Köprülerle birbirine bağlanan kentlerde, köprü sadece bir geçiş yeri değil, bir anı mekanıdır da. Kimi zaman bir nehrin, denizin böldüğü iki yakayı, kimi zaman ise bir vadinin iki tepesini bağlayabilir bir köprü. Ulaşmayı mümkün kılar. Ulaşma süresini kısaltır. Maliyetleri azaltır. Zorluklarla baş etmeyi sağlar. Ben köprüleri severim. Bir denizin, bir nehrin üzerinden, maviliği, martıları, gökyüzünü […]
Köprülerle birbirine bağlanan kentlerde, köprü sadece bir geçiş yeri değil, bir anı mekanıdır da. Kimi zaman bir nehrin, denizin böldüğü iki yakayı, kimi zaman ise bir vadinin iki tepesini bağlayabilir bir köprü. Ulaşmayı mümkün kılar. Ulaşma süresini kısaltır. Maliyetleri azaltır. Zorluklarla baş etmeyi sağlar. Ben köprüleri severim. Bir denizin, bir nehrin üzerinden, maviliği, martıları, gökyüzünü izleyip geçmek yavaş adımlarla, bir kentin, bir kasabanın, bir köyün bölünmüş bir yakasından diğerine geçmek keyiftir.
Aşkla, umutla, hüzünle, isyanla anılan pek çok köprü vardır. Yani hayatın kendisidir köprüler…
Tarihsel olarak köprüler yaşadıkları kentlerin gelişim dinamiklerine bağımlıdır. Kentlerimize nasıl davranırsak, köprülerimize de öyle davranırız. Tarihi dokusu, geçmişi, kültürü ve kimliği her gün yeniden hançerleniyorsa bir kentin, kentsel dönüşüm adı altında yüksek konut bloklarına, gökdelenlere, otellere terk ediliyorsa tarihi mekanlar, artan otomobil sayısına koşut, heryeri deliniyor, otoyollar, kavşaklar yutuyorsa bir kenti, köprüler de rantın dilini konuşur sadece.
Modern kente yönelik eleştirilerin öncüllerinden olan Jane Jacobs 50 yıl önce yazdığı “Büyük Amerikan Kentlerinin Doğumu ve Ölümü” adlı ünlü eserinde sanki İstanbul’dan bahsetmektedir:
“Sözde yerine alacakları yoksul mahallerden daha kötü bir suç, vandalizm ve genel toplumsal umutsuzluk odağı haline gelen sosyal konut projeleri. Gerçek birer sıkıcılık ve toplumsal kontrol harikası olan kent yaşamının her türlü canlılığına ve hayatiyetine karşı titizlikle korunmuş orta gelirliler için konut projeleri. Ahmaklıklarını yavan bir vülgerlikle hafifleten ya da hafifletmeye çalışan lüks konut projeleri. İyi bir kitap evine tahammül edemeyen kültür merkezleri, gezecek başka bir yer bulamayan serseriler dışında herkesin gitmekten kaçındığı kamusal merkezler. Alt kentlerin standartlaşmış mağaza zinciri alış verişlerinin donuk taklitleri olan alışveriş merkezleri. Hiçbiryerden başlayıp herhangi bir yere gitmeyen ve kimsenin gezemeye çıkmadığı gezinti yerleri. Kentlerin bağırsaklarını deşen çevre yolları.Bu kentlerinin yeniden inşa etmek olamaz. Bu kentlerin yağmalanmasıdır.”
Yağmalanan İstanbul için köprü bir kimlik mekanı değildir artık. Otomobil geçişi için tasarlanmış 2 köprü, bağlantı yolları ile koca bir çoğrafyayı kendi ihtiyaçları için biçimlendirmektedir. Kentin üzerindeki yük her köprü ile biraz daha ağırlaşmış, kentin kuzey ormanlarına doğru yayılımı, yeni rant arayışlarını tetiklemiştir.
3. Köprü tartışmaları bu eksende kentin kuzeye yayılım sürecini ve yeni rant arayışlarının adıdır.
Birbirine uzanan iki el gibidir İstanbul’un iki yakası. Tutuştuklarında hiçbir sihri kalmayacak iki el. Ellerimiz…
Köprüleri severim ama umuda ve aşka yazgılı olanlarını. Mesela Zap suyunun üzerine inşa edilen başka bir hayat mümkündür köprüsünü. Yani rantın, yağmanın köprüsüne karşı bölgesel eşitsizliğe dikkat çeken, insanı merkezine alan arayışın köprüsünü: Devrimci Gençlik köprüsünü.
Nasıl bir umutla örülmüştür devrimci gençlik köprüsü ve nasıl sahici bir yanıttır, her şeyi sermayenin ihtiyaçlarına göre düşünen ve metaların yarattığı ruhlar dünyasında kaybolmuş olanlara… İlerleme adına, insanı, ekolojik çevreyi göz ardı eden, gözü dönmüşçesine para kazanma hırsının tarhipkar izlerini dünyanın üzerine bir kabus gibi işleyenlere karşı, 1968 isyan dalgasının sürüklediği bir yanıt.
Köprüleri severim, mesela yağmur yağarken, sadece üzerindekiler iki kişi olduğu için, gökyüzünün bıraksalar kendini ikiye böleceği Cemal Süreya köprüsünü yani eski Karaköy köprüsünü severim.
1971 yazında Nurhak’ta, Maltepe’de ölümlerin acısı sarmışken yürekleri, sonbahar gelmiştir. Edip Cansever dostlar şiirinde “Bizim memlekette şiir, yazık ki ölümle anlatılır biraz” der. Ve yine Karaköy köprüsü bir şiire yurtluk eder:
“Yeni Caminin üstünde
Son bir defa daha süzülerekten
Erimeye yüz tutuyor kentin pembe kapıları
Günbatımı!
Günbatımı! yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle
Kolumu tutuyor Feti Naci, şu manzaraya bak, diyor
Tam Galata Köprüsünün üstünde
Diyor ya, biz alıştık, yüreklerimize bakıyoruz gene de
Uykusuz gecelerimize bakıyoruz: onurun uykusuzluğu
Susturulmanın
Ve gün batımıyla leylek sürüsü
Hüzünlü bir görüntüyü akıtıyorlar” yüzümüze…
Sonra umut tekrarlıyor kendini:
“Yeniden başlamalı, yeniden
Dostum, görüyorsun ya işte
Bozuldu birkere umudun ordusu.”
Yeniden başlamalı mı?
Devrimci Gençlik köprüsü 1999 tarihinde bir dinamitle havaya uçuruldu. Ama olduğu yerde hala…
1912 yılında inşa edilen Eski Karaköy köprüsü bilinmeyen bir sebepten yandı. 1992 yılından sonra uzun yıllar hurda gibi değerlendirildi. Şimdi Balat-Hasköy arasında bir anı mekanı sadece…
Devrimci gençlik köprüsü ile eski Karaköy köprüsü bir buluşmanın da adı aynı zamanda. Biri umudu biri aşkı simgeliyor.
Peki İstanbul yağmalanırken köprülerden bize kalan iki şiir, bir umut, bir aşk mı sadece?
Kollarımızın altından geçen suya iz bırakan köprülerin anısı, yeniden başlamalı diyor kulaklarımıza fısıldayarak. Ve üzerinden geçmenin kabus olduğu, kentin bağırsaklarını deşen köprülere, 3. köprücülere inat, kalbim, diyorum, Cansever gibi “Yorgunsa da, yaralıysa da, hepimizin”..