Son iki günde iki önemli gelişme yaşadık, her iki gelişme de Türkiye’de kolay öngörülerin işe yaramadığını bir kere daha göstermiş oldu. Bu ülkenin kendine özgü toplumsal dinamikleri vardır, olayları salt aktüel siyasi polemikler ışığında değerlendirenler hep yanılırlar. Söz konusu dinamikler ile siyaset sosyolojisinin verileri bir arada ele alındığında doğru okumalar yapılabilir. Bakalım: Sayın Başbakan Erdoğan’ın […]
Son iki günde iki önemli gelişme yaşadık, her iki gelişme de Türkiye’de kolay öngörülerin işe yaramadığını bir kere daha göstermiş oldu. Bu ülkenin kendine özgü toplumsal dinamikleri vardır, olayları salt aktüel siyasi polemikler ışığında değerlendirenler hep yanılırlar.
Söz konusu dinamikler ile siyaset sosyolojisinin verileri bir arada ele alındığında doğru okumalar yapılabilir.
Bakalım:
Sayın Başbakan Erdoğan’ın “cemaat-hükümet çatışması” haber ve yorumlarının havada uçuştuğu bir dönemde, Fethullah Gülen Hocaefendi’yi Türkiye’ye davet etti. Yine Başbakan Erdoğan’ın başkanlık, yarı-başkanlık veya partili cumhurbaşkanlığı seçenekleri konuşulurken, Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla Sayın Abdullah Gül’ün de seçenek olabileceği konusu gündemdeki yerini almış oldu.
Yakın çevremdekiler bilir, aylardır benim tahminim bu yönde idi: Yani 7 artı 5. Karar öyle çıktı. 5 artı 5 şeklinde de çıkabilirdi, fakat Türkiye’nin iki ayağı bir ayakkabıya sıkışabilirdi. Anayasa Mahkemesi’nin 7 yıl seçeneğini teyit eder yönde karar alacağı bana göre yüzde 1 ihtimal dahilinde değildi.
AYM’nin verdiği karar önümüze iki yıllık yepyeni bir sürecin önünü açtı.
İlki, bundan sonra Erdoğan’ın yeni süreçte tek tabanca olduğu ihtimalini ortadan kaldırdı. En azından Erdoğan’ın teorik ve yasal olarak bir rakibi var. O da Abdullah Gül.
İkincisi yeni anayasal düzenlemelerle, cumhurbaşkanına hangi yeni yetkiler ve formasyonlar kazandırılırsa kazandırılsın, bu elbise sadece R. Tayyip Erdoğan’ın beden ölçülerine göre dikilmeyecek, terzi Abdullah Gül’ü de dikkate almak durumunda olacaktır. Bu, AK Parti’den bu yönde gelebilecek bütün talep ve önerilerde göz önünde bulundurulması gereken bir noktadır.
Diğeri, iki sene sonra adayların belirlenmesine sıra geldiğinde, Erdoğan mı, Gül mü sorusunun cevabı sadece kişisel tercih, parti içi eski konsensüs veya yol arkadaşlığının gerektirdiği vefa ile verilmeyecek. Cevapta toplumsal dinamikler, süren darbe teşebbüsleri davalarının seyri, vesayet rejiminin sona erdirilmesi yönünde kimin çaba gösterdiği, Kürt sorunu, STK’lar, iş dünyası, Türkiye’nin tıkanan dış politikasında yeni virajların alınıp alınmayacağı konusu, ekonomide ortaya çıkabilecek sürpriz gelişmeler, 2013-Kasım yerel seçimlerinde alınacak sonuç, yeni ve sivil bir anayasaya duyulan istek, gösterilecek samimiyet ve eğer anayasa değişirse parlamenter sistemin durumu da rol oynayacak.
Gül’ün ne düşündüğünü şu anda bilebilecek durumda değiliz. Ancak toplumsal iç dinamikler ve 12 referandumunun yeni sistemi önüne bir seçenek koydu. Bazen kişiler istemeseler de belli rollere zorlanabilirler.
Belirtmek gerekir ki, 2014’te seçilecek cumhurbaşkanı seleflerinden farklı olmak durumundadır. Cumhurbaşkanının zaten bugün sorumsuzluğuna karşılık hayli geniş yetkileri var, bir de buna halkın desteği, sandığın gücü eklenecektir. Hiç kimse halk tarafından seçilmiş bir makamda otururken, kendisine eşdeğer veya daha etkin bir yürütme ve başbakan istemez. Başbakanı da, yürütmeyi de doğal olarak rakibi görecektir. Bu açıdan Başbakan Erdoğan’ın başkanlık, yarı başkanlık veya partili cumhurbaşkanı formüllerini gündeme getiriyor olması boşuna değildir. 2007’nin e muhtırası ortamında “cumhurbaşkanını halk seçsin” formülü getirilirken bunlar üzerinde yeterince düşünülmedi, bugün ise karşımıza çıkmış bulunuyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın Arena’da yaptığı konuşma tam da AYM’nin karar vereceği günün arifesine denk geldi. İyi bir metindi, gönüllere inşirah verdi. Yakın ve aktüel politik anlamının ötesinde, Başbakan’ın “hasret bitsin” çağrısı 2002’den bu yana her seçimde oyları biraz daha artıran siyasetin bundan sonra da geniş toplumsal destekle yürüyebileceğinin tamamen farkında olduğunu ihsas ettirmiş oldu. Duygusal ve sahici retoriğine rağmen siyaseti realizm zemininde okuyabilen Başbakan da biliyor ki, çatışma zaaf getirir. Söz konusu toplumsal destek sistemin alacağı her şekil için de belirleyici olmaya devam edecektir. Doğru olanı, makul ve herkesin hayrına olanı da budur.