Türkiye’de farklı bir adlandırmayla toplumsal tepkinin en alt düzeye çekilmesi hedeflenen “acele kamulaştırma” yalnızca Türkiye’de değil bugün bütün dünyada hızla uygulanmakta olan bir “mülksüzleştirme” (dispossession) pratiğidir. Gerçekten de tanım gereği kamulaştırma “kamu yararı söz konusu olan arsa veya arazilerin elde edilmesi için mal sahiplerine yaptırılan zorunlu satıştır (Kitay 1985, aktaran Akyol, Yomralıoğlu, Uzun, 1992, s.157)”. […]
Türkiye’de farklı bir adlandırmayla toplumsal tepkinin en alt düzeye çekilmesi hedeflenen “acele kamulaştırma” yalnızca Türkiye’de değil bugün bütün dünyada hızla uygulanmakta olan bir “mülksüzleştirme” (dispossession) pratiğidir. Gerçekten de tanım gereği kamulaştırma “kamu yararı söz konusu olan arsa veya arazilerin elde edilmesi için mal sahiplerine yaptırılan zorunlu satıştır (Kitay 1985, aktaran Akyol, Yomralıoğlu, Uzun, 1992, s.157)”. Ancak burada kamu yararı yalnızca sermaye sınıfının çıkarını temsil etmekte ve yerelde topraklarını satmaya zorlanan halkların çıkarı hiçbir şekilde “kamu yararı” anlamına gelmemektedir. İddiaya göre sanayi, hizmetler ya da endüstriyel tarım alanında yapılan bütün kapitalist yatırımlar son kertede halkın ihtiyaç duyduğu malları ürettikleri için bu üretimlerin her biri birer “kamu yararı” olarak tanımlanmaktadır. Birincisi, bu üretimler mutlaka toplumun temel bir ihtiyacına tekabül etmezler. Örneğin bir kırsallıkta, yerel halkı topraklarından koparmak pahasına yapılan bir silah sanayi yatırımı gerçekte halkların hiçbir ihtiyacını karşılamadığı gibi o ülkenin ya da başka ülkelerin halklarının yaşam haklarını tehdit eden bir üretim yapacaktır. Benzer şekilde Cargill, Monsanto ya da Novartis benzeri tohum tekelleri eskiden tarım alanı olarak kullanılan yerelliklerde hormonlu ya da genetiği değiştirilmiş tarım ürünleri üretirken gerçekten bir kamu yararı değil, kamu zararı üretirler. Ama sırf kapitalist bir üretim yapıyor olmaları dolayısıyla kamu yararı ürettikleri iddia edilir. İkincisi, kapitalist toplumlarda hiçbir üretim halkların ihtiyaçlarını veya kamusal yararı karşılamayı amaçlamaz. Çünkü kapitalist üretimin tek bir amacı vardır, üretim için yatırılan sermayeyi toplumsal artı değerle genişletmek, sermaye birikimini hızlandırmak. Bu amaç o kadar net, o kadar görünür durumdadır ki, yaşam için en temel üretim olan gıda malları bile kapitalist piyasada para karşılığında satılır. Başka bir deyişle gıda mallarına bile sadece paraya sahip olanlar erişebilir, parası olmayanlar ise açlığa mahkûm edilir. Oysa kamu yararında en azından tanım olarak, parası olanlar ve olmayanlar gibi böyle bir ayrım yapılamaz, kamu yararı koşulsuz ve şartsız herkesin erişebildiği bir şeydir. Bu nedenle zorla yapılan el koymalar için genelde “mülksüzleştirme üzerinden birikim süreçleri” tanımı yapılmaktadır (Swyngedouw, 2005, s.82).
Bütün dünyada güç geometrilerini yeni baştan dizayn eden mülksüzleştirme pratikleri sonucunda yerelle ve kentle ilgili stratejik kararlarda halkın sesi tamamen kesilirken, sermayenin sesi Devletlerin gücüyle birleşerek tek ses haline gelmekte; mülksüzleşmenin kendi doğal yönetim biçimi iş başına geçmektedir (Swyngedouw, 2005, s.93). Devletlerin bu süreçte etkisiz aktör ya da “istek dışı yapmaya mecbur kalan taraf” olduğuna dair tezlere karşı Erik Swyngedouw ne hükümetler ne de devletlerin sadece araçsal bir konumda olmadıklarının altını çizmektedir:
Hükümetler ve devletler özelleştirmenin yalnızca kolaylaştırıcısı değildir, çünkü aynı zamanda şirketlerin karşılaşabileceği ekonomik ve politik riskleri azaltma, karlılıklarını garanti altına alma konularında da merkezi bir rol üstlenmişlerdir. Örneğin Dünya Bankası Ecuador’da su özelleştirmeleriyle ilgili olarak, politik istikrarsızlık, toplumsal muhalefetler de dahil olmak üzere bütün risklerin bertaraf edileceği garantisi için 18 milyar $ tutarında bir garanti sözleşmesi yapmıştır (2005, 90).
Yukarıdaki alıntıda sözü geçen garanti sözleşmesi, Türkiye Hükümeti’nin de 3 Kasım 2011 tarihinde revize ederek yürürlüğe koyduğu MIGA-Çok Taraflı Yatırımlar Garanti Ajansı sözleşmesinin yeni versiyonudur. Gerçekten de Dünya Bankası altında imzalanan bu yeni sözleşmede devletler yerli ve yabancı yatırımcıların karşılaşacağı olası bütün riskleri bertaraf etme taahhüdünde bulunmakta, “gayrı ticari risk” tanımlaması dolayısıyla toplumsal muhalefet de bu risklerden sayılmaktadır. Acele mülksüzleştirme yasalarını MIGA’nın yeni versiyonu ve Türkiye’de geçen hafta açıklanan yeni Teşvik Paketi ile ilişkili olarak okuduğumuzda:
Enerji ve inşaat sektörleri Teşvik Paketinde “stratejik yatırımlar” olarak tanımlanmış; stratejik yatırımlara özel teşvikler sağlanacağı belirtilmiştir. Her iki sektör de önemli büyüklükte arazi tahsislerini gerektirmesi bakımından acele mülksüzleştirmenin öncelikli olarak uygulanacağı sektörlerdir.
MIGA’nın sağladığı yeni garantiler hem bu alanlarda yatırım yapacak tekil sermayelerin bu sektörlere duyduğu ilgiyi arttıracak, hem de yerelde artan yatırımların kışkırtacağı acele mülksüzleştirmeye karşı yükselecek toplumsal muhalefeti bastırmak için kullanılan baskı ve şiddet araçları menüsünü zenginleştirip, çeşitlendirecektir.
Stratejik sektörler olarak belirlenen alanlar yalnızca kırsalla sınırlı olmadığı için, örneğin inşaat sektörü alanına giren kentsel dönüşüm süreçlerinde de acele mülksüzleştirmelerin hızlanacağı açıktır.
Kamulaştırma çok eski yıllara dayanan bir uygulama olmasına karşın günümüzde “acele” ön takısının eklenmesinin nedeni ise hem kapitalist üretim açısından hızın giderek artan öneminden hem de kırsala yönelik sermaye yatırımları sırasında karşılaşılan toplumsal tepkilerin geciktirici ve maliyet arttırıcı etkilerinin giderilmesi gereğinden kaynaklanmaktadır. Toplu Konut İdaresi Başkanlığı ile Düzce Belediyesi’nin işbirliğinde yürütülen kentsel dönüşüm projesi kapsamında 128 parselin Düzce Belediyesi tarafından “acele kamulaştırılması” için alınan karar bu tespitimizi doğrulamaktadır. Konuyla ilgili olarak yapılan açıklamalarda Düzce Belediye Başkanı İsmail Bayram, uzlaşmaya varılamayan hak sahiplerine dava açacaklarını söylemektedir. Karar ile birlikte projenin hızlanacağına işaret eden Başkan Bayram şöyle devam etmektedir:
“Bu kararı bekliyorduk. Sürecin nasıl devam edeceğini biliyoruz. Bizimle uzlaşmayanlara dava açacağız. Davalar da hızlı şekilde görülecek. Bir yandan projemizle ilgili çalışma var. TOKİ de burada projeyi hemen başlatmak istiyor. Biz de zaten istiyoruz. Bu sene içinde temel atılır diye düşünüyorum. Hızlı bir şekilde ilerleteceğiz.”
Yukarıdaki alıntıda “acele” ibaresinin nesnel nedenleri açıkça görülmektedir. Kentsel dönüşüm inşaat, müteahhitlik ve bağlantılı sektörlerin yatırımcılarını doğrudan ilgilendiren bir üretim alanıdır. Bu dönüşüme karşı geliştirilen her türlü tepki ve muhalefet inşaatların başlama tarihlerinde uzun ertelemelere yol açmakta, dolayısıyla da yatırımcı şirketlerin hem maliyetlerinin artmasına hem gecikmelere yol açmaktadır. Alınan acele mülksüzleştirme kararıyla bir yandan muhalefet baskı altına alınırken bir yandan da yatırımlara start verileceği anlaşılmaktadır.
Acele mülksüzleştirme yasasının toplumsal yansımalarına bakıldığında ilk göze çarpan, yerelliklerdeki geleneksel tarımın yerini ya sanayinin ya da endüstriyel tarım üretiminin almasıdır. Biraz daha açmak gerekirse acele mülksüzleştirme yerel halkın geçimlik tarım yaparak, kendisini çevreleyen doğal varlıklarla barış içerisinde yaşadığı ve hem ailesinin hem de ürününü ulaştırabildiği yakın çevre halkının sağlığını tehdit etmeyen bir önceki durumun tam anlamıyla alt üst oluşudur. Bu uygulamanın beklenmesi gereken birincil sonucu zorunlu göçtür. Zira geçimlik topraklarını kaybeden yerel halkların önemli bir bölümü yaşamak için iş bulmak zorunda kalmakta ve iş aramak