkiyeli nüfus pompalayan TC, bu göçmen kesimleri bir taraftan asimilasyon sürecinin parçası olarak kullanıp diğer taraftan da halktan gelebilecek bir olası karşı çıkışa karşı(adada bulunan 40 bin TC askeri ile beraber) fiili güç olarak kullanıyor. Ayrıca ekonomik olarak üretimsizlikten kaynaklanan sorunlarla boğuşan Kıbrıs’ın kuzeyine gelen bu göçmen dalgası, gayri insani koşullar altında yaşamaya mahkum edilerek kuzey Kıbrıs’taki en yoksul kesimleri oluşturuyor. Kıbrıslı Türkler ve Türkiye’den gelen göçmenler arasındaki farklılıkları kendi lehine kışkırtan TC, kendine karşı oluşacak toplum içindeki bir birliği bu şekilde engellemeye çalışıyor.
Böylece hem Kıbrıslı Türk halkı hem de adaya Türkiye’den gelen göçmenler yaşadıkları ürettikleri bu coğrafyada sözde devlet olan bir kukla tiyatrosuyla kısır bir döngü içerisine hapsedildi. Bu durum hali hazırda adada var olan ulusal sorunu daha da karmaşıklaştırarak ada halklarının kardeşleşmesi ve barış sorununu daha da komplike bir hale getirdi. Öte yandan Kıbrıs’ın kuzeyi kumarhane ve seks işçiliği gibi “pazarlarla” mafya ve kara para aklayan benzeri yapılanmalar için muazzam bir serbest bölge haline aldı.
Ve AKP iş başında
2002 yılında Türkiye’de iktidara AKP’nin gelmesi Kıbrıs için de çok şeyi değiştirdi. Her şeyden önce AKP, Kıbrıs Sorunu’nda izlediği politikayla muazzam bir ilizyon yarattı. AKP’nin yarattığı bu ilizyon, Türkiye’nin 30 yıllık tezlerini değiştirdiği ve artık Kıbrıs’ta barış istediğine dairdi. Bu ilizyon, başını Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin(CTP) çektiği sol liberal çevrelerde inanılmaz bir umut yarattı. Ancak gözden kaçırılan nokta, Türkiye’deki bu karakter değişikliğinin emperyalizmin çıkarları ile doğrudan ilgili olduğuydu. Eski milliyetçi söylemin yerini Liberal İslam söylemi alıyordu ve bu tamamı ile emperyalizmin “Yeni Türkiye’ye” yüklediği misyon ile ilgiliydi. Ergenekon gibi süreçlerle oligarşi dışına itilen eski milliyetçi -ulusalcı çevreler yerini tarikatçı-cemaatçi çevrelere bırakıyordu. Bu değişim kendini ister istemez Kıbrıs’ın kuzeyinde de gösterdi.
Sünnileştirme saldırısı
Annan planının malum sonucu ile beraber bu Liberal-İslamcı çevreler ağırlığını yavaş yavaş hissettirmeye başladı. AKP özellikle göçmen çevreler üzerinden bir Sünnileştirme dalgası başlattı. Bunun başlıca sebebi göçmen kesimlerin ekonomik ve kültürel olarak iyi bir başlangıç ortamı sunmasıydı. Zaten 90’ların başından beri Kıbrıs’ın kuzeyinde dershaneler ve üniversite öğrencileri üzerinden örgütlenen Gülen Cemaati sayesinde uygun bir zemine sahipti. 2008 yılında yoğunlaşan Kuran kursları ve yaz gezileri ile göçmen çocukları ve ailelerini rahatça etki altına alındı. Zaten ekonomik olarak çok zor koşullarda yaşayan bu göçmen kesimler çocuklarıyla ilgilenecek durumda değildi ve bu, İslamcı çevreler tarafından rahatça istismar edildi.
Dönem CTP iktidarıydı ancak AKP ile adeta bir balayı yaşayan CTP halkın tüm tepkisine rağmen AKP ile bozuşmak niyetinde değildi. Ailelerin kandırılarak tatil bahanesiyle yüzlerce çocuğun Türkiye’ye dini kurslara tabi tutulduğu ve ailelerin bunu öğrenmesiyle birlikte oluşan bir krizin yaşandığı ortamda dönemin CTP başkanı ve Başbakan Ferdi Sabit Soyer “Ha tenis kursu, ha Kuran kursu” diyerek mevcut krizin üstünü örtüyordu. Bu gerici saldırı dalgası UBP döneminde de artarak devam ediyor. Kuran kursları artarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullara yayıldı. Öte taraftan Haspolat bölgesinde bir İlahiyat Koleji inşaatına başlandı. Adı Hala Sultan İlahiyat Koleji olacak olan bu kolej için peşkeş çekilen arsa Kıbrıs İlim, Ahlak ve Sosyal Yardımlaşma Vakfı (KİSAV) gibi adı sanı duyulmamı
ş bir cemaatçi yapıya senelik 100 TL bedelle 30 yıllığına kiralandı. Bahsi geçen İlahiyat Kolejinin temeli Beşir Atalay tarafından atılması resmin bütünü göstermektedir. İlk kayıtlarını bu yıl alan kolej, inşaat tamamlanana kadar Lefkoşa’daki Türk Eğitim Derneği (TED) Koleji’nde faaliyet yürütecek. Öte yandan yine Haspolat’taki meslek lisesinde tüm protestolara rağmen İlahiyat bölümü açıldı. Bu bahsedilen örnekler yaşanılanların küçük bir özeti niteliğindedir. Özellikle yoksul ve göçmen kesimler içerisinde örgütlenmeye çalışan İslamcı çevreler AKP iktidarıyla beraber Kıbrıs’ta da inanılmaz bir rahatlama ortamı yakaladı. AKP, bir anlamda yarattığı mağduriyeti kendi lehine çevirerek bir avantaj haline getirdi.
Neoliberal saldırı dalgası
Türkiye’deki Özal iktidarı ile başlayan Kıbrıslı Türklerin üretimden koparma politikaları, Özal’ın mirasçısı olduğunu her fırsatta dile getiren AKP tarafından da devam ettiriliyor. Emperyalizmin Ortadoğu’daki pilot ülke ve partisi olan Türkiye’deki AKP iktidarı, liberal görüşü benimsemiş ılımlı İslam’a dayalı bir İslam coğrafyası yaratmak için bir örnek teşkil ediyor. Fas’tan Mısır’a, Tunus’tan Libya’ya kadar yaratılan bir Erdoğan ve AKP miti ile bu amaç meşrulaştırılmaya çalışılıyor. İslami bir dalga altında sermaye yanlısı halk düşmanı politikaları uygulamaya sokan AKP yoksullaştırma politikalarını manevi duygularla örtbas etmek niyetinde.
Kıbrıs’ta bu seyir çok farklı değil. Yolladığı çeşitli ekonomik paketlerle biz Kıbrıslı Türkler için Avrupa’nın Troyka’sından farksız olan AKP halkı tam bir yıkıma sürüklemek istiyor. CTP hükümeti döneminde başlayan ve kabul edilen, UBP döneminde de hız kesmeden ve hatta artarak devam eden ekonomik paketler kadınların yıpranma payından, emeklilik yaşının yükseltilmesine, emeklilerden vergi kesilmesinden hastanelerin sigortalılarda dahil herkese paralı hale getirilerek piyasalaştırılmasına, devlet kurumları ve bir çok kamu iktisadi işletmenin (KİT) özelleştirilmesine kadar onlarca halk düşmanı politikayı barındırıyor. Bu paketlerle birlikte devlete ait Kıbrıs Türk Hava Yolları (KTHY) batırıldı. Devlet Havalimanı 25 yıllığına Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Taş Yapı İnşaat’a verildi. Ayrıca, Doğu Akdeniz İlkokulu ve Koleji Gülen Cemaati’ne yakınlığı ile bilinen Doğa Kolejine peşkeş çekildi. Öte yandan yine Erdoğan’a yakınlığı ile bilinen Bulut İnşaat sahibi Temel Bulut Erdoğan’ın çağrısını tekrar edercesine Girne’de yaptırdığı inşaatlarda 3 çocuklu ailelere yüzde 33’lük indirimle daire veriyor. Son dönemlerde asrın projesi olarak sunulan Türkiye’den Kıbrıs su taşınması yoluyla suyun metalaşmasının önü açılıyor. Uzun bir süredir direnişlerle şu ana kadar engellenen ancak egemenler tarafından sürekli farklı kılıftaki projelerle yeniden bize dayatılan Petrol Dolum Tesisi projesi ise tüm adayı tehdit eder nitelikte. Tüm bu yıkım projeleri doğanın tahribatını da beraberinde getiriyor. Kısacası AKP dayattığı yıkım politikalarıyla yalnız Kıbrıslı Türk halkını yoksullaştırmakla kalmıyor aynı zamanda Kıbrıs’ın kuzeyini yandaş sermaye için çok avantajlı bir pazar haline getirdi.
Sonuç
Türkiye’nin AKP dönemi Türkiye’de olduğu kadar Kıbrıs için de yoksullaşma demek. Omurgasız bir halk yaratmak peşinde olan neoliberal-İslamcı bu dalga, bizim için bir çok yeni tepkilere gebe. Kıbrıs’ın kuzeyi özellikle son beş yılda toplumsal muhalefet açısından önemli ilkler yaşadı. Polis barikatlarını aşılması, biber gazlarına rağmen direnişler, Annan Planı dönemine özgü sanılan 60 bin kişilik mitingler düzenlemesi, TC’li yetkililerin adaya gelişlerinde protesto edilmesi ve özellikle 19 Temmuz 2011’de Erdoğan’ın Kıbrıs’a gelişi sırasında yaşanan polis şiddeti… Tüm bu saydıklarım da Kıbrıslı Türk solu ve muhalefeti için yeni ve ilk niteliğinde. Bu olumsuz atmosfer ortamında direnişin de geliştiğini açıkça belirtebiliriz. Ancak sistemi sarsan bir muhalefet örebilmemiz kapitalizmin neoliberal dönemini ve onun bir ürünü olan AKP’yi doğru çözümlememize bağlı. Kıbrıs’ın güneyinde de farklı sorunlar var. Tüm bu farlı koşullar altında Kıbrıs’ın yeniden birleştirilmesi ve bağımsızlaşması sorunu kolay bir mücadele değil. İşimiz çok zor. Fakat kapitalizmin yeniden çatırdamaya başladığı şu dönemlerde “gerçekçi olup imkansızı istemekten” başka da bir çare yok.
Ali Şahin
Baraka Aktivisti