Sizi bilmem ama ben ilk defa inandım. Evet, hükümetimiz 12 Eylül ile hesaplaşıyor. 12 Eylül ile hesaplaşma bağlamında hükümetin bugüne kadar gerçekten de hakkını yemişiz. Onlardan şüphe ederek nasıl da günahlarını almışız. Açıkçası, darbe liderlerinin savcılıkça sorgulanması bile beni ikna edememişti hükümetin samimiyeti konusunda. Ama artık ikna oldum. “Nitekim” hükümetimiz büyük bir arzu ve inançla […]
Sizi bilmem ama ben ilk defa inandım. Evet, hükümetimiz 12 Eylül ile hesaplaşıyor. 12 Eylül ile hesaplaşma bağlamında hükümetin bugüne kadar gerçekten de hakkını yemişiz. Onlardan şüphe ederek nasıl da günahlarını almışız. Açıkçası, darbe liderlerinin savcılıkça sorgulanması bile beni ikna edememişti hükümetin samimiyeti konusunda. Ama artık ikna oldum. “Nitekim” hükümetimiz büyük bir arzu ve inançla 12 Eylül darbesinin ürünü olan kürtaj hakkını yasaklamaya çalışıyor. 12 Eylül’ün bir uygulaması daha böylelikle tarihe karışacak. Türkiye Cumhuriyeti’nin kara lekeleri tek tek siliniyor hükümetimiz sayesinde. Darbelerle, hem de öyle biriyle değil, moderni, post moderni, 60’ı hatta belki 23’ü ile bile hesaplaşılıyor. Bir tek internetten yapılan küçük ya da siber müdahale hariç, zaten onu da Genelkurmay sitesinden kaldırdı, oldubitti işte uzatmaya da çok gerek yok.
Gerçekten de artık bu kadarı akıl havsala alacak gibi değil. Bakan, ‘kürtaj 12 Eylül yasasıdır, zaten oldubittiye getirilip çıkartılmıştı’ minvalinde bir açıklama yapıyor. Darbeler böylesi “hadsiz” bir yasayı çıkarmak için bile gerekçe olarak kullanılabiliyor Türkiye’de. Artık Türkiye’de hükümet için politika yapmak çok kolay, herhangi bir şeyi darbeyle öyle ya da böyle ilişkilendir, tamamdır. Önerin meşrudur, demokratiktir, uygulanmalıdır. Ama açıkçası bu oyunu izlemek duygusal ve düşünsel olarak çok yorucu olmaya başladı. Artık bu darbe edebiyatına yeter demek gerekiyor. Aranızda daha önce, askeri vesayet kavramı kadar, üzerinde bu kadar farklı kesim tarafından uzlaşılan bir başka kavram ya da açıklama biçimi göreniniz oldu mu? Ben görmedim. Bu vurgu darbelerin önemsiz olduğu ve onlarla hesaplaşılması gerekmediği anlamına gelmiyor tabii ki. (Bu açıklamayı yapmak bile zül geliyor). Ama şu anlama geliyor, darbeler kendinden menkul değildirler. Türkiye’de büyük sermaye ile hesaplaşmadan darbeyle hesaplaşamazsınız. Uluslararası boyutu kaçırırsanız, aynı konjonktürde farklı yerlerdeki darbelerin ortaklıklarını göremezsiniz dolayısıyla darbelerden de hiçbir şey anlayamazsınız. Anlamadığınız şeyle de açık ki hesaplaşamazsınız.
Türkiye tarihi analiz edilirken darbeler merkeze konmaya başlandı son dönemlerde. Evet, önemlidir ama hayır yanlıştır. Çünkü açıklamanın merkezine neden konmalıdır sonuç değil. Siz sonuçları neden diye algılar veya algılatırsanız, kürtaj hakkını da 12 Eylül darbe düzenlemesi zaten, kaldırılmalı diye yutar ya da yutturursunuz.
Türkiye’de darbeler çokça tartışıldı, konuşuldu. Ucundan, kenarından ele alındı, neticede anlaşıldı ki Türkiye’de darbelerin asıl nedenlerinin sorgulanması bu konjonktürde olası değil. Peki, o zaman bu durumu veri alalım ve gelin biz, farklı bir soru soralım ve bunu yaparken de yapılan hiçbir darbeyi meşru görmediğimizi tekrar vurgulayalım. Belki paradigma ya da düşünce hattımız biraz farklılaşır, biraz gözümüzü başka yerlere de çevirebiliriz. Bugün Türkiye’de belki de cesaret isteyen doğru soru, artık en siniğinin bile yüksek sesle eleştirdiği darbelere dair değil, bu ülkede farklı dönemlerde iktidar olan uzun dönemli tek parti yönetimlerinin neden otoriterleşme eğilimine girdiklerine dair olmalıdır. Bu soru, kendinden menkul darbelerden hulasa Türkiye siyaset tarihi okuması yerine, Türkiye siyasal tarihinde kriz, sınıflar, kapitalizm, sermaye gibi kavram ve süreçlerin somut izlerini daha iyi tespit etme olanağını bize sunacaktır diye düşünüyorum.
Böyle bir okuma bize örneğin ilk elden yaşadığımız sürecin darbelerle hesaplaşılan ileri demokrasi süreci filan değil aksine ikinci bir 12 Eylül olduğuna işaret edecektir. Anayasa referandumunun yerinde tarihiyle ikinci 12 Eylül. İşçi sınıfına ve sola bir kere daha ve tüm gücüyle saldıran ikinci 12 Eylül.
Aslına bakarsanız ülkemiz bu konuda yalnız değil, küresel krizi arkasına alan kapitalist ülkeler kazanılmış hakları budayan kemer sıkma politikalarını hayata geçirebilmek için hemen her yerde otoriter eğilimlere başvuruyor ve vuracak. Çünkü bu işler (ileri) demokrasi ile yapılamaz. 1930’ların “büyük kurtarıcısı” Keynes de bu durumun farkındaydı: “… Liberal demokrasiler uzun süren yüksek ve dirençli işsizlik sorununu kaldıramazlar, yani uzun dönemde evet hepimiz öleceğiz ama kısa vadede yüksek işsizlik devrime yol açabilir.” Son dönemde Türkiye’de ve dünyada yapısal bir görünüm kazanan yüksek işsizlik oranları, uygulanması tasarlanan kemer sıkma politikalarının geniş kesimler üzerindeki olumsuz etkileri ile birlikte düşünüldüğünde, liberal demokrasilerin bu süreci uzun süre taşıyamayacağı öngörülebilir. Bu durumda ülkemizde ve dünyada (ileri) demokratik gelişme bir yana var olan otoriterleşme eğiliminin pekişeceğini söylemek yanlış olmayacaktır. Otoriterleşme sürecinin etkisini ve şiddetini ise bu sürece verilecek sosyal-sınıfsal yanıtlar belirleyecektir.
Türkiye’de darbe söyleminin, hükümetin her türlü önerisini meşrulaştırdığı bir konjonktürde, bugüne bir de bu vurgulardan hareketle bakmanın anlamlı olacağı kanaatindeyim. Böylelikle belki otoriterleşmeyi ve kapitalizmin gelişimi ile ilişkilerini tartışabilir ve içinden geçmekte olduğumuz dönemin neden (ileri) demokrasi olamayacağını da daha iyi kavrayabiliriz.