Bir yandan müzakere masasına oturarak iktidarını tehdit eder hale gelen savaşı durdurmak, öte yandan dokunulmazlıkları kaldırmak ve KCK operasyonları adı altında legal mücadeleyi daha da daraltmak. Bu çıkmaz bir yoldur. Savaş politikasında ısrardır Eskiden “Teröristle mücadele, uzantısıyla müzakere” laflarını bol bol tekrar eden Erdoğan, şimdi “Teröristle müzakere, uzantısıyla mücadele” diyor… 17 Eylül 2012 tarihli Akşam […]
Bir yandan müzakere masasına oturarak iktidarını tehdit eder hale gelen savaşı durdurmak, öte yandan dokunulmazlıkları kaldırmak ve KCK operasyonları adı altında legal mücadeleyi daha da daraltmak. Bu çıkmaz bir yoldur. Savaş politikasında ısrardır
Eskiden “Teröristle mücadele, uzantısıyla müzakere” laflarını bol bol tekrar eden Erdoğan, şimdi “Teröristle müzakere, uzantısıyla mücadele” diyor…
17 Eylül 2012 tarihli Akşam Gazetesi’nin ana sayfa manşeti Başbakan Erdoğan ile Sırrı Sakık’ın diyalogundan söz ediyordu. Habere göre, intiharına tanık olduğu oğlu Sedar Sakık ile ilgili derin acı yaşayan Sırrı Sakık, olayın yaşandığı gün Erdoğan’dan taziye telefonu alıyor. Sakık’a telefon açıp “başsağlığı” dileğinde bulunan Erdoğan’ın “Sizin için yapabileceğim bir şey var mı?” diye sorması üzerine, Sakık, “Sizden şahsi bir isteğim yok… Evlat acısı çok ağır… Bu savaşı bitirin kimse evlat acısı çekmesin” demiş. Erdoğan’ın yanıtı ise: “Ben elimden geleni yaptım, ancak karşılık bulmadı” olmuş. Yani savaşa devam edeceklerini açıklamış.
Peki, AKP ne yaptı da karşılık bulmadı. Erdoğan ve diğer yetkililer “neler yaptıklarını” yandaş medya güzellemeleriyle defalarca açıkladılar. Kürtçe TV yayınını ve benzeri (mücadelenin zorlamasıyla atılan) adımları örnek gösterip Kürtlerin bununla yetinmesini istediler. Son dönemlerde Kürtçe seçmeli dersten söz etmeye başladılar. Erdoğan, Sakık’la görüşmesinden üç gün önce 14 Eylül 2012 tarihli Sabah Gazetesi’nde Kürtçe seçmeli ders ile ilgili şu açıklamayı yapıyordu: “Kürtçeyi seçmeli ders yaptık onu da yeterli bulmuyorlar. Neymiş zorunlu olmalıymış. Kusura bakmasın o kadar da değil” diyordu.
Evet, Erdoğan’ın açıklaması böyle… Sanki büyük tarihi adımlar atmış da karşılık bulmamış havalarında laflar ediyor. Kürtçeyi seçmeli ders yapmış da yeterli bulunmamış. Her zamanki buyurgan, kibirli, kendisini üstün gören sömürgeci bir dil ve üslupla hitap ediyor. Kürtlere “Kusura bakmasın o kadar da değil” diyor. Bu yaklaşım tarzı “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” zihniyetinin ürünüdür. En hafif deyimle Kürlerle dalga geçmektir. Hakarettir.
Savaşın nedeni bu anlayıştır, bu yaklaşım tarzıdır… On binlerce insanımızın hayatını kaybetmesinin, köylerin yakılıp yıkılmasının, boşaltılmasının, faili meçhul cinayetlerin, işkencelerin göç ettirme politikasının nedeni aynıdır.
Osmanlı döneminde de TC döneminde de benzer politikalar izlendi. Kürtler eşit görülmedi.
Kürtler ise bu yaklaşım tarzını hiçbir dönemde kabullenmediler. Eşit ve özgür olmak için çeşitli vesilelerle taleplerini yükseltip isyan ettiler. Hak, hukuk ve adalet arayışı, eşitlik ve özgürlük talepleri bugün de büyük bedeller ödenerek devam ediyor.
Kürtlerin en doğal, insan olmaktan kaynaklanan hakları tanınmadığı gibi, pazarlık konusu yapılıyor. Avrupa ülkelerindeki Türklerin anadilde eğitim hakkını savunan, konuyla ilgili nutuk atan, asimilasyonun bir insanlık suçu olduğunu söyleyen Erdoğan’ın, sıra Kürtlere geldiğinde ise nutku tutuluyor. Yardımcısı Arınç’ın ifadesiyle Kürtçeyi “medeniyet dili” olarak görmüyor. Onun için olsa gerek anadilde eğitim hakkını Kürtlere çok görüyor. Kürtlere küfreden Kürtçe TV ile Kürtçe seçmeli derslerle Kürtlerin yetinmesini istiyor. Erdoğan’ın “Ben elimden geleni yaptım, ancak karşılık bulmadı” dediği budur.
Eğer Kürtçe seçmeli ders olarak okutulacaksa Kürtler için değil, Türkler ve diğer halklar için anlamlı olabilir. Özgür ve eşit birliktelik için, Kürtlerin dilini öğrenmenin tabii ki faydası olacaktır.
AKP, büyük vaatlerle hükümet oldu. İktidarlaşmak için AB’yi, liberalleri, “yetmez ama evet” diyenleri arkasına aldı. 12 Eylül 2010 tarihili Anayasa Referandumuyla, yapılan Anayasal-yasal değişikliklerle iktidarlaşmasına hız verdi. Adım adım kurumları ele geçirerek iktidarlaştı.
AKP, yürüttüğü iktidarlaşma sürecinin sekteye uğramaması için bir yandan da PKK ile “müzakere” taktiği uyguluyordu. “Oslo Görüşmeleri” iktidarlaşma sürecinde yürütüldü. AKP iktidarlaşmasını tamamladığını düşündüğü tarihten itibaren “oyalama” taktiği olarak yürüttüğü “müzakereden” de vazgeçti. Artık Kütlerin özgürlük taleplerini bastırmanın örgütlülüğünü dağıtmanın teslim almanın zamanı gelmişti. Oluşan yeni güçler dengesinde “müzakere” taktiğine artık ihtiyaç duyulmuyordu. Müzakereci-görüşmeci dilin yerini savaş dili almıştı. PKK lideri Abdullah Öcalan’ın bazen aksasa da yapılan haftalık görüşmelerine son verildi. Tamil Kaplanları’nın başına gelenler tartışmaya açılarak gerillanın tasfiye edileceği ilan edildi. KCK operasyonları adı altında, aralarında milletvekilleri, belediye başkanları, meclis üyeleri, hukukçular, gazeteciler ve sendikacıların da bulunduğu 8 bin siyasetçi cezaevlerine dolduruldu. Şimdi de BDP vekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması tartışmaları yapılıyor. Erdoğan’ın “söyledik yargı gereğini yapacak” söyleminden sonra Sebahat Tuncel’e 8 yıl 9 ay ceza verildi.
AKP iktidarının yürüttüğü bütün askeri ve siyasi operasyonlar Kürt hareketine zarar vermekle birlikte istediği sonucu alamadı. Kışın sürdürülen operasyonlarla Kürtler “bitirilemedi.” On yıllardır sürdürülen bu çürütme ve imha politikası bir kez daha sonuçsuz kaldı. PKK’ye üç aylık, altı aylık ömür biçenler yanıldı. Tasfiyecilik politikasının öyle kolay başarıya ulaşamayacağı bir kez daha görüldü. Kürt hareketi bitirilemediği gibi bahar aylarıyla birlikte çatışma süreci yaygınlaştı.
PKK’nin Şemdinli’de başlattığı yeni askeri ve siyasi hamle ise AKP hükümetini zorlamaya başladı. Yaşanan son çatışma süreci, AKP’nin aldığı kararları, iç ve dış politikasını boşa çıkardı. Suriye’deki Kürtlerin tehdit edilmesi eskisi gibi sürdürülemez oldu.
Şimdi yeni bir müzakere sürecinin kapısının aralanacağına dair açıklamalar yapılıyor. Hükümet yetkilileri ardı ardına açıklamalar yaptı. Önce Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç, ardından Başbakan Yardımcısı Beşir Atalay, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Adalet Bakanı Sadullah Ergin ve en son Başbakan Tayyip Erdoğan, PKK lideri Abdullah Öcalan ve PKK ile Oslo benzeri görüşmelerin yapılabileceğini, ifade ettiler.
Ancak hükümet yetkilileri müzakerenin “silah bıraktırma” amacıyla yapılabileceğini ifade ediyorlar. Erdoğan yaptığı ikinci açıklamasında BDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın görüşme önerisine olumlu karşılık vermediği gibi PKK’lilerle karşılaşan milletvekillerinin dokunulmazlığıyla ilgili “gereğinin yapılacağından” söz edebiliyor. Eskiden “Teröristle mücadele, uzantısıyla müzakere” laflarını bol bol tekrar eden Erdoğan, şimdi “Teröristle müzakere, uzantısıyla mücadele” diyor…
Buna karşın “müzakere” tartışmalarına KCK’den “oyalamaya gelemeyiz” yanıtı geldi. ANF’nin geçtiği habere göre, “Mevcut durumda Türk devletiyle diyalog ve görüşmemiz söz konusu değil. Hükümet taktik yapıyor. Önce Öcalan’ın rolünü oynayabilmesi için gözle görülür adım atılmalı… Kürt siyasetinin temsilcileri olan parlamenterlerin dokunulmazlığının kaldırılarak cezaevine atılması kesinlikle savaşın daha da boyutlandırılması, derinleştirilmesi anlamına gelecektir. Bu gerçeğe rağmen, ‘hem gerillayla kucaklaşanları içeri atacağım, hem de gerillayla uzlaşacağım’ demek akıl kârı değildir” denildi.
Hükümetin öngördüğü müzake
re böylesi bir müzakeredir. Bir yandan müzakere masasına oturarak iktidarını tehdit eder hale gelen savaşı durdurmak, öte yandan dokunulmazlıkları kaldırmak ve KCK operasyonları adı altında legal mücadeleyi daha da daraltmak. Bu çıkmaz bir yoldur. Savaş politikasında ısrardır. Bu mantık devam ederse yine sonuç almayacağı kesindir. Zaten Oslo görüşmelerinin sonuçlanmamasının altında yatan zihniyette aynıydı.
AKP halklarımızın barış özlemleriyle oynamaktan vazgeçmelidir. Müzakere koşullarını yaratmalıdır. “Ben elimden geleni yaptım, ancak karşılık bulmadı”, “Kürt sorunu yoktur, terör sorunu vardır” veya “Milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldıracağız” mantığıyla hiç bir çözüm olmaz. Çözüm, Oslo benzeri oyalama taktikleri ve tasfiyecilik değildir. Önemli olan, Kürtlerin eşitliğini ve özgürlüğünü öngören bir görüşme ve anlaşmanın yapılmasıdır. Böylesi bir görüşme ve anlaşma olmadığı sürece ne yazık ki sorun daha da ağırlaşacaktır…