Şemdinli’de Berberoğlu’nun fotoğrafında gördüğümüz bir naylon yüzdür. “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” diyen zihniyetin naylon yüzüdür Önce Başbakan katıldığı bir televizyon programında gazetecileri uyararak şu açıklamayı yapmıştı: “Ben sizlerle bir konuyu anlaşmak istiyorum. Tüm medyaya mesajdır… Bugün Afganistan’da tüm koalisyon güçlerinin askerleri var. Son bir ayda, 158 kayıp var. Aylık kayıp. Fakat bunu siz, […]
Şemdinli’de Berberoğlu’nun fotoğrafında gördüğümüz bir naylon yüzdür. “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” diyen zihniyetin naylon yüzüdür
Sonra, iki gün geçmeden Türkiye’nin “yarı resmi” gazetesi Hürriyet’de, hükümetin “milli gazetecisi” Enis Berberoğlu’nun Şemdinli tepelerinde çektirdiği plastik çiçeklerle süslü fotoğrafıyla bezeli yazısını şahit olduk. Başbakanının sesi Berberoğlu vazifesini yerine getirmiş, “terörü görmezlikten” gelmiş, güvenlik kuvvetleri ile görüşüp halkın görüşlerini ihmal ederek ve “bakmayın siz elalemin feryatlarına… Bu iş daha bitmedi demektir” sözleriyle de milliyetçi tabana “sakin olun” mesajını vermenin gönül rahatlığıyla kahvesini yudumlamasına şahit olduk.
Görüntü üzerine çok şey söylendi. Ertuğrul Özkök aynı günün ortasında tutamadı kendini “yarını bekleyemedim” diyerek heyecanını paylaştı, Enis’in kurgusundaki nesnelerin anlamını tek tek çözümlemeye adadı kendini. Sayesinde bu naylon gazeteciliğin nasıl anlaşılması gerektiğine dair bir “tefsir” vazifesine ihtiyaç duyulduğunu görmüş olduk.
Eleştiriler ise gecikmedi. Ruşen Keleş, Vatan’da haklı olarak “hâlâ logosunun yanında “Türkiye Türklerindir” yazmaya devam eden bir gazetenin genel yayın yönetmeninin, Şemdinli gibi Kürt sorununun en yakıcı olduğu bir yerde ‘Siz kim, biz kim?’ diye sormaya hakkı var mıdır? Bence yoktur” ifadelerini kullandı. Yine aynı gazeteden Mehveş Evin, 9 maddede Berberoğlu’nun kurgusal gazetecilik pratiğini sorunlu bularak eleştirdi. Eleştirilerinden iki maddesi şöyle oldu: “Fotoğrafta toplam üç adet plastik çiçek başrolde. Kurguyu özenle hazırladıklarını yazmış Berberoğlu. Ancak adı üstüne kurgu, yani gerçekten uzak. Tıpkı plastik çiçekler gibi… Enis Bey, gerçekten de yazdığı gibi ‘Şemdinli’de tek başına’. Tahminen 24 saat kalınan Şemdinli’den yazılan izlenimlerde bir esnaf hariç, halk yok… Berberoğlu esnafın sitem ettiğini söylemiş, ama ne dediğini yazmamış .. Özel harekâtçı, Kaymakam ve Emniyet Müdürü’nün beyanları ise yazının yarısını oluşturuyor.”
Berberoğlu’nun 2 Eylül 2012’deki yazısından 24 saat geçmeden PKK’nin Beytüşşebap’taki saldırısıyla 10 asker hayatını kaybetmesiyle bu sefer Berberoğlu’nun gazeteciliğine AKP’ye yakın isimlerden de eleştiriler geldi. 3 Eylül 2012 tarihinde Habertürk kanalındaki programda Fehmi Koru, Berberoğlu türünden gazeteciliğin süreci daha olumsuz bir noktaya sürdüğünü belirten ifadeler kullanması dikkat çekti:
“Ben hiç şaşırmadım. Çünkü belli bir gazetecilik anlayışı var. Her yerde, haberde gazeteciyi öne çıkaran bir anlayış var. ‘Biziz, gazeteciyiz, biz gündemi belirleriz. Eğer Şemdinli’ye gidersek, bir masaya oturursak, ayaklarımızı uzatarak, ensemizde ellerimizi toke edersek, bu rahatlığa kavuşmuşsak Şemdinliler de rahattır, dolayısıyla Türkiye’nin her tarafı da rahat olmalıdır’ şeklinde görülen bir anlayış. Bu yeni ve tırnak içinde bir gazetecilik anlayışı. Ve bize özgü bir anlayış. İtibarını korumak isteyen bir medya kurumu dünyada kendi genel yayın yönetmenini çok öne çıkarmaktan kaçınır. Bazı ülkelerde bazı gazetelerinin yayın yönetmenlerinin adı bilinir kendisi pek gözükmez bile. Enis Berberoğlu da bu türe yakın duruyordu ama demek ki kendisini tutamadı. (…) Gazetelerin ve gazetecilerin böyle bir psikolojik harekatın parçası haline gelmesi de çok yanlış. Siz oraya gidip “ben buraya geliyorsam Türkiye rahat olmalıdır” mesajını veriyorsanız ve bu da ertesi gün örgütten cevabını alıyorsa kendinizi çok yanlış bir sürece hapsetmiş olursunuz.”
Aynı programda Cengiz Çandar da şu yönde eleştiride bulunuyordu:
“En hafifi tabiriyle çok şaşırdığımı söylemeliyim. Asayiş berkemal Şemdinli’de öyle mi? Ben Enis’i çok iyi tanırım. 30 yıldır tanıyorum. Buradaki gazetecilik tarzı Enis’in tarzı değil. Daha çok Ertuğrul Özkök’ün tarzı. Kaldı ki bu fotoğraftan çok kısa bir süre Beytüşşebap basıldı ve 10 insan öldü güvenlik kuvvetlerinden.”
Berberoğlu’na destekler ve eleştiriler daha da uzatılabilir. Ancak bu egemen gazetecilik faaliyetine sık sık rastladığımız için bunun ne menem bir gazetecilik tarzı olduğunu da açıkça ortaya koymak gerekiyor. Evet, Çandar’ın da belirttiği gibi Berberoğlu’nun yaptığı daha çok Ertuğrul Özkök tarzı bir gazetecilik. Lakin o kadarla sınırlı değil. Zira AKP rejiminde giderek gazeteciliğin “Özkökleşme” sürecine girdiği görülmüyor mu? Çandar sırf kendi yazdığı Radikal Gazetesine baksa bunu göremez mi? En son Yıldırım Türker ve Cevdet Aşkın’ın gazeteden uzaklaştırılması Çandar’a göre Özkökleşme değilse nedir?
“Özkök tarzı” demek de AKP’nin yandaş medyasının tarzını veya cemaatin gazetecilik tarzını bir ölçüde örtmek anlamına gelir aslında. Berberoğlu’nun yaptığını Özkök tarzı ile değil “naylon gazetecilik” ile açıklamak daha doğrudur. Tıpkı Şemdinli tepesine diktiği naylon çiçekler gibi yaptığı gazetecilik de naylon tadı veriyor. Belki az belki çok ama Doğan medyasından tutalım da AKP’nin yandaş medyasına, cemaatin medyasından tutalım da aynı zamanda kapitalist işletmelere sahip Turgay Ciner’e ve Mehmet Emin Karamehmet’e kadar gazeteciliğin nesnel ve tarafsız bir ortamda sürdürüldüğü söylenebilir mi? Evet, egemen düşüncede böyle görünebilir. Ama tıpkı naylon çiçekler gibi. Aslı değil, aslının belirsizleştiği kopya gibi.
Sadece gazeteciliğin naylon kıvamında yapıldığını söylemek eksik kalır. Devleti yönetenler değişse de egemen zihniyet hep aynı “naylon” yöntemle Kürt sorununa yaklaşmadı mı? Bize Kürtlerin var oluşu başka türlü bir kopyada sunulmadı mı? Gerçeğin kopyasını gerçekmiş olarak yutturmadı mı? Bütün bu gösteriş ve söylemler postmodern teorisyenlerden Jean Baudrillard’ın “simülasyon” kuramını akla getirmiyor mu?
Bilindiği üzere, bir köken ya da gerçeklikten yoksun olgusallığın modeller yoluyla türetilmesi anlamını ifade eden “simülasyon”, sentetik olarak üretilen hipergerçekliğe göndermede bulunur. Berberoğlu’nun temsil ettiği gazetecilik tam da bu hipergerçekliğin üretilmesinin bir göstergesidir. Bu yüzden Berberoğlu’nun gazeteciliği simülasyonun, dahası naylonluğun ifadesidir.
Berberoğlu, Yüksekova’ya giderken o derece simülasyonun etkisi altına girmiş olacak ki sanki bölgede çatışma, gözaltı, tutuklamalar yokmuş gibi belediye başkanına Zap suyundaki çöp poşetlerini sorm
ayı kendine dert edinmiş ama maalesef belediye başkanının KCK davasından hapiste olduğunu öğrenince görüşmenin mümkün olmadığından yakınmış, yine de ne hikmetse başkanın vekili ile görüşmeyi bile aklına getirmemiştir. Peki ya Berberoğlu’nun bütün bu olup bitenlere görmezlikten gelerek “Bu davada askeri cephe Şemdinli… Siyasi cephe Yüksekova olarak seçildi” şeklindeki tahlilini neye yormalı? Ya da yanlarına yaklaşan bir esnafın “çok sertsin bize” eleştirisinin özünü “siz kim, biz kim?” ayırımına çekip lafının PKK’ye olduğunu söyleyerek esnafın verdiği “öyle deme, onlar bizim çocuklarımız” cevabının hakikatini nereye oturtmalı? Bu olgunun toplumsallığı daha ne kadar görmezlikten gelinebilir ki?
Bir gün sonrasında Beytüşşebap’ın merkezindeki üç gerillanın halk tarafından sahiplenilmesini, cenazelerin taşındığı askeri araçlara asılan PKK bayraklarını ve halkın açık sahiplenişini daha ne kadar “kandırılan halk”, “PKK baskısı altındaki halk”, “feodalite altında ezilen halk” şeklinde maniple edilerek yorumlanabilir ki? Oysa bu gerçekliği görmek, ne PKK propagandasıdır ne de devletin aczini açığa çıkarır. Asıl acizlik bunun simülasyonunu yapmak değil midir? Oysa Berberoğlu’dan gazeteciliğin beklediği şey sadece güvenlik birimleri ile değil halkın da görüşünü almak, dağa çıkan gençlerin dağa çıkma gerekçelerini ortaya koymak ve bu sorunun toplumsal çözümüne dair imkânları kamuoyuna sunmak, tartıştırmaktır.
Naylonlaşan medya gerçekliğinde bu sorgulamayı beklemek naif çaba aslında. Zira Berberoğlu’nun kurduğu masa Şemdinli’ye değil, Doğan Holding’in tepesine daha çok yakışır. Çünkü dünden bugüne Kürt sorunu büyüdükçe Doğan Holding de büyümüş, bu büyümeye AKP set çekmeye başladığında da Şemdinli’ye masayı ve plastik çiçekleri bayrak yaparak kraldan çok kralcı naylon gazetecileri armağan edilmiştir medyanın simülasyon evrenine.
Tüm bu hakikatlerden hareketle Şemdinli’de Berberoğlu’nun fotoğrafında gördüğümüz bir naylon yüzdür. “Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır” diyen zihniyetin naylon yüzüdür. Umarız Türkiye’nin hakları bu naylon tada daha fazla tahammül etmez ve kendi hakikatini kendisi yaratır.
Ercan Geçgin
ercangcn@gmail.com