“Sağlık-Sen Alanya Şube Başkanı Süleyman Karaman, sağlık çalışanlarının hizmet verdikleri sağlık kurumlarının yönetimi hakkında yeterli eğitim ve donanıma sahip olarak kurumun daha kaliteli ve verimli hizmet sunmasını amaçladıklarını söyledi.” “Bu protokol, Sağlık-Sen Antalya Şubesi ile Beykent Üniversitesi Rektörlüğü arasında düzenlenmiştir.” “Protokolün konusu Sağlık-Sen Antalya Şubesi üyelerinin Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde ‘Hastane ve Sağlık Kurumları […]
“Sağlık-Sen Alanya Şube Başkanı Süleyman Karaman, sağlık çalışanlarının hizmet verdikleri sağlık kurumlarının yönetimi hakkında yeterli eğitim ve donanıma sahip olarak kurumun daha kaliteli ve verimli hizmet sunmasını amaçladıklarını söyledi.”
“Bu protokol, Sağlık-Sen Antalya Şubesi ile Beykent Üniversitesi Rektörlüğü arasında düzenlenmiştir.”
“Protokolün konusu Sağlık-Sen Antalya Şubesi üyelerinin Beykent Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsünde ‘Hastane ve Sağlık Kurumları Yönetimi’ Yüksek Lisans programında eğitim görmeleri hususundadır.”
“Yüksek Lisans programına katılacak her aday öğrenci Sendika aracılığıyla belgelerini üniversiteye teslim eder.”
Yukarıda yer alan alıntıları okuyunca “ne var bunda” diye düşünebiliriz. Bir sendikanın üyelerine bazı imkanlar sunmasının, hele hele onları işçilikten kurtararak mesleklerini yönetici olarak yapmalarını sağlamasının ne zararı var?…
Diğer taraftan sendika ne işe yarar, diye düşünerek bu sorulara cevap arayalım. Sendikanın görevi nedir? Üyelerinin hak ve hukuklarını korumak ve geliştirmek. Bunu kime karşı yapacak? İşverene karşı. İşveren işyerindeki varlığını yani yönetimini, denetimini kimin vasıtasıyla yapar? Eğer küçük ölçekli bir işletmeden bahsetmiyorsak yöneticileri aracılığıyla ki sağlık işletmeleri giderek büyük ölçekli yerli-yabancı sermayenin faaliyet gösterdiği bir sektör oluyor…
Peki bir sendika niye işverenin vekilliğini yapacak kadrolar yetiştirmek için özel bir çaba içerisine girer. Sağlık Sen‘in Alanya Şube Başkanı bunu açıkça söylemiş: “Sağlıkta Dönüşüm Programı’na destek vermek istiyoruz.”
Sana ne kardeşim, devletimiz veya sermayemiz hastanelere yönetici yetiştirme konusunda bir acze mi düştü? Hani sendikaların temel özelliklerinden biri devletten ve sermayeden bağımsız olmaktı? Burada önemli olan bir sendikanın, hükümetin bir uygulamasını desteklemesi değil, hükümetin programına kadro yetiştiren organik bir ilişki içine girmesi.
AKP sendikaları, bırakın devletten bağımsız olmayı, hükümetten bile bağımsız olamıyor. Bu önemli bir ilkedir; çünkü eğer bir sendika bu iki unsurla arasına mesafe koymazsa bunlardan üyelerine gelecek zararlara, hak ihlallerine karşı üyelerini korumakta acze düşer. Bu eşyanın doğası gereği böyledir. Kuşkusuz hal böyle olunca AKP sendikalarının işçi-kamu çalışanı haklarını korumak gibi bir işlevi olmadığını esas amacının iktidara kitle tabanı sağlamak ve işçi muhalefetini hareket edemez hale getirmek olduğu akla geliyor.
Türk-İş kuruluş amacı gereği “partiler üstü, siyaset üstü” lafzıyla kendi misyonunu belirlerken esas olarak kendisini kapitalizmin ve devletinin sendikası olarak tarif ediyordu. AKP sendikaları ise doğrudan kendisini siyasi iktidarın ve onun düzeninin sendikası olarak tarif ederek faşizmin korporatist sendikal anlayışını temsil ediyor. Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın yöneticilerinin sendikaların seçtiği insanlardan oluşması, faşist düzenin çok temel özelliklerinden biri olan bütün kurum ve kuruluşların devletin eli kolu olarak faaliyet göstermesi ilkesinden kaynaklanıyor. AKP sadece iktidarını sağlamlaştırmak için yargı, YÖK, emniyet gibi devlet kurumlarını ele geçirmekle kalmıyor. Çok ince yapılmış planlarla olası muhalefet dinamiklerini de köreltmek için uzun vadeli programlar uyguluyor. Sendikaları kendi iktidarının bir parçası yapmak için bugüne kadar izlediği yol bunu gösteriyor. Kendisine muhalif sendikal yapıları bir bir tasfiye ederek Memur-Sen’i bir numaralı sendika haline getirdi. İşçi alanında da Türk-İş’in altını oymaya devam ediyor. Bu sürecin sonunda iktidarın eli kolu olmuş bir sendikal yapının oluşması bekleniyor.
Kuşkusuz işçi mücadelesinde evdeki hesabın çarşıya uymadığını çok iyi biliyoruz. 1950’li yıllarda da devletimiz Türk-İş’i kurarak olası bir işçi muhalefetini önlemek istemişti ama ’60’lı yıllardaki işçi dalgasının önünde duramamıştı. Her gün bir iş cinayeti yaşanırken AKP iktidarını da başka bir son beklemiyor…