Dün “pasaporta ısınmamış” 33 insanımız General Muğlalı emriyle kurşuna dizilirken, bugün 35 insanımız bombalanarak can veriyor… Gülen’in ifadesiyle “köklerini kurut ve işlerini bitir” politikası uygulanıyor… Dünden bugüne hükümetler ve iktidarlar değişti ama sömürgeci oligarşinin politikası değişmedi. Şırnak- Roboski Katliamı, bu politikanın soncudur. 35 insanımızın alçakça katledilmesi, egemenlerin iddia ettiği gibi bir “Operasyon kazası” değildir. TC […]
Dün “pasaporta ısınmamış” 33 insanımız General Muğlalı emriyle kurşuna dizilirken, bugün 35 insanımız bombalanarak can veriyor… Gülen’in ifadesiyle “köklerini kurut ve işlerini bitir” politikası uygulanıyor…
Dünden bugüne hükümetler ve iktidarlar değişti ama sömürgeci oligarşinin politikası değişmedi. Şırnak- Roboski Katliamı, bu politikanın soncudur.
35 insanımızın alçakça katledilmesi, egemenlerin iddia ettiği gibi bir “Operasyon kazası” değildir. TC öncesi ve sonrası tarih bunun kanıtıdır.
Roboski Katliamından sağ olarak kurtulanlardan Servet Encü, şunları söylüyor:
“… O geçiş yolu 100 yıldan beridir kullanılıyor. O yol PKK yolu değildi. Sadece ticaret yoluydu. Bize demesin yanlış anlaşılma sonucu bombaladık. Bu yanlışı niye daha önce yapmıyorlardı asker. Çünkü yıllardan beri gidip geliyoruz. Daha önce bazen asker yolu kapatıyordu. 100 katırdan fazla yakalayıp karakola götürüyorlardı. Köylülerin getirdiği eşyalara el konuluyordu. Bu sefer farklı yaptılar. Bu köylülerin sınırı geçip sigara ve mazot getirdiğini herkes biliyordu. Asker de biliyordu. Kimse mazeret üretmesin. Kaymakam da biliyor, komutan da biliyor, herkes biliyor. Genelkurmay heronları gelip tespit ediyor. O çekilen görüntüler katırın yükünde ne olduğunu biliyor. Onlar da biliyor. PKK hiçbir zaman 100 katırla gelmez. PKK, ancak 6-7 katırla gelir. Devlet yetkililerinden şu ana kadar hiç kimse ne beni aramış ne de beni yanına çağırmış. Bizimle ilgilenenler, bize yardım edenler sadece milletimizdir. Bazı devlet yetkileri köyde sadece bir aileyi ziyaret ettiler, geri kalan 34 aileye başsağlığında bulunmadılar…”
Evet, Roboski Katliamı, TC’nin “Tedip, Tenkil ve Tehcir” çizgisinin güncel uygulamasıdır. 1920’lerde Koçgiri’de, 1925’lerde Piran-Palu’da, 1930’larda Ağrı’da, Zilan’da; 1937-38’lerde Dersim’deki katliamların, 1943’te Van Özalp ilçesinde 33 Kürt köylüsünün katledilmesinin bir benzeridir yaşanan…
Bu politika sadece Kürtlere uygulanmadı. Ermenilere, Rumlara ve Süryanilere de aynı politikanın uygulandığını, bunun uluslaşma sürecinin bir gereği olarak hayata geçirildiğini bir önceki dönem Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül de itiraf etmişti.
Bu katliamcı anlayış işçilere, emekçilere Alevilere ve devrimcilere de uygulandı uygulanıyor. Denizler, Mahirler ve İbrahimler bu anlayışla idam edildi, katledildi, işkencelere uğradı. l Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda katledilenler ise işçilerdi. Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta Alevilerdi. Yakın tarihte köyler yakılıp yıkıldı, on binlerce insanımız faili belli cinayetlere uğradı.
Bütün katliamlardan olduğu gibi, Şırnak- Roboski Katliamından da sadece TC sorumlu değildir. Başta ABD olmak üzere AB emperyalistleri de en az TC kadar sorumludur.
5 Kasım 2007’de gerçekleşen Erdoğan-Bush görüşmesinde başta Kürt sorunu olmak üzere bölgedeki ilişki ve çelişkileri yakından ilgilendiren kararlar alınmıştı… Görüşme sonucu kamuoyuna yapılan açıklamada PKK’nin, Türkiye, Irak ve ABD’nin düşmanı olduğu, ona karşı ‘anlık’ istihbaratın paylaşılacağı, Türkiye ve ABD’nin Genelkurmay İkinci Başkanları ile Irak’taki ABD Kuvvetleri Komutanı düzeyinde bir mekanizmanın, “kırmızı telefon” hattının oluşturulacağı ilan edilmişti…
5 Nisan 2009 tarihinde henüz 100 günü doldurmadan ABD Başkanı Barack Obama, resmi ziyaret çerçevesinde temaslarda bulunmak üzere Türkiye’ye gelmişti. Afganistan-Pakistan’daki durumun ve Irak’tan ABD askerinin çekilmesi sonrası ilişkilerin ele alındığı Erdoğan-Obama görüşmesinde de PKK ile ilgili “ortak düşman” tespiti yinelenmişti.
Aynı konular, (Ortadoğu’daki son gelişmeler de dikkate alınarak) Aralık ayının başında ABD’nin iki numaralı ismi ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden-Erdoğan görüşmesiyle masaya yatırılıp güncellendi.
Bu görüşmelerle Türkiye’nin önemli diplomatik-siyasal kazanımlar elde etmiş olduğu, dünyanın Roboski katliamına karşı sessiz kalmasından da anlaşılıyor…
Bu katliam, ABD’nin sağladığı “sıcak istihbarat” temelindeki operasyonel ilişki sonucudur. Uzun pazarlıkların ardından Irak’tan Adana’daki İncirlik Üssü’ne kaydırılan ABD’ye ait ‘predatör’ tipi insansız hava araçlarının (İHA) istihbarat bilgisinin değerlendirildiğini Genelkurmayın açıklamasından öğrendik.
İran, Irak ve özellikle Federal Kürdistan Hükümeti’yle PKK’nin faaliyet alanını daraltması için talepler ve görüşmeler sürüyor. Bütün bu gelişmeler Ortadoğu’nun kaygan zemininde bölgesel güç olarak örgütlenen PKK’nin hareket alanını daraltmayı hedefliyor… PKK’yi yalnızlaştırma, sınırlama ve yapılabilirse tasfiye temelinde uluslararası kuşatma devam ediyor…
12 Eylül 2010 tarihli referandum, bu kuşatmadaki AKP ve cemaat rolünü daha da güçlendirdi… Eski egemenler, Arınç’ın deyişi ile “topuk selamı” vermeye başladılar. 2002’lerde “Hükümet olduk ancak iktidar olamadık” diyen, bir dönem mağdurları oynayan Erdoğan, şimdi muktedirlerin sözcüsü haline gelmiş bulunuyor.
Devletleşmiş-iktidarlaşmış AKP ve Cemaat yazarlarının açıklamaları, geleneksel politikayla tam uyum içindedir. Beşir Atalay’ın “Açılım” politikaları veya Bülent Arınç’ın Meclis konuşması sadece makyajdır. Makyajın yanında kendi yandaşı kalemşorlara “ileri demokrasi” malzemesi sunmak içindir. Devletin-hükümetin “entegre stratejisi” ve esas pratiği İçişleri Bakanı İdris Naim Şahin’in açıklamalarıyla şekilleniyor.
Aynı politikayı Fethullah Gülen şöyle ifade ediyor: “Ümitsizliğe kapılmamalı; ama bugüne kadar ihmal edilmiş tedbirler var.” Gülen, misyoner faaliyetin bütün alanlarda daha sistematik bir düzeyde yapılması gerektiğinden söz ediyor. Bir yandan misyoner faaliyetin yoğunlaştırılmasını önerirken öte yandan imha hareketinin bugüne kadar başarıya ulaştırılamayışını eleştiriyor: “Çoklarının dediği gibi, mensup olduğumuz Birleşmiş Milletler ve NATO içinde önemli güce, kuvvete ve mekanize birliklere sahip sayılı devletlerden biriyiz. … ayıptır bu, ârdır, otuz senedir dağdaki bir avuç şakinin hakkından gelemiyorsun.” Ve Müslümanları Kürt hareketine karşı beddua etmeye çağırırken, izlenmesi gereken stratejiyi de özetliyor: “Allahım… onların da altlarını üstlerine getir, birliklerini boz, evlerine ateş sal, köklerini kurut ve işlerini bitir.” (Herkül.Org, Terör ve ızdırap 24.10.2011)
Görüldüğü gibi inkar ve imha siyasetinin özü hiç değişmedi. Değişen şey, dini söylemler eşliğinde, daha ince yöntemlerle bu siyasetin sürdürülmesidir.
Dün “pasaporta ısınmamış” 33 insanımız General Muğlalı emriyle kurşuna dizilirken, bugün 35 insanımız bombalanarak can veriyor… Gülen’in ifadesiyle “köklerini kurut ve işlerini bitir” politikası uygulanıyor…
“Şaki veya terörist” olmak için “arka bahçede” ressam, sanatçı yazar vb. olmak yetiyor.
Kırıntılara razı etmek, Kürtlerin örgütlülüğünü dağıtmak ve bütün kazanımlarını yok etmek için sistematik baskı uygulanıyor. Seçilmiş binlerce BDP’li toplu tutuklamalarla cezaevlerine dolduruluyor.
Egemen güçler, Kürt sorununda inkâr, imha ve intikam siyasetiyle sonuç almak istiyor. Bu siyaset Kürtleri ve Kürtlerin sorunlarını yok sayma üzerine inşa edilmiştir. Hatırlanacağı üzere Başbakan bir Kürt işçisine, “düşünmezsen Kürt sorunu yoktur” demişti.
Yine Erdoğan, 12 Haziran seçimleri öncesi de “Kürt sorunu yoktur” demişti. Tekçi, şoven ve merkezinde idam cezasını savunan bir seçim çalışması yapmışt
ı. Şimdi de “Kürt sorunu nedir? Arıyorum bulamıyorum” diyen bir İçişleri Bakanı’yla karşı karşıyayız.
30 yıldır denenmiş, on binlerce insanımızın hayatına mal olmuş ve maddi manevi bedelleri ödenmiş bu anlayışın çözüm getirmediği hala kavranamamış görünüyor.
Kürtlerin özgürlük taleplerini bastırmak için başta ABD olmak üzere bütün emperyalist güçlerle ve Ortadoğu’daki devletlerle işbirlikleri geliştiriliyor. Bütün bu kuşatma siyasetiyle birlikte, kendi güdümlerindeki kuruluşlar ve cemaatler eliyle çalışma yaşamını ve insan ilişkilerini istedikleri gibi dizayn etmeye, sınıf mücadelesini, demokrasi mücadelesini esas alan kesimleri yalnızlaştırmaya ve boğmaya çalışıyorlar.
Gerçek şu ki egemenler görevlerini yapıyorlar. Ezilenler de görevlerini yapmalılar. En az egemenler kadar cesur olmadan haklar ve özgürlükler elde edilemez.
Kürt Halkının Roboski Katliamı’na karşı gösterdiği kitlesel demokratik direniş sahiplenilmeli ve geliştirilmelidir.
Bu alçakça katliam, işçilere emekçilere çok iyi anlatılmalıdır. Büyük bir cesaret ve azimle, emek ve demokrasi mücadelesi yükseltilmelidir.