Türkiye solunda son yıllardaki tartışmaların bir listesi çıkarılsa herhalde ilk sıralarda mutlaka “ulusalcılık” konusu görülecektir. Ne olduğu, daha doğrusu ne olmadığı konusunda birçok münazara yapılmış, üzerlerine tezler yazılmış bu görüşün savunucuları da, bu görüşü bir sapma olarak görenler de birçok kez birbirleri ile tartışma ortamı bulmuş, birbirlerine karşı tezler üretmişlerdir. Çok değişik tepkiler verebilen büyük […]
Türkiye solunda son yıllardaki tartışmaların bir listesi çıkarılsa herhalde ilk sıralarda mutlaka “ulusalcılık” konusu görülecektir. Ne olduğu, daha doğrusu ne olmadığı konusunda birçok münazara yapılmış, üzerlerine tezler yazılmış bu görüşün savunucuları da, bu görüşü bir sapma olarak görenler de birçok kez birbirleri ile tartışma ortamı bulmuş, birbirlerine karşı tezler üretmişlerdir.
Çok değişik tepkiler verebilen büyük bir siyasi yelpaze içinde bazı durumlarda birbirleri ile de tartışabilen ulusalcı tayfanın belki de hiçbir zaman ayrılık göstermediği yegâne konu ise sosyalistlere karşı olan küçük görme dürtüsü olsa gerek! Sosyalist olduğunu iddia eden ve ulusalcılığı sosyalizm mücadelesine bulamak isteyen Doğu Perinçek’e ayrı bir parantez açabiliriz.
Perinçek ve Aydınlıkçılar denince sol kesimde genellikle büyük bir “dışlanma” görülmekte. Bunun doğru veya yanlış tarihsel nesnel nedenleri vardır buna girmek istemiyorum ama Perinçek’in 11.06.2012 tarihli yazısını okuyunca bu dışlanmanın karşılıklı olduğunu anlıyoruz.
Perinçek adı geçen yazıda Sosyalizmin tarihini tevkifatlar tarihi olarak nitelendiriyor ve birkaç örnek üzerinden “tevkifatlara uğramayana solcu denmez” demeye getiriyor. Ne hikmetse tevkifatlar tarihini de cumhuriyet döneminde hapislikler bir iki yılı geçmez diyerek 1945 sonrasını işaret ederek anlatıyor!
İşte bu örneklerden sonra Perinçek dananın kuyruğunun koptuğu noktaya geliyor ve kendisinin de içerde olmasının verdiği “avantaj” ile soruyor; “Peki bizim ‘sosyalist’ ve hatta ‘komünist’ olduklarını belirten, her gün ‘sınıf mücadelesi’ konuşmaları yapan, ‘sermaye sınıfını ortadan kaldıracağını’ her eylemde yüksek sesle haykıran kardeşlerimize, o sınıf düşmanları, o zalim kapitalistler, o dinci-faşist yönetim yıllardır niçin hiç dokunmuyor? Bunu kendilerine ve birbirlerine hiç sormuyorlar mı?”
Perinçek’in gelmek istediği nokta açık. “Sınıf düşmanları, onları (kendileri haricinde kalan soldan bahsediyor) niçin ‘komünist’ veya ‘sosyalist’ yerine koymuyor?” sorusunu sorarak beklenen cevabı vermek; “Dinci-faşist iktidar, ‘sosyalist’ ve ‘komünist’lerimizden pek hoşnut, fakat Mustafa Kemal’in askerlerini zindanlara tıkıyor. Hiçbir tuhaflık yok. Çünkü toplumsal savaş ya da sınıf savaşı, Kemalist Devrim mevziisinde. Ve bütün tutuklamaların bir gediklisi var, o da İşçi Partisi.”
İşte bir Perinçek klasiği! Aydınlıkçıların, ne zaman kendilerini haklı çıkarmaya çalışsa veya eleştirilere cevap vermeye kalksa hemen karşıt görüşlere yönelttiği kelimeler aynıdır; “ajan”, “provokatör”, “onlar sol değil.”
Ancak Perinçek burada bir adım daha ileri gidiyor ve kendileri haricinde kalan solu mevcut düzenin “ip”lemediğini anlatırken hem adı geçen kesimlerin yıllardır verdiği mücadeleyi görmezden gelerek büyük haksızlık ediyor hem de olayları çarpıtarak kendilerine avantaj sağlamaya çalışıyor.
Öncelikle mevcut düzenin, AKP iktidarının ve onun arkasındaki emperyalist güçlerin Türkiye sosyalist hareketinden korkmadığı apaçık bir yalandır. Perinçek zamanında “solcular neden KCK’ya, Devrimci Karargâha seslerini çıkarıyor da Ergenekon’a seslerini yükseltmiyorlar” diyordu. Doğu bey galiba günümüzde Ergenekon’dan başka tertip görmüyor. Görse AKP iktidarının da sınıf düşmanlarının da kendileri haricinde kalan sosyalistlerden çekindiğini ve onlar üzerinde büyük baskılar uyguladığını görecek! Anlaşılan, ne polis panzerinin üstüne çıktığı için kemikleri kırılan genç, ne biber gazı ile ölen vatandaş, ne pankart açtığı için 8 yıl yiyen öğrenci, ne Grup Yorum bileti ya da dergi sattığı için gözaltına alınanlar, ne de Devrimci Karargâh‘tan ya da KCK‘dan içeri alınan kişilere uygulanan baskılar Perinçek’in umurunda. Anlaşılan baskı altında olmak için bir parti ve yöneticilerine seri baskınlar düzenlenmesi gerekiyor. Mesela Halk Cephesi veya Halkevleri üyelerine zaman içinde farklı eylemlerde, farklı zamanlarda yapılan tutuklamaların bir önemi yok, onlar baskıya girmiyor, AKP’nin rahatsız olduğunu göstermiyor. Varsa yoksa İşçi Partisi, varsa yoksa Kemalistler, varsa yoksa TSK. Tüm olay bu üçgende ve Kemalist devrim mevziisinde! Oysaki gerçek devrimciler ve sosyalistler, Ergenekon ile Kemalistlere, Devrimci Karargâh ile Sosyalistlere, KCK ile Kürtlere baskı uygulanmak istendiğinin ve bu 3 tertibin de arkasında AKP faşizminin olduğunun farkındalardı ve ilk aşamalarda belirsizlik yaşasalar da sonrasında çok doğru bir konum aldılar. Perinçek, “Mustafa Kemal’in askerleri içerde onlar dışarda” diyerek olayları saptırırken sisteme karşı tek oluşumun İP olduğunu vurguluyor. Sanki zamanında Kızıl Elma ittifakları kuranlar (bahsettiğim yazının ertesi günü de kızıl elma ittifakını neden yaptık diye haber yapmaları manidar), kendileri ile savaş halinde olan solcuları adreslerine varana kadar ihbar edercesine yazanlar, CHP arkasına takılarak sosyalizme ancak ulusalcılık yolu ile gidileceğini söyleyenler kendileri değildi de sosyalistlerdi!
Makalenin devamında ise Perinçek adeta liberaller ile sosyalistleri karıştırma çabası içine giriyor. Yazının başında ÖDP ve TKP’lileri arkadaşlarımız olarak görüyoruz diyen Perinçek daha sonra “Darbecilikle mücadelede kimin mevziisindesiniz?” diye soruyor ve arkasından tabii ki TSK’ya saldırarak AKP mevziisinde diye yanıtlıyor. “Yanı başınızda Ricciardione var” diyor, “Hepimiz Ermeniyiz diye kimin arkasından yürüdünüz?” diye soruyor. Aklın alamayacağı çarpıtmalar bunlar. Doğu bey, ya ÖDP ve TKP’yi takip etmiyor ya da bilerek ve isteyerek AKP kuyrukçusu liberaller ile ya da “yetmez ama evet”çilerle bu parti tabanlarını birbirine karıştırmaya çalışıyor. Adı geçen kuruluşlar ve örgütler AKP faşizmine karşı gerek Ergenekon tertiplerinde gerek diğer faşist uygulamalarında gerekse 12 Eylül referandumunda doğru cephede bulunarak asıl düzen solcuları ve AKP vagoncuları tarafından ne diye yaftalamıştı; Ulusalcı-Kemalist! İşte Aristo mantığı ile hareket eden Perinçek, “siz Hrant’ın ölümünü protesto ettiniz, siz gazetecilere özgürlük dediniz, ABD ve AB yetkilileri de bunu istedi, demek ki siz de onlarla aynı cephedesiniz” gibi komik bir düşünceyi öne sürmekle kalmıyor birçok devrimciye de haksızlık ediyor. Söz gelimi “sadece” Hrant‘ın ölümünü ve yargılama sürecini protesto etmek farklıdır, aynı zamanda Hrant’ın arkadaşlarının liberaller ile olan ilişkilerini eleştirmek farklı. “Sadece” Nedim ŞENER ve Ahmet ŞIK‘ın serbest kalmasını istemek farklıdır, bu iki gazetecinin serbest kalmasını diğer gazeteciler için de istemek farklı. ÖDP yayın organlarında ve bu yazının çıktığı ortamda yeri geldiğinde “Hrant’ın Arkadaşları”nın eleştirildiğini Doğu Bey isterse araştırıp bulabilir. Yine TKP ve yayın organlarını inceleme zahmetine girişilirse Ergenekon, Balyoz ve diğer tertipler hakkında, tutuklu gazeteciler arasında ayrım yapılmadığı hakkında bilgiler edinilebilir. Perinçek sosyalistlerin mücadelesinin gazetecilere özgürlük kampanyaları ile sınırlı olduğunu ve sermaye basınının da sosyalistlerin yanında olurken İP ve Ulusal Kanal yetkililerinin görmezden geldiğini belirte dursun beğenmediği komünistler, “Sosyalistlerin Meclisi”ni kurup Perinçek dahil, Mustafa Balbay’a, Tuncay Özkan’a ve tutuklu tüm gazetecilere siyasi kimliğine bakmaksızın, “haksızlığa uğradıysanız aynı görüşte olmamıza gerek yok, yanındayız” mesajı vererek vicdanın sesi oluyo
r! Daha da ileri gidiyor, pasif olmakla suçlanmasına rağmen baskının her türlüsünün arttığı bir dönemde gazete çıkarmaya karar veriyor. Sanırım bu kadarı bile Perinçek’in yazdıklarını boşa çıkarmaya yeter. “Sınıf” konusuna gelebiliriz!
Kendileri gibi davranmayanların sınıf mücadelesindeki yandaşlarının “bölücüler” ve emperyalistler olduğunu belirten Perinçek, sınıf mücadelesinde temel çelişkiyi sermaye ile emek arasında değil, emperyalizmle milli güçler arasında görürken aynaya bakmayı unutuyor! Sınıf savaşında emek mücadelesini ve sömürüsünü 2. plana iterek 21.yüzyılda asıl savaş ezen-ezilen milletler arasında sürmektedir diye buyuruyor. Yani mevcut düzeni açıklamakta iktisadi ilişkilerin önüne, kapitalizmin karşısına emperyalizmi ve milli güçleri koyarak temeli sağlam olmayan bir cepheye geçiyor. Bu, anti-kapitalist olunmadan anti-emperyalist olmanın bir göstergesi olarak ulusalcılardan beklenen bir davranış olsa da ülkücülere, CHP tabanına oynayan Perinçek için diğer sosyalistlerin sınıf mevziisini tartışmak biraz komik düşüyor.
Neredeyse tüm sol çevreler kapitalizmin büyük bir kriz içinde bulunduğunu ve bundan devrimci bir süreç çıkarılabileceği, sosyalistlerin bunun için birlik oluşturup çaba sarf etmeleri gerektiği konusunda hemfikir. Perinçek de bunun farkında ancak bu devrimci süreçte izlenecek yolun “aşamalı” olduğunu ve Kemalist devrimden geçtiğini, bunun dışında kalan solun “tınlanmayacağını” belirtmekte.
Marksistler, devrimci süreçlerle karşılaştıklarında, sadece “acaba buradan işçi sınıfının nihai kurtuluşunun koşulları çıkar mı yoksa çıkmaz mı” tartışmasına gömülmezler. Aynı zamanda söz konusu süreçleri mümkün olan en ileri noktalara doğru zorlamaya çalışırlar. Bu arada, devrimci olanaklara, son derece “iyimser” bir bakış açısıyla yaklaşırlar. Ancak burada asla ve asla bir sapmaya, kaygan bir zeminde “sağa” kaymaya ya da “hatalı sollamaya” düşmezler.
Burada açıkça bir “nesnellik” vardır ve bu nesnelliğe sahip olamayanların, daha önce denenmiş ve tarih bilimi tarafından başarısızlığı kanıtlamış “aşamaların” somut gerçekliğini göz önüne alacak cesarete sahip olmayanların devrimci bir enerji üretmesi beklenemez. Hatta bu çevrelerin zemini kaygandır her dönem başka ata oynarlar. Ve eninde sonunda varacakları nokta “proletarya diktatörlüğü” kavramını hiç kullanmayan, “devrim” kavramını kullananları “maceracı” olarak gören, “sosyalizm”in tepe noktasına “ulusalcılık” merdivenleri ile tırmanan, “işçi sınıfı”nı öncü bir güç olmaktan çıkarıp “milli güçlerin” kuyruğuna takan, iktisadi altyapı ilişkilerinden arındırılmış, “sosyal demokrat ve ülkücü” dolu bir “Marksizm” olur.
Sosyalistler ve Komünistler Cumhuriyet’in ve değerlerinin öneminin farkında ancak bunun tek başına kurtuluş getirmediğinin de bilincinde. Bugün 1.Cumhuriyet tüm yapı ve kurumları ile yok olmaya yüz tutmuşken izlenecek 2 yol var. Ya Perinçek ve destekçileri gibi denenmiş olan ve başarısızlığı 12 Mart ile kanıtlanan MDD tezlerine sarılarak tekrar 1. Cumhuriyeti canlandırmaya çalışmak ve 1930’lara dönmeye çalışmak. Veya içinde sosyalistlerin, aydınlanmacıların, ilericilerin ve yurtseverlerin olduğu bir ortamda bir araya gelerek artık 3. ve sosyalist bir cumhuriyet için uğraşmak!
Evet, 1.Cumhuriyetin ve destekçilerinin yenilgiye uğraması, tasfiye edilmesi onu destekleyen cumhuriyetçilerin veya aydınlanmacıların tarihin tozlu raflarına kaldırıldığı anlamına gelmez.
Evet, 1. Cumhuriyetten sosyalistlere kalan aydınlanmacı ve yurtsever birikiminin küçümsenmemesi gerektiği son dönemde birçok kez doğrulandı.
Ancak ulusalcılığın, Kemalist devrimin, “aşamalı” ilerlemenin 2. Cumhuriyet koşullarında geçerli bir önermesinin olamayacağı da açık.
Yenilgi üzerinden diriliş tekrar geriye dönmek ve denenleri tekrarlamakla değil yeni atılımlarla olur. Daha açık ifade edersek; “Türkiye’de bir dönem aydınlanmacılığın, halkçılığın, kamuculuğun ve laikliğin temsilcisi sayılan kesimlerin yenilgisi, baştan sona yepyeni, tarihsel bağlarından kopartılıp sıfırdan başlatılan bir aydınlanmacılık, halkçılık, laiklik, kamuculuk vb. anlayışını zorunlu kılmaz. Gerekli olan, yenilgisi tescillenen kesimlerin artık taşıyamadıklarını, başka kesimlerin, bu kez içeriğini zenginleştirip güncelleştirerek ve başka bir bağlama yerleştirerek taşımasıdır.
Eğer aydınlanmacılık, halkçılık, kamuculuk ve laiklikten söz ediyorsak, yeni taşıyıcı güç ancak ve ancak sosyalizm olabilir.” Ve üzülerek söylüyorum ki Perinçek’in sosyalistlerin tavrını eleştirirken çizdiği yol haritası ileriye yani sosyalizme değil geriye yani 1.Cumhuriyeti tekrar inşaya gidiyor.
Buradan yola çıkarsak 1.Cumhuriyete ait olanları tekrar geriye dönük olarak savunan ulusalcıların ve Perinçek’in AKP tarafından öncelikli düşman ilan edilmesi gayet doğaldır. Sonuçta sayıca fazla olan Kemalistlerin ve destekçilerinin baskı altına alınmasından sonra AKP faşizminin sosyalistler ve Kürtler olmak üzere diğer muhaliflere yöneleceği de açıktı. İşte bu aşamada “gerçek” sosyalistler hem nerede haksızlık ve zulüm varsa orada olmanın kendilerine yüklediği görev ile hem de “ilerici” 1.Cumhuriyetin bize armağanı olan ve sosyalizminde olmazsa olmazları içinde yer alan değerleri korumak ve bunu sosyalizm mücadelesine yedeklemek uğruna yaşanan tüm haksızlıklara karşı çıktı. Yani Perinçek’in belirttiği AKP sadece “Mustafa Kemal’in askerlerine” değil tüm muhaliflere baskı uyguluyor ve bu baskıdaki Perinçek ve grubunun önceliği sosyalistlerin pasif kendilerinin aktif olmasından değil AKP tarafından Ulusalcı-Kemalist kesim içinde değerlendirildiğindendir.
Sanırım bu kadarı yeterli!
Son olarak şunu da belirtmek isterim, zamanında bu alanda Cumhuriyet ve liberal solun ona bakış açısını eleştirdiğim bir yazıda; “Cumhuriyet’i ve kurucu felsefesini eleştirmek için şüphesiz en az ondan daha yüksek bir dünya görüşüne sahip olmak gerekir. Bu bağlamda adres doğaldır ki sosyalistlerdir. Ancak sosyalistler aynı zamanda Cumhuriyetin, onun ‘aştığı’ değerlerle örtüşen alanlara kaymış gerici-liberal ağızlarla eleştirilmesine de karşı çıkmalıdır” demiştim
Aynı durum Perinçek için de geçerlidir. AKP faşizmi altında yürütülen tüm siyasi ve düşünce özgürlüğünü kısıtlayan tertipleri gayrimeşru gördüğümden dolayı kendisinin de en az diğer tutuklular kadar haksızlığa uğradığını ve özgürlüğe kavuşmasını dilerim. Eleştirimiz peş peşe tazminata mahkûm bıraktığı dinci-gerici-liboş üçgeninin ağzından değildir. Ancak sonuçta kendisi içerde de olsa hala partisinin başında ve hala yazmaktadır, düşünceler ve teoriler ortaya atmaktadır. Bu bakımdan eleştiriyi de makul saymak zorundadır.
Kaynaklar:
Perinçek D., Tevkifatsız Komünistlik, 11.06.2012 (Aydınlık)
Çulhaoğlu M., Gerçekçi ol, mümkün olanı iste!, 29.07.2011 (BirGün)
Tercioğlu B., Gençlik Nasıl Dirilir, 28.05.2012 (soL)
Aksoy O., Sosyalist Cumhuriyet, birgün elbet, 30.10.2011 (sendika.org)
Altıner B., MHP tabanını dışlayarak solculuk yapılmaz (Perinçek röportajı), 29.05.12 (ip.org.tr)