Sağlıktaki bu yeni uygulama, ne ”beceriksiz hükümetin başka bir yanlış uygulaması”, ne “sağlığımızın daha kaliteli hale gelmesi için el birliği ile katkı koyma işi”, ne de “göçmenlerin yükünü ‘bize’ ödetmeleri”dir. Bu uygulama, neoliberalizmin krizine ek olarak AKP hükümetinin sömürgeci anlayışının bir başka (ve sonuncu olmayacak olan) yansımasıdır Kıbrıs’ın kuzeyi, nam-ı diğer kktc, bugünlerde katmerli bir […]
Sağlıktaki bu yeni uygulama, ne ”beceriksiz hükümetin başka bir yanlış uygulaması”, ne “sağlığımızın daha kaliteli hale gelmesi için el birliği ile katkı koyma işi”, ne de “göçmenlerin yükünü ‘bize’ ödetmeleri”dir. Bu uygulama, neoliberalizmin krizine ek olarak AKP hükümetinin sömürgeci anlayışının bir başka (ve sonuncu olmayacak olan) yansımasıdır
Kıbrıs’ın kuzeyi, nam-ı diğer kktc, bugünlerde katmerli bir krizin içerisinde. Bir yandan, tüm dünyayı saran ve faturasının emekçilere, ezilenlere ve çalışanlara ödetilmeye çalışıldığı neoliberal kriz, öte yandan AKP hükümetinin, Kıbrıslı Türk halkı üzerindeki ekonomik yayılmacı anlayışı, Kıbrıslı Türk halkının çetin günlerden geçmesine sebep oluyor. “Ana muhalefet” Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) yetkilileri ve ideologları “özelleştirilecek kurumlar var, özelleştirilmeyecek kurumlar var; ayrıca özelleştirme yapılacaksa, usulüne uygun yapılmalı” diye tartışadursun, Kıbrıs’ta kamusal olan ne varsa yok etmeye ant içmiş AKP hükümeti ve onun Kıbrıs’taki işbirlikçisi Ulusal Birlik Partisi hükümeti, kararlılıklarını, Kıbrıs Türk Hava Yolları, Doğu Akdeniz Üniversitesi üniversite öncesi kurumları, Kıbrıs Türk Petrolleri, Özelleştirme Yasası ve yeni Sosyal Sigortalar Yasası süreçlerinde göstermişlerdi. Geçtiğimiz ay el attıkları Elektrik Kurumu’nda ve Telekomünikasyon Dairesi’nde işçilerin direnişi ile karşılaşıp geri adım atmış olsalar da, bunun bir “vazgeçiş” değil, sadece bir “erteleme” olduğundan artık en ufak bir şüphe duyulmuyor.
Saldırı zincirinin son halkasını ise, kamusal bir hak olan, halkın hakkı olan sağlıkta başlatılan uygulamalar oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta sağlık bakanı Ahmet Kaşif, daha önce hastanelerde “bağış” adı altında toplanan veya toplanmaya çalışılan Hastane Tesisat Fonu’nun, Hastane Fon Yasası şeklinde değiştirildiğini belirterek, daha önce bağış adı altında toplanan ücretlerin yasaya bağlı olarak katkı şekline çevrildiğini söyleyerek, bu açıklamadan kısa bir süre önce, devlet hastanelerinde, halktan sağlık hizmetleri karşılığı para talep edildiği ile ilgili ortaya çıkan söylentilere “netlik kazandırdı.” Halkın sırtına ağır bir yük olarak daha binecek bu uygulamayı yürekli bir şekilde dahi savunamayan sağlık bakanı, “Ama bu ücretler Kuran kelamı değil, sağlıkta odak önce insan sağlığı, sonra ücrettir” ve “Bu bir katkıdır. Eğer hasta param yok diyerek bu katkıda bulunmazsa da hizmet alacaktır. Kimsenin boğazını sıkacak değiliz” dese de, geçtiğimiz gün sağlık bakanlığı müsteşarı, bir haber ajansına “Bir günde 50 bin TL toplandı” açıklamasını yaptı. Bunun yanında, hükümet yetkilileri, bu uygulama hakkında “ücret talebi değil sadece bağış” palavrasını yineleyedursun, hastanelerde hangi hizmetler karşılığı hangi ücretlerin talep edileceği ile ilgili listeler ortaya çıkmaya, hastalar kayıt işlemlerini yaptırabilmek için önce vezneye yönlendirilmeye başlandı bile.
kktc anayasasının 45. maddesi, devlete, sağlık hakkını herkese sunma ödevini yüklerken, kapitalizmin kriz dönemlerinden alışkın olduğumuz üzere, yasalar bir kez daha askıya alınmış durumda. Bu yüzden söz konusu mücadele de, belli başlı ‘muhalif’ çevrelerin öne sürdüğü üzere ‘yasal’ yoldan değil, halkın kendi mücadelesi biçiminde sürmeli. Yunanistan’da da açıkça görüleceği gibi burjuva demokrasisinin dahi askıya alındığı bu kriz döneminde, yasal yolları bir kalkan olarak kullanmak, elbette mücadele unsurlarından biri olsa da, sığınılacak tek liman haline dönüşmemelidir.
Burjuvazi, kendi sınıfının krizinin bedelini halka ödetirken, “ülkemiz zor durumda, birlik ve beraberlik içinde bunun altından kalkmak için, bazı bedeller ödemek durumundayız” mazeretini kullanır hep. Kapitalizmin krizinin kaynağını ve somut gerçekliğini soyutlaştırıp, krizi “hepimizin krizi” diye sunup, bedelini de sadece halka ödetirler. İşte kktc hükümetinin sağlık bakanlığı müsteşarı da, sağlıktaki bu yeni uygulamanın, sağlığı ayağa kaldırmak için gereken mali kaynağı sağlamaya yönelik olduğunu söyleyip, bunun “el birliği ile” yapılması gerektiğini anlatıyor bizlere. Öte yandan, kamusal bir hak olan sağlık hakkının aşındırılmaya ve yok edilmeye başlamasının tek sonucu ekonomik değil elbet.
1974’ten beri Türkiye hükümetleri eli ve kktc’deki işbirlikçileri aracılığı ile adaya Türkiye’den önemli miktarlarda nüfus taşındı. Kıbrıslı Türk halkının sosyo-kültürel hayatına önemli bir tehdit olan nüfus taşıma suçunun hesabını, bu uygulamayı hayata geçirenlerden değil de, hayatlarını kazanmak dışında hiçbir gailesi olmayan, genelde yoksul/ezilen durumunda olan göçmenlerden sormak, kktc’deki bazı ‘sol’ kesimlerin bile içine düştüğü bir yanılgı. Zaten ülkede baş göstermek için fırsat arayan “Kıbrıslı Türk milliyetçiliği” veya “Kıbrıs milliyetçiliği” için, sağlıktaki bu yeni uygulama, bulunmaz bir fırsat zemini oluşturuyor; zira hastanelerden en çok faydalananlar, bundan başka imkanı olmayan on binlerce sigortalı ve yoksul göçmenlerdir. Göçmen düşmanlığının ve ırkçılık tehlikesinin taşıdığı potansiyel o kadar büyük ki, “ana muhalefet” CTP’nin yayın organında bile, bu yönde köşe yazıları çıkmaya başladı bile.
Sonuç olarak bilinmelidir ki, sağlıktaki bu yeni uygulama, ne ”beceriksiz hükümetin başka bir yanlış uygulaması”, ne “sağlığımızın daha kaliteli hale gelmesi için el birliği ile katkı koyma işi”, ne de “göçmenlerin yükünü ‘bize’ ödetmeleri”dir. Bu uygulama, neoliberalizmin krizine ek olarak AKP hükümetinin sömürgeci anlayışının bir başka (ve sonuncu olmayacak olan) yansımasıdır. Bu uygulama, yapısal bir krizin ifadesidir; bu uygulama, Kıbrıslı Türk-Türkiyeli ayrımı ile direnilecek bir uygulama değil, sınıfsal ve sömürgeci bir yapıda, ezilenlerin/yoksulların/emperyalist hedeflerin nesnesi haline getirilmeye çalışılanların tarafında saf tutularak direnilecek bir uygulamadır; bu uygulama, kendi krizlerini halka ödettirmeye çalışan egemenlere, “krizini de al git” demek için bizlere bir başka mücadele zemini sunan bir uygulamadır. Krizi fırsata çevirmek, sadece sermayedarların değil, halkın da görevi olmalı; ve bu krizi, egemenlerin aleyhine çevirmek için bir fırsat olarak görüp tez elden örgütlü mücadeleye girilmelidir.
* Celal Özkızan
Baraka aktivisti