Fethiye Kadın Sosyal Dayanışma Derneği, uzun adını kendi buluşları olan ZENTARA simgesi ile kısaltmışlar. O zaman ZENTARA’ya iki sözcüğün birleşiminden meydana gelmiş sevimli bir dernek adıdır demek de mümkündür. Zen, bilindiği gibi Uzakdoğu felsefesinde aydınlanma sürecinde izlenecek en kestirmeden öğretim yöntemi anlamına geliyor. TARA ise Hindu dilinde yıldız ya da yaşamı var eden, besleyen tanrıçanın […]
Fethiye Kadın Sosyal Dayanışma Derneği, uzun adını kendi buluşları olan ZENTARA simgesi ile kısaltmışlar. O zaman ZENTARA’ya iki sözcüğün birleşiminden meydana gelmiş sevimli bir dernek adıdır demek de mümkündür. Zen, bilindiği gibi Uzakdoğu felsefesinde aydınlanma sürecinde izlenecek en kestirmeden öğretim yöntemi anlamına geliyor. TARA ise Hindu dilinde yıldız ya da yaşamı var eden, besleyen tanrıçanın öteki adıymış. Bu derinlikli iki sözcüğün bileşimi ile meydana gelmiş olan yeni anlam ise, adını verdiği derneğin amaçladığı sistemin özüyle birebir örtüşmektedir. Yani yaşamın her alanını var eden EMEK ile üretilenlerin aracısız, en kestirme yoldan tüketiciyle buluşmasıdır…
ZENTARA Derneği’nin kaptan köşkünde Sevgi Öndeş görünse bile, işler tamamen kolektif bir bilinç ve pratikle kotarılıyor. Şöyle de denebilir: Burada herkes işçi, herkes yönetici. Çoğu kadın olmak üzere onbeş yirmi kişi omuz omuza vermiş, hem üretiyor, hem ürettiklerini aracısız tüketiciye ulaştırmaya çalışıyorlar. Üretim konuları sadece besin, giyim, turistik eşya ile sınırlı değil kuşkusuz. Ürettiklerini aynı zamanda çevreye iyi bir eğitimci titizliği ve özverisi ile öğretiyorlar.
ZENTARA yönetimi, sanki bir eğitim kurumu imiş gibi Köy Enstitülerinin 72. kuruluş günü anısına bir de kültür etkinliği düzenlemişti. Bu nedenle bizleri de çağırdılar. Demek ki Köy Enstitülerindeki yaparak, yaşayarak, üreterek, öğretmek yöntemindeki gizi görmüşlerdi. Yani eğitimden öğretimden bize ne, varsın o işi eğitim kurumları yapsın kolaycılığına kaçmıyorlardı. Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği Başkanı Hasan Gürhan, yönetimden Sadık ve Kemal öğretmenlerle de sıcak ilişki içinde canla başla çalıştıklarını içimiz ışıyarak izledik.
Sevim, Sevgi, Seval tercihlerini emekten yana yapmış pırıl pırıl üç güzel kız kardeş. Tıpkı Doğu’daki Kürt kadınları gibi gerçek namusun, ahlakın, çalışmak üretmek ve daha önemlisi haksızlığa karşı suskun kalmamak olduğunu çoktan anlamışlar. Faşist derbelerde bedeller ödemiş, kayıplar vermişler. Ama biz görevimizi yaptık, bundan sonrasını başkaları yapsın dememişler. Doğru’ya giden yoldaki mücadeleyi en can alıcı yerinden yakalamış, söz değil iş üretiyorlar…
Köy Enstitülerinin varlığı çok tartışıldı. Bu ve benzeri kuruluşların oluşumunda genelde emperyalizmin evrensel anlamda tarımı modernize ederek sömürünün kan damarlarını açma gibi bir çabası olduğu bilinir. Özelde ise yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin padişahlıktan devraldığı kadroların yerine kendi felsefesine uygun personel yetiştirme çabasıdır denir. Fakat burada genel ve özel ne düşünürse düşünsün diyalektik kendi hükmünü icra etmiştir. Hakkı Tonguç’un da önemli katkısı ile, köylü çocukları uyanarak sistemle çelişmişlerdir. Yani komünistlikle damgalanmışlardır. Bu okulların elbette eleştirilecek yanları vardır. Örneğin halkın dinsel inançları ve kimi gelenek görenekleriyle bu kadar çelişip çatışmayabilirlerdi. Ayrıca bazen işi kafatasçılık boyutuna götüren öğrencilerinin ulusalcı iştahlarının önünü kesebilirlerdi. Fakat bunun için ömrü yetmedi, yeteri kadar tutucu, antikomünist düşmanı oldu gibi mazeretlerle teselli buluyoruz. Bu arada tamamen burjuvazinin tekelinde olan eğitim öğretim ve kültürü, ilk kez yoksul köylülerden yana akıtmaya başlayan bir girişim olduğunu da unutmuyoruz. En azından dünya klasiklerini okullara sokması, sosyalizmin yolundaki çakıl taşlarını temizlemiştir. Daha güzeli bu gün bile ZENTARA Derneği gibi güzel bir kuruluşa kolektif üretim ve tüketim konusunda dolaylı da olsa rehber, ya da anı yoldaşı olmasıdır…
İtaki Yayınevi’nin kültür temsilcisi Onur, müzik öğretmeninden çok iyi bir edebiyat öğretmenine benziyordu. Siyasi ve doğal havaların muhalefetine karşın ZENTARA’nın içini dışını kitaplarla bezemişti. Bu arada bir de Erhan Başkurt’a rastlamam mı? O da kim diyeceksiniz. O, 12 Mart Faşist Darbesi’nde beni yargılayan 2 Nolu Askeri Mahkemenin Başkanı Orhan Başkurt’un öz oğlu. Bu mahkemenin Remzi Şirin ve Bahri Belen gibi iki namuslu ve yürekli üyesi daha vardı. O zamanın darbecileri, sırf devrimcileri peşin emirlerle mahkum etmedikleri için bu mahkemeyi lağvetmiş ve yargıçlarını da cezalandırmışlardı…
Kibele’nin anayurdu olan bu topraklarda, erkek devrimciler kadının önemini anlamadıkça zor başarılı olacaklardır. Doğuda Kürt kadınlarından, Fethiye’de ZENTARA’lı kadınlardan öğreneceğimiz daha çok şey olmalı diye düşünüyorum…