Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’in Şam’da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la yaptığı söyleşi iktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi “propaganda” değil; buz gibi haberdir. Esad’la söyleşi büyük haber değeri taşıdığı için uluslararası haber ajansları tarafından tüm dünyaya duyurulmuş ve dünyadaki saygın gazeteler tarafından iktibas edilmiştir. Dolayısıyla Esad söyleşisi uluslararası çapta bir gazeteciliktir. Söyleşiyi, “Esad’ın Cumhuriyet […]
Cumhuriyet gazetesi Ankara Temsilcisi Utku Çakırözer’in Şam’da Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la yaptığı söyleşi iktidar sözcülerinin iddia ettiği gibi “propaganda” değil; buz gibi haberdir. Esad’la söyleşi büyük haber değeri taşıdığı için uluslararası haber ajansları tarafından tüm dünyaya duyurulmuş ve dünyadaki saygın gazeteler tarafından iktibas edilmiştir. Dolayısıyla Esad söyleşisi uluslararası çapta bir gazeteciliktir.
Söyleşiyi, “Esad’ın Cumhuriyet gazetesi vasıtasıyla sürdürdüğü bir propaganda faaliyeti” diye karalayanlar oldu. Bu yapan zevat, propagandacılıkla gazeteciliği birbirinden ayırt etmeyi mümkün kılacak asgari bir fikri donanıma haiz olsaydı, bu lafları edip kendilerini böyle gülünç duruma düşürmezdi.
Gazeteci herkesle röportaj yapar. Teröristle de, mafya babasıyla da, eli kanlı diktatörle de… Bir röportajı “propaganda faaliyeti” olmaktan kurtaran unsur, gazetecinin iyi çalışılmış, profesyonel sorularıdır; o sorulara muhatabının hangi cevapları verdiği değil.
Gazetecinin muhatabı, onun doğru ve isabetli sorularına kaçamak ve palavra yanıtlar verirse, propaganda yapmış olamaz; ancak kendisini teşhir etmiş olur. Aynen Utku Çakırözer’in Beşar Esad röportajında vuku bulduğu gibi…
Propaganda asıl nasıl yapılıyor biliyor musunuz?
İktidarın medya aparatçikleri başbakan ya da dışişleri bakanına doğru soruları sormayıp, çanak tuttuklarında…
Aparatçikler iktidar sahiplerinin halkla ilişkiler ve tanıtım faaliyetine, çanak sorularla “röportaj” süsü verilmesine hizmet ettiklerinde, kendilerini de “propaganda elemanı” seviyesine düşürürler.
Ankara’dakiler birisi için “görüşmeyin” diye telkinde bulunup yasak dayatıyorsa, işte asıl o zaman o kişiyle röportaj yapmak gazeteciliğin icabıdır.
Utku Çakırözer, gazeteciliğin icabını yasakçı telkinlerin muhatabı olmadan yerine getirebilmiştir.
Diğer üç meslektaşımız ise Beşar Esad’ın röportaj tekliflerini kabul etmesine rağmen karşılaştıkları engel yüzünden Şam’a gidememişler ve neticede bu gazetecilik olayının gururuna ortak olamamışlardır.
Bu, tarihe kaydı düşülmesi gereken bir örnek vakadır.
Ceberut iktidarın baskı ve cezalandırma operasyonları, “eski merkez medya”da maalesef egemen bir oto-sansürcü refleks yarattı. Bu uğursuz refleks, ikilemler karşısında kalınan her durumda editörün kendi kendisine, “Gazetecilik yaparak iktidarın menfaatine halel getirir ve öfkesini üzerime çeker miyim?” diye sormasına neden oluyor. Cevap “evet” ise gazetecilik yapılmıyor. Bu kadar basit aslında…
Beşar Esad röportajını yapmak ya da yapmamak ikileminde öyle görünüyor ki “oto-sansür kurumu” kifayetsiz kaldı ve doğrudan iktidara soruldu; “Bizim yerimize siz karar verin” denildi.
Durum şu gerçeği bir kez daha gösterdi: Basın özgürlüğü, onu ortadan kaldırmak eğiliminde olan otoriter ve baskıcı bir iktidarın tehditlerine yatırım yapısı bakımdan dirençli bir medya tarafından daha iyi savunulur. Gazetecilikte ısrar etme güç ve yeteneğini veren bir durumda olmak, basın özgürlüğünü, yani halkın haber alma hakkını savunmanın koşullarındandır.
Ve yine gördük ki, “merkez medya” konumunda olmayan, düşük tirajlı bir gazete de iktidar karşısındaki yapısal bağımsızlığı sayesinde yeri geldiğinde pekâlâ dünya çapında konvansiyonel gazetecilik yapabilir.
Şimdi başa dönelim.
Kötü mü oldu sonuçta bu Esad röportajının bir Türk gazetesinde yayımlanması?
Bence çok yerinde oldu. Bir kere Türk okuru Ankara’daki hükümetin bu yeni düşmanının olaylara bakışını öğrendi ve bunu kendi başkentinin söylemiyle kıyaslayarak değerlendirme imkânını elde etti. Demokratik ve özgür bir kamuoyu için kazançtır.
Mesela ben bir okur olarak kendi adıma, bilgimi ve muhakeme gücümü kullanarak şunu bir kez daha rahatlıkla öne sürebilirim: Esad’ın uçak düşürme hikâyesi doğru değil. Suriye uçaksavarı Türk Phantom’unu İsrail uçağı sanarak düşürmüş olamaz. Kasten ateş açılmıştır.
Phantom’un uçaksavar topu ateşiyle düşürülmüş olduğunu kabul edersek… Radar ve bilgisayar kontrollü olan bir uçaksavar topu sistemi söz konusuysa zaten hedefin kimlik teşhisinde hata yapılması sıfıra yakın ihtimal. Sistem radar kontrollü değilse, topçunun alçaktan uçan hedefe görerek ateş açması gerekiyor ki, o zaman Phantom gibi çok özel ve belirgin silueti sayesinde rahatlıkla teşhis edilebilecek olan bir uçağı İsrail hedefi sanması mümkün değil. Çünkü Doğu Akdeniz’de Phantom uçuran sadece iki ülke kaldı: Türkiye ve Yunanistan.
Bakın işte, Suriye liderini kendi ifadeleriyle yalancı çıkarıyoruz.
Fena mı?
Bugün röportajın üçüncü bölümü yayımlanacak. Pazar günü belki genel bir içerik değerlendirmesi yapabiliriz.