Amerikalılara da, Türklere de bakarsanız bir Altın Çağa girmek üzereyiz. Tabii böyle durumlarda Türk halkının aklına ‘Tamam da niye’ sorusu takılır ABD’nin önceki askeri büyükelçilerinden birisiyle pırıl pırıl güneş altındaki Boğaz’a nazır kahvaltıdayken, “Benim görev yaptığım dönemde bunu hayal bile edemezdim” dedi; “Üç savaş helikopterinin satışı konusu Kongre’de iki hafta askıda kaldı ve Türkiye İsrail […]
Amerikalılara da, Türklere de bakarsanız bir Altın Çağa girmek üzereyiz. Tabii böyle durumlarda Türk halkının aklına ‘Tamam da niye’ sorusu takılır
ABD’nin önceki askeri büyükelçilerinden birisiyle pırıl pırıl güneş altındaki Boğaz’a nazır kahvaltıdayken, “Benim görev yaptığım dönemde bunu hayal bile edemezdim” dedi; “Üç savaş helikopterinin satışı konusu Kongre’de iki hafta askıda kaldı ve Türkiye İsrail ilişkileri bu durumdayken bir kişi bile itiraz etmedi. Beyaz Saray ağırlığını koymaksızın bu olmaz. Bence Başkan Barack Obama ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasındaki ilişkiler, baba George Bush ile Turgut Özal arasındaki ilişkiden sonra iki ülke liderleri arasındaki en iyisi.”
Eski büyükelçi adını vermese de, unvanı konusunda rahattı; çünkü geçen hafta İstanbul’da birden fazla ABD’nin eski Ankara büyükelçisi olduğunu biliyordu. Sadece onlar da değil; eski bir dışişleri bakanı (Madeline Albright) eski bir Ulusal Güvenlik Danışmanı (Stephen Hadley), halen görevdeki bir Başkanlık İstihbarat Konseyi üyesi (Chuck Hagel) siyaset, güvenlik, enerji, ticaret ve toplumbilim konularında uzman onlarca araştırma kuruluşu uzmanı da geçen hafta İstanbul’daydı. Hepsi de Türk-Amerikan ilişkileri üzerinde yoğunlaşan birkaç toplantı için gelmişlerdi.
Bu bende biraz ABD Başkan Yardımcısı Joe Biden’ın aralık ayının ilk günlerinde yapacağı Türkiye ziyareti öncesinde kapsamlı bir ‘keşif gezisi’ izlenimi uyandırmadı değil.
Yanıt aradıklarını söyledikleri konu şuydu: Yeni Türkiye’nin dinamikleri neydi?
Amerikalı kalburüstü ağızlardan ‘Yeni Türkiye’ ifadesini çokça duyduğumuz geçen hafta aynı zamanda Başbakan Erdoğan’ın ‘Abinizin gözü üzerinde’ türü bir fotoğrafla Time dergisi kapağında yer aldığı haftaydı.
Peki ‘Yeni Türkiye’de ne demekti? Türkiye son zamanda bizim gözümüzden kaçan büyük bir değişiklik mi olmuştu, yoksa ABD’nin Türkiye’ye bakış ve beklentileri mi değişmişti?
Geçen hafta boyunca konuştuğum Amerikalı ve Türk yetkililerden aldığım izlenim, ikisinin de bir ölçüde geçerli olduğunu gösteriyor.
Türkiye’deki en büyük değişim, Amerikalıların gözüyle tabii, üç başlık altında toplanıyor:
1- Libya krizindeki tutum değişikliği: Başta askeri müdahaleye karşı duran Türkiye’nin bir aşamadan sonra NATO’nun en aktif unsurlarından biri olarak harekâta katılması,
2- Türkiye’nin İsrail’le krizin zirveye ulaştığı sırada, İran’dan gelen tehdit söylemini de içeren Füze Kalkan’ı radarlarının ülke topraklarında kurulmasına izin vermesi,
3- Başbakan Erdoğan’ın Mısır’da yaptığı, demokrasiyle İslam arasında da, kendisinin de laik olmayan bir Müslüman olarak laik Türkiye’yi yönetmesinde bir çelişki olmadığını ilan etmesi.
Bu üç nokta, ABD açısından Türkiye’nin ekseninin kaymadığının ve Batı dünyasına taahhütlerine sadık olduğunun işaretiydi. Özellikle son nokta için Amerikalı ağır toplardan birisi “Erdoğan’ın Kahire konuşması, Obama’nın Kahire konuşmasından daha önemliydi” yorumunda bulundu.
Üst düzey bir Türk diplomat ise işin başka açısını gösterdi: “Eskiden Türk Dışişleri’nin en önemli faaliyetlerinden birisi, iki ülke dışişleri müsteşarları düzeyinde yıllık olarak yapılan siyasi istişarelere hazırlanmak olurdu” dedi diplomat; “şimdi başbakan’dan Dışişleri’ndeki alana dek her kanal açık ve günde birkaç temas oluyor. Obama’nın telefonda en çok görüştüğü liderlerden birisinin Erdoğan olduğunu kendileri söylüyor.”
Amerikalılara da, Türklere de bakarsanız bir Altın Çağa girmek üzereyiz.
Tabii böyle durumlarda Türk halkının aklına “Tamam da niye?” sorusu takılır.
Bence şimdi Suriye’den İran’a, Irak’a dek spekülasyon yapmak, işin kolayına kaçmak olur. Bence şu Biden seyahatini bekleyelim, görelim ilişkilerin oturacağı yeni ray bizi nereye götürecek.