Ekonomi iyi, kötü tartışmalarını yaparken istatistiğin yalan söyleme sanatı aracı olduğunu unutmamalıyız. Kullandığımız veriler, o verilerdeki değişimleri yorumlamamız, hangi değişimi öne çıkardığımız bizim olaylara hangi açıdan kimin penceresinden baktığımızı göstermektedir Türkiye ekonomisi 2011 yılı üçüncü çeyrek (Temmuz-Ağustos-Eylül) döneminde yüzde 8.7 büyüyerek dünyada ikinci hızlı büyüyen ekonomi olmuştur. Bu verinin açıklanmasından kısa bir zaman sonra açıklanan […]
Ekonomi iyi, kötü tartışmalarını yaparken istatistiğin yalan söyleme sanatı aracı olduğunu unutmamalıyız. Kullandığımız veriler, o verilerdeki değişimleri yorumlamamız, hangi değişimi öne çıkardığımız bizim olaylara hangi açıdan kimin penceresinden baktığımızı göstermektedir
Türkiye ekonomisi 2011 yılı üçüncü çeyrek (Temmuz-Ağustos-Eylül) döneminde yüzde 8.7 büyüyerek dünyada ikinci hızlı büyüyen ekonomi olmuştur. Bu verinin açıklanmasından kısa bir zaman sonra açıklanan işsizlik rakamları eylül ayı için mevsimsel etkilerden arındırılmış hesaplamada bile düşerek yüzde 9.2’e gerilemiştir. Bu açıklanan rakamlardan sonra hem hükümet kanadından hem de hükümete yakın yazarlardan alıştığımız ekonomi güzellemesi geldi. Özellikle muhafazakâr ve liberal kalemlerden ekonominin iyiye gittiğine dair peşi sıra yazılar geldi. Fehmi Koru, Ahmet Altan gibi. Bu tartışmaları daha önce de yaşamıştık ve büyüme ile birlikte işsizlik rakamlarına paralel yorum yapan insanlar krizin teğet geçtiğine ikna olmuşlar ve halkta da bu karşılık bulmuştu.
Dünya ekonomisinde belirsizlikler hala sürmekte özellikle AB ülkelerinin borç krizi ve euronun geleceğinin ne yöne evrileceği tam bir muamma. Dünya ekonomisi bu koşullar altında iken 2001 krizinden sonra IMF gözetiminde uygulanan politikaların ısrarcısı olan AKP büyüme ve işsizlik rakamları yoluyla asgari ücretle geçinmeye çalışan insanları buldukları işe şükretmeleri gerektiğine ve başka türlü bir ekonomik modelin, bölüşümün mümkün olmadığına ikna ederek hem krizin teğet geçtiğine hem de eldeki imkanlarla mümkün olanın en iyisinin yapıldığına ikna etti. Bu iknayı kabul etmemek ya da görmezden gelmek mümkün. Sürekli ekonomi çökecek, kriz geliyor, AKP dağılacak beklentisi içinde debelenmenin kaynağı da böyle bir öngörüsüzlük olsa gerek.
Hükümeti övmek için hazırda bekleyen yazarlara fırsat veren büyüme ve işsizlik rakamlarını kullanarak yorum yazan iktisatçılar, eleştirmenler yine kaybetmişlerdir. Mart ayında yazılan “Hegemonya güzellemesi” başlıklı yazıda da aynı tespit yapılmıştır. Geldiğimiz noktada ne hükümeti övmeye çalışanlar açısından ne de büyüme-işsizlik rakamları ile kötüleme yapmaya alışmış iktisatçılar açısından bir değişiklik yoktur. Ancak içinde bulunduğumuz ekonomik koşullar farklıdır.
Özellikle döviz fiyatlarında yaşanan yükselişle birlikte maliyetlerdeki artıştan kaynaklanan yapısal enflasyonun yükselişi hükümeti öven kalemlerin önümüzdeki dönemde işini zorlaştıracaktır. Bugün için eldeki verilerle gayet güzel “ekonomi iyi”, “krizi teğet” edebiyatı yapabilirler. Ancak 2012’de bu imkânı çok bulamayacakları tartışmasız gerçek olarak karşımızda duruyor. Belki de son verilerin tadını çıkarmak istemişlerdir.
Türkiye ekonomisi için 2012’de çok düşük bir büyüme rakamı, IMF’ye göre yüzde 2, tahmin ediliyor. Bunun sebebi dış kaynak girişine bağlı büyüme modelidir, 2012 yılı için özellikle özel kesim şirketleri yeni yatırımlar için kaynak sıkıntısına gireceği için büyüme ya da eski büyüme rekorları hayal olacaktır. Bunun yanında bir de yüzde 10’lar seviyesine çıkan enflasyonu ekleyince güzelleme çabaları beyhudeleşecektir.
Ekonomi iyi, kötü tartışmalarını yaparken istatistiğin yalan söyleme sanatı aracı olduğunu unutmamalıyız. Kullandığımız veriler, o verilerdeki değişimleri yorumlamamız, hangi değişimi öne çıkardığımız bizim olaylara hangi açıdan kimin penceresinden baktığımızı göstermektedir.
Meramımızı somutlarsak, bugün TÜİK tarafından açıklanan 2010 yılı gelir ve yoksulluk sonuçlarına bakarak iki tarzda yorum yapmak mümkün.
Olumlu göstergeler yoksulluğa kar etmiyor
Önceliği hükümet güzellemecilerine verelim. Son açıklanan yoksulluk sonuçları da gösteriyor ki AKP döneminde gelir dağılımı düzelmeye devam ediyor. 2009 yılı için hesaplanan gini katsayısı 0.415 iken 2010 yılında yüzde 1.5 azalarak 0.402’ye gerilemiş. (Gini katsayısı gelir dağılımını göstermekte yaygın kullanılan bir veridir, 0-1 arasında değer alır. 0’a yaklaşması daha adil gelir dağılımı olduğunu gösterir)
Ancak aynı açıklamanın alt kısımlarında yer alan sonuçlara göre nüfusun yüzde 16.9’u yoksulluk sınırı altında yaşamaktadır. Ayrıca sürekli yoksulluk sınırı altında bulunanların oranı yüzde 18’dir. Bir diğer sonuca göre nüfusun yüzde 87.5’i evden uzakta bir haftalık tatili, yüzde 65.7’si beklenmedik harcamalarını, yüzde 81.7’si yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını yenileme ihtiyacını ekonomik nedenlerle karşılayamamaktadır.
Bu açıklanan sonuçların yanına bir de sendikaların Kasım 2011 için açıkladıkları 5 asgari ücret değerinde olan aylık 4 kişilik ailenin yoksulluk sınırı miktarlarını eklersek ekonominin iyi mi kötü mü olduğu sorusuna hangi pencereden baktığımızı göstermiş oluruz.
Son söz olarak görüyoruz ki açıklanan veriler hükümetin ekonomi performansını övmek için de eleştirmek için de fırsat veriyor. Tüm mesele bu değerlendirmeleri yaparken durduğumuz yer ve toplumun insanca yaşam koşullarının neresinde olduğunun değerlendirilmesidir. Yoksa bugün işsizlik azaldı işler iyi gidiyor yarın işsizlik arttı işler kötü gidiyor sığ bakış açısından kurtulamayız ve hegemonya güzellemecilerine fırsat vermiş oluruz.