Arap baharı memleketimize Kürt devrimi formunda gelmeye başladı. Suriye meselesiyle girdiğimiz savaş halinin ve onun yarattığı toplumsal psikolojinin, Suriye’ye gerek duymadan, yanı başında düşmanını bulması oldukça güçlü bir ihtimal. Türkiye solu da güncel bir tercihle karşı karşıya: yeni bir kardeşleşmeyi toplumsal bir talep olarak geliştirip, etnik -mezhepsel ekseni aşan bir enerji yaratmak ya da toplumun […]
Arap baharı memleketimize Kürt devrimi formunda gelmeye başladı. Suriye meselesiyle girdiğimiz savaş halinin ve onun yarattığı toplumsal psikolojinin, Suriye’ye gerek duymadan, yanı başında düşmanını bulması oldukça güçlü bir ihtimal. Türkiye solu da güncel bir tercihle karşı karşıya: yeni bir kardeşleşmeyi toplumsal bir talep olarak geliştirip, etnik -mezhepsel ekseni aşan bir enerji yaratmak ya da toplumun kanlı bir süreçle bileşenlerine ayrılmasını “dışarıdan” izlemek…
Arap Baharı diye adlanlandırılan olaylar dizisi başlayalı neredeyse 2 yıl oldu. Daha da sürecek gibi. Önceleri herkes işi anlamaya ve adını koymaya çalıştı. “Devrimdi, değildi” derken Ortadoğu’nun “muhkem” diktatörlükleri bir bir çözülmeye başladı. Hemen ardından yeni egemenlerin emperyalist merkezlerle olan akrabalıkları ortaya yeni soru işaretleri çıkardı. ‘Çalınmış devrim’gibi yeni kavramlar girdi terminolojimize. Ama zamanla gördük ki, devrimin aşağısıyla yukarısı arasında ciddi bir temsil sorunu var. Halkın gerçek talepleriyle yeni liberal projeksiyonların pek de bağdaşır tarafı yok. Ardından analizimizi tamamladık; yaşananlar bir devrime işaret ediyordu ancak program ve siyasal öncüsünden yoksun bir devrimdi bu.
Her kendiliğinden olanın kaderidir, hedefleri belirsizdir, düşmanına bile yedeklenebilir. Ama biliyoruz ki her nereye çekiştirilse de sokulmaya çalışıldığı o kalıplara sığmaz, devinimi kolay kolay tükenmez. Hal böyle olunca ‘tamamlanmamış devrim’ veya ‘kimliğini arayan devrim’ demek de pekala uygun düşer.
Gelişmeler karşısındaki anlamlandırma evrimimizi merhale merhale özetlemeye çalıştım. Bu durumdan kendi adımıza iki sonuç çıkarmamız mümkün:
1. Türkiye solu olup biteni öngöremedi; ne başlamadan evvel ne de gelişimi esnasında. Sadece durum analizi yaptık. Açıkçası devrimi anlayamadık, devrim bize kendini anlattı.
Kuşkusuz Ortadoğu’yla ilgiliydik. Emperyalistler açısından Ortadoğu’nun güncel ehemmiyetinin de farkındaydık. Olaylar başladığında bir sürü tesir gördük. ABD’nin Büyük Ortadoğu planı da etkendi; yeni sosyal medya da… Baskıcı rejimler karşında biriken özgürlükçü tepkiler de vardı işin içinde; işsizlik, geleceksizlik gibi sosyal problemler de… Ama bir sürü etkinin kesişimi olarak, bu çapta bir değişim dalgası, bizim için de sürpriz oldu. Kimileri tek bir etkenden yola çıkarak açıklamaya çalıştı herşeyi ama hepimizin anlaması epeyice bir zaman aldı. Devrimi yaşayarak tanıdık.
Kuşkusuz her devrim kendine özgüdür ve her devrim yeni şeyler öğretir ama devrimci duruma bu kadar yabancılaşmış bir devrimcilik de sorundur. Hem de ciddi bir sorun… Devrimi bırak taşımayı, anlamak için bile geriden geldik. Buna nal toplamak da diyebiliriz.
2. Yaşananlara hep dışarıdan bir gözle baktık. Çok bizi ilgilendirmeyen, en nihayetinde başka memleketlerde cereyan eden bir vaka idi bizim gözümüzde. Kendimizin de bir Ortadoğu ülkesi olduğumuzu, adı geçenlere göre biraz daha makyajlı da olsa, bizde de baskıcı bir rejimin hüküm sürdüğünü ve gene bizim de bir sürü etnik ve mezhepsel kimliği baskılayan bir uluslaşma süreci yaşadığımızı hiç hesaba katmadık.
Ancak geldiğimiz nokta itibariyle aramızdaki bu mesafe kapanıyor. Biz ne kadar dışımızda da görsek olaylar bizi de içine alabilecek bir yakınlığa geldi. Belki, aktif taşeron AKP’nin Suriye’deki gelişmelere müdahil olma siyaseti bunu hızlandırdı ama tek başına Suriye kutuplaşması bu olup biteni açıklamaz. Asıl etken tüm Ortadoğu ülkelerine özgü etnik ve mezhepsel sorunların bizde de mevcut olması.
Artık dengelerin yeniden kurulacağı bir dönemdeyiz. Arap baharı memleketimize Kürt devrimi formunda gelmeye başladı. PKK’nin alan tutma tercihi, paralelinde sivil başkaldırıyı da telkin etmesi, savaşın artık başka boyutlara taşınacağına işaret. 30 yıl içinde askeri usullerin öne çıktığı dönemler sıkça oldu ama bugünlerde yaşadığımız oldukça farklı. “Final” diye adlandırılan günleri yaşıyoruz. Askeri kapışmalardan ne sonuç çıkar bilmem ama sürecin artık bu çerçevede sürgit devam etmeyeceği aşikar. Suriye meselesiyle girdiğimiz savaş halinin ve onun yarattığı toplumsal psikolojinin, Suriye’ye gerek duymadan, yanı başında düşmanını bulması oldukça güçlü bir ihtimal. AKP hükümetinin durumu görmezden gelmesi ve hatta Alevi -Kürt karşıtı dilini iyice sertleştirmesi de riski iki katına çıkarıyor.
Türkiye solu da güncel bir tercihle karşı karşıya: yeni bir kardeşleşmeyi toplumsal bir talep olarak geliştirip, etnik-mezhepsel ekseni aşan bir enerji yaratmak yada toplumun kanlı bir süreçle bileşenlerine ayrılmasını “dışarıdan” izlemek… Ne olur, ne kadar olur bilinmez ama bu sürece sadece “gözlemci” olarak katılanların yeniden kuruluşun da aktörü olamayacağı kesin.
Gökhan Nazlı
Bursa Halkevi üyesi