Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si ile Vladimir Putin’in Rusya’sı arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunduğu aşikâr. İki ülkede de baskıcı devlet geleneğini sahiplenen otoriterleşmeci siyasi kültür ve liderlik etme anlayışları, benzerliklerin oluşmasında en önemli rolü oynuyor. Putin ve Erdoğan’ın temsil ettiği ideolojilerin birbirinden farklı olmasının bu bakımdan bir ehemmiyeti yok. Neticede ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Seçimli otoriterliğe… […]
Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye’si ile Vladimir Putin’in Rusya’sı arasında şaşırtıcı benzerlikler bulunduğu aşikâr.
İki ülkede de baskıcı devlet geleneğini sahiplenen otoriterleşmeci siyasi kültür ve liderlik etme anlayışları, benzerliklerin oluşmasında en önemli rolü oynuyor.
Putin ve Erdoğan’ın temsil ettiği ideolojilerin birbirinden farklı olmasının bu bakımdan bir ehemmiyeti yok. Neticede ikisi de aynı kapıya çıkıyor. Seçimli otoriterliğe…
Rusya’daki otoriterlik petrol ve gaz gelirleri ile sübvanse ediliyor. Türkiye’deki popülist otoriterliğin siyasi yakıtı ise ekonomik büyüme…
AKP iktidarı her seçimden oyunu artırarak çıkmışsa, bunda, büyüme sayesinde genişleyen kamu parasını harcama imkânlarını, yoksul seçmeninin hayatını iyileştirici kaynak transferlerinde de beceriyle kullanmasının önemli payı var.
Sonra, Türk ve Rus medyalarının durumu da benziyor birbirlerine…
Rusya’da medyanın neredeyse tamamı Kremlin tarafından kontrol ve sübvanse edilir.
Türkiye’de ise medyanın yarısından fazlası siyasi iktidar koalisyonunun kontrolündedir. Geri kalanı da büyük ölçüde sindirilmiş ve kendi kendisini iktidarın menfaatine oto-sansürüyle kontrol eder hale getirilmiştir.
İki ülkenin muktedirleri birbirlerine iktidar modeli oluştururlar.
Benzerlikleri arasında, muhalefetlerinden yana şanslı oluşları da var.
Üstelik tarihsel bir şans bu, çünkü istikbal adına bir değer ve alternatif ortaya koyarak, politika üreterek kendilerine dünyayı dar eden ve dolayısıyla ciddiye alınmayı da hak eden bir ana muhalefet yok ülkelerinde…
Her iki ülkede de ana muhalefet geleceği değil, geçmişi temsil ediyor. Zamanın, toplumsal dinamiklerin ve nesnel değişimin geçersiz kıldığını, eski rejimleri…
Rusya’da ana muhalefet, Gennadi Züganov liderliğindeki Rusya Federasyonu Komünist Partisi. Geçen 4 Aralık’ta yapılan Rusya Parlamentosu (Duma) seçimlerinde oyların yüzde 20’sini aldı; Putin’in yüzde 50 kaydeden “Birleşik Rusya”sının ardından ikinci sırada, ana muhalefet konumunu sürdürdü.
Komünist Parti’nin duygu ve düşünce ikliminin ana unsuru “Sovyetler Birliği nostaljisi”… Stalinci, solcu-milliyetçi bir siyasi doğrultudalar. En büyük desteği emeklilerden alıyorlar. Reaksiyoner bir tabanları var. Onları birleştiren, nelerden yana olduklarından ziyade nelere karşı oldukları…
Komünist Parti gösterilerinde çekilmiş fotoğraflarla ne zaman karşılaşsam yaşını başını almış insanların öfkeli yüzlerini görürüm. Bu karelerde gençler hep küçük bir azınlıktır.
Partinin eskiyi ve geçmişi temsil ettiğinin görsel kanıtıdır bu hüzünlü fotoğraflar.
Bu duygunun bir benzerini geçen 4 Aralık’ta İzmir’de düzenlenen CHP mitinginin fotoğraflarına bakınca da yaşamıştım. Alanı dolduran kitle çoğunlukla orta yaş ve üzerindeki insanlardan oluşuyordu; gençler bir hayli azınlıkta kalmışlardı.
Bugünkü CHP’nin başlıca iki sorunu var…
Birincisi ve en önemlisi, etkin parti tabanının, tıpkı Rusya’nın Komünist Partisi’ninki gibi nostaljik ve gelecek korkusuyla karakterize olmuş kimliği…
Hayli reaksiyoner ve stresli bir taban bu ve partideki değişimci girişimleri sürekli biçimde akamete uğratmak yönünde etkide bulunuyor. Muhafazakâr Kemalist, katı laikçi ve ulusalcı… Anti-Kürtçü, anti-İslamcı ve anti-Batıcı…
Sekülerleşmiş kentli orta sınıflarla Aleviler arasındaki CHP buluşmasının ortak paydası, yaşam tarzları ve özgürlüklerinin, baskılayan İslamcı muhafazakârlaştırma karşısında güvence altına alınmasıdır.
Deniz Baykal liderliği, siyasi varlığını bu korkulardan ürettiği rantla, yüzde 20’lik bir oy seviyesi konforuna kanaat ederek sürdüre gelmişti. Ta ki röntgenci siyaset mühendisleri çetesinin 2010 mayısındaki video darbesine kadar…
İkinci sorun da işte bu noktada, Baykal’ı terke zorlayan konjonktürde oluştu.
CHP’de bir kesim, değişmek ve partiyi geleceğe hazırlamak gerektiğinin farkındaydı. İktidarda ve ülkenin geleceğinde söz sahibi olmak için partinin devletçi siyasi kültürünü, bölgesel ve sınıfsal sınırlanmışlığını aşan, yenilikçi ve modern bir sosyal demokrat hüviyet kazanmak…
Ama aradan geçen zamanda olmadı ve olmuyor. Liderlik değişiminin parti tabanından kaynaklanan özgün dinamikler ile değil de dışarıdan tetiklenerek zorlanmış olmasındaki çarpıklığın beraberinde getirdiği sorunlar bir taraftan engelledi…
Yeni liderliğin, tabanın muhafazakâr reflekslerine rağmen hem partiyi dönüşüme ikna etmekte, hem de değişimi planlayıp sürdürecek kifayet ve dirayeti sergilemekte başarısızlığa uğraması diğer taraftan mani oldu.
Neticede, işte yine CHP bütün anketlerde Baykal zamanında olduğu gibi yüzde 20’de görünüyor.
Bu haliyle bile CHP’nin bir geleceği olabilir. Ama ülkenin geleceğinde bir yeri olabilir mi, orası şüpheli.