Suudi Krallığı’ndaki Vahabi dini kurumsallaşması açısından “sapkın” sayılan Şiiler sistematik ayrımcılığa uğruyorlar. Bu ayrımcılığa karşı ciddi bir muhalefet geleneği olan doğu bölgeleri halkı, son bir yılda giderek daha görünür olan bir kitle hareketi ortaya çıkarmış durumda Geçtiğimiz gün, Suudi Krallığı’nın doğusundaki Katif kentinde rejim karşıtı protesto gösterileri sırasında çıkan çatışmada (resmi açıklamalara göre) bir gösterici […]
Suudi Krallığı’ndaki Vahabi dini kurumsallaşması açısından “sapkın” sayılan Şiiler sistematik ayrımcılığa uğruyorlar. Bu ayrımcılığa karşı ciddi bir muhalefet geleneği olan doğu bölgeleri halkı, son bir yılda giderek daha görünür olan bir kitle hareketi ortaya çıkarmış durumda
Geçtiğimiz gün, Suudi Krallığı’nın doğusundaki Katif kentinde rejim karşıtı protesto gösterileri sırasında çıkan çatışmada (resmi açıklamalara göre) bir gösterici ve bir asker hayatını kaybetti. Hatırlanacağı üzere, geçen ay rejim karşıtı söylemleriyle tanınan Şii din adamı Nimr al-Nimr’in tutuklanması üzerine yine aynı şehrin bulunduğu ülkenin doğusunda kitlesel monarşi karşıtı gösteriler gerçekleşmiş, üç kişi “güvenlik güçlerinin” müdahalesi sonucunda hayatını kaybetmişti.
Mike Davis bir sene önceki bir makalesinde Suudi Arabistan’ın (medyatik tabirle) “Arap Baharı” sürecindeki konumunu, Rus otokrasisinin 19. yüzyılda Avrupa kıtasındaki devrimci çalkantılar sırasındaki (mesela 1848’de, yani “halkların baharı” esnasındaki) rolüne benzetiyordu.
Rusya, 19. yüzyılda hemen hemen bütün devrimci akımlar nazarında karşıdevrimin ve siyasal gericiliğin başlıca karargâhı addediliyordu. Gerçekten de Suudi rejimi, Çarlık Rusyası’na yaraşır biçimde, daha en başından itibaren Arap devrimci sürecinin önünü almak için inisiyatif geliştirdi. Tunus’ta devrilen diktatör Bin Ali soluğu Suudi monarşisinin şefkatli kollarında aldı. Suudi rejimi son anına kadar Mübarek’in yanında yer aldı; hatta ABD artık yarardan çok zarar getireceğini görüp Mübarek’in çekilmesinden yana çıkınca küplere bindi.
Suudi Krallığı, Arap NATO’su Körfez İşbirliği Konseyi’ni (KİK) de arkasına alarak Bahreyn’deki halk hareketinin Halifa hanedanınca ezilmesine ön ayak oldu. Yemen’de ise kitle hareketinin sönümlenmesi, Arap yarımadasında ayaklanma sürecinin yaygınlaşmaması için mevcut rejimde kozmetik değişikliklere onun devamını sağlamaya çalıştı, çalışıyor (“Yemen modeli” denen şey, Suudi etkisiyle oluşturulan ve hiçbir şeyin değişmemesini sağlayacak bir “değişimi” garanti eden bir “uzlaşma”).
Diğer yandan Suudi rejimi, Suriye’deki halk hareketinin İran revizyonizmine karşı bir fırsat olarak gördüğünden onu yozlaştırmak ve jeostratejik hedeflerinin bir uzantısı haline getirmek için elinden geleni ardına koymuyor, halk hareketini kendi denetimindeki “muhalefete” çevirmek için canını dişine takmış uğraşıyor. Uğraşırken de ülkedeki mezhebi ayrımları arsızca kışkırtıyor, bölgeye felaket tohumları ekiyor.
Ancak bütün bu çabalarına karşın Suudi Krallığı, ülke içerisinde (özellikle de Şii nüfusun yoğun olduğu doğu bölgelerinde) giderek artan toplumsal tepkilerle karşılaşıyor. Bilindiği gibi, Suudi Krallığı’ndaki Vahabi dini kurumsallaşması açısından “sapkın” sayılan Şiiler sistematik ayrımcılığa uğruyorlar. Bu ayrımcılığa karşı ciddi bir muhalefet geleneği olan doğu bölgeleri halkı, son bir yılda giderek daha görünür olan bir kitle hareketi ortaya çıkarmış durumda.
Uluslararası medya ülkedeki muhalefet hareketleri hususunda bir “sessizlik kumpası” kurmuş gibi, ülkede olan bitene dair çok kısıtlı haberler edinebiliyoruz. Yani Suudi Krallığı’ndaki protestolar, bölgedeki emperyal statüko açısından ciddi bir risk oluşturabileceklerinden Bahreyn’deki halk ayaklanmasına da reva görülen bir sessizlikle geçiştiriliyor.
Buna rağmen rejimin sıkıntı içerisinde olduğu aşikâr. Bu nedenle olacak Suudi yetkililerinden dışardan destek alan (bkz. İran) bir terörist konspirasyona karşı mücadele ettikleri şeklinde açıklamalar sıklaştı. (Bu tip açıklamaların Suriye rejiminin beyanlarına ne derecede benzediği hususunu atlamayalım elbet.) Monarşi karşıtı karakteri belirgin bu hareketin nereye evrilebileceğini şimdiden kestirmek güç; ancak ülkenin petrol kaynaklarının önemli bir çoğunluğunun bulunduğu doğuda hareketin bir ayaklanma karakteri alıp yaygınlaşması, Suudi rejimine ciddi bir tokat olacaktır. Bu olasılığın, yani mesela artan siyasal ve sosyal huzursuzluk nedeniyle Suudi petrol üretiminde düşüş yaşanmasının uluslararası piyasalardaki etkisi de büyük olacaktır.
Bunu, yani Suudi rejiminin hareket kabiliyetini daraltacak ciddi bir sosyal ve siyasal tepkiyle karşılaşmasını şimdilik ancak dileyebiliriz. Ancak “Arap Baharı”nın destabilize edici gücünü de hiç hafife almamamız gerek. Netice itibariyle aklımızın bir köşesinde daima şu hususu tutalım: Arap yarımadasındaki Suudi “Çarlığı” çöktüğü zaman, bölgede siyasal reaksiyonerliğin başlıca kalesi ve Amerikan emperyalizminin Ortadoğu’da en eski müttefiği (İsrail’den bile eski) ve “taşeronu” da düşmüş olacak. O gün bölgedeki emperyal statüko tarumar olacak, despot ve sömürücü düzen tam manasıyla çözülmüş olacak.