Türkiye solu dayak yiye yiye Birikimci oldu. 12 Eylül darbesi basit bir zulüm makinesi olarak iş görmedi. Zulüm yanında oldukça köklü sonuçları olan toplum mühendisliğine de soyundu. Toplum mühendisliğinden sola düşen Birikim tezlerinin solun genel tezleri haline getirilmesidir Birikim dergisi yayın hayatına 1975’te başlamıştı. O zamandan bu yana yayın çizgisinde ve politik hattında pek fazla […]
Türkiye solu dayak yiye yiye Birikimci oldu. 12 Eylül darbesi basit bir zulüm makinesi olarak iş görmedi. Zulüm yanında oldukça köklü sonuçları olan toplum mühendisliğine de soyundu. Toplum mühendisliğinden sola düşen Birikim tezlerinin solun genel tezleri haline getirilmesidir
Birikim dergisi yayın hayatına 1975’te başlamıştı. O zamandan bu yana yayın çizgisinde ve politik hattında pek fazla bir değişiklik olmadı. Şüphesiz geçen 36 yıllık zaman süresince, dönemin koşullarına bağlı olarak ”ayarlar” oldu, vurgusu yapılan şeyler değişti ama bir bütün olarak Avrupa solundan, özellikle New Left Review’den ithal sol liberal çizgi aynı kaldı; geçmiş sosyalist devletlere karşı yoğun bir düşmanlık, liberal Avrupa solunun politik çizgisinin Türkiye’nin hallerine tercümesi (1980 öncesi Birikim döneminde tercüme yazılar çoğunlukta iken, belki de Birikim taifesinin kendine güveninin artması sayesinde 1985’ler sonrası 2. Birikim dönemimde telif yazılar ağırlık kazandı. Ama bu telif yazılar, öz olarak, Avrupa liberal solunun savunduğu politik hattın Türkiye’deki politik mücadeleye tercümesinden başka bir şey değildi), kimlikler uğruna mücadelenin sınıf mücadelesinin yerine ikame edilmesi, AB’cilik, sivil toplumculuk vb… Birikim çevresinin AKP gericiliğinin açık destekçisi haline gelmesi, Kürt meselesi konusunda AKP ile paralel olarak Kürt gericiliğinin ve egemenlerinin desteklenmesi, demokrasi adına emperyalizmin başka ülkeleri boğazlamasına destek verme, batılı emperyalist devletlerin istihbarat örgütlerinin kontrolündeki vakıflarla çalışma vb bu politikaların doğal sonuçlarıdır.
Peki, ama biz niye Birikimci olduk? Bence Türkiye solunun sorması gereken en önemli sorulardan birisi budur. ÖDP Genel Başkanı Alper Taş birikimcileri eleştirirken, Birikim dergisine gönderme yaparak, ”Bu kadar sosyalizmi savunduktan sonra AKP’yi savunmak ayıp değil mi” derken bir anlamda kendisini Birikimcilerden daha iyi bir birikimci sayıyor. Burada Alper Taş örneğini oldukça çarpıcı olduğu için veriyorum. Alper Taş ile politik olarak aynı düşünmesek de onun sosyalizme olan samimiyetinden hiç kuşkum yok. Ama şunu belirtmeden geçemeyeceğim, Sayın Taş’ın kötü bir Birikimci olduğu açık, çünkü iyi bir Birikimci AKP’yi savunur ya da ne bileyim Libya’nın NATO tarafından bombalanmasını savunur. Birikim politikalarının doğal sonucu, mesela tam da Murat Belge ve arkadaşlarının yaptığı gibi, Kürt gericiliğinin desteklenmesidir, emperyalizmin işgallerine destek verilmesidir.
Tabii yine geldik aynı soruya; Türk solu niye birikimci oldu? Bazı solcular burada topu Devrimci Yol (DY) geleneğinden gelen bazı çevrelere ve ÖDP’ye atma eğiliminde ama bu konuda yanılıyorlar. Türk solunda birikimcilik hiç de ÖDP’lilerle filan sınırlı değil. Türk solunun büyük çoğunluğu, ki buna Murat Belge ve çevresini hiç sevmeyenler de dahil, politik çizgilerini Birikim’in ideolojik çizgisi temelinde belirliyorlar. Örneğin Alevi ve Kürt meselesinde şu an solda hakim olan politika Birikim politikasıdır. 1980 öncesi dönemde PKK de dahil Türkiye solu ve Türkiye’deki Kürt solunda hakim olan görüş, Kürt meselesinin sınıfsal yönünün belirleyici rol oynadığı bir ulusal sorun olduğu yolunda idi. PKK adı bile bu olguyu ifade eder. PKK mücadeleye başlarken yalnızca TC’ye karşı değil ama aynı zamanda Kürdistan gericiliği ve feodalizmine, kapitalizme ve emperyalizme karşı da mücadele ettiğini söylüyordu. Günümüzde ise solda ve Kürt ulusal çevrelerinde hakim görüş Kürt meselesinin bir ulusal mesele olduğudur. Sınıfsal yanı tamamı ile unutulmasa bile politik olarak yok sayılmaktadır.
İşte ben bugün yani 12 Eylül darbesinin 31. yılında niye Birikimci olduğumuz hakkında yazacağım. Kısaca özetlersek biz Türkiye solu dayak yiye yiye Birikimci olduk. 12 Eylül darbesi basit bir zulüm makinesi olarak iş görmedi. Zulüm yanında oldukça köklü sonuçları olan toplum mühendisliğine de soyundu. Toplum mühendisliğinden sola düşen Birikim tezlerinin solun genel tezleri haline getirilmesidir.
1975-80 arası dönemde Birikim dergisinin sol üzerinde hemen hemen hiç etkisi yoktu. Genelde Avrupa sosyalizmi ya da Yeni Sol (New Left) dergisi çevresinden yapılan çeviriler aydın çevrelerde ilgiyle okunsa da, bu yayınların genel olarak sol üzerinde bırakın etkili olmasını, Birikim okurlarının bizzat kendileri solun, özellikle de DY çevresinin etkilerine açıktılar. Örneğin 1979-80’de bazı Birikim okurları DY’den ve onun Direniş Komiteleri tezinden etkilenip bu konuda yazılamalara çıkmışlar ve bu eylemler sırasında faşistler tarafından öldürülmüşlerdi. Aslında bu oldukça doğaldı, çünkü o dönemin ağır mücadele ve direniş koşullarında Avrupa liberal solunun 2. sınıf teorisyenlerinin yazılarının yayımlandığı Birikim dergisinin, Türkiyeli sosyalist militanları etkilemesi düşünülemezdi. Birikim buna rağmen 12 Eylül darbesine kadar aynı yayın çizgisini ısrarla sürdürdü.
12 Eylül ile beraber Birikim dergisi de yayın hayatına son verdi. Geçenlerde sanırım Melih Pekdemir 12 Eylül’ün saldırmadığı tek sol dergi çevresinin Birikim olduğunu söylüyordu ki bu doğrudur. Ancak bu durum bir ajanlık ilişkisinin sonucu değildir. 12 Eylül darbesi emperyalizmin iktisadi politik çıkarları gereğince organize edilen bir darbe idi. Darbeden önceki 30 yılda sol liberal politikalar tüm emperyalist ülkelerde devrimci sosyalizme bir alternatif olarak destekleniyordu zaten. CIA ve diğer emperyalist istihbarat kuruluşları bu ideolojinin solda yayılmasını desteklemek için tomarla parayı gizli biçimde bu ideolojiyi destekleyen Encounter, Monat, Quadrant Preuves vb dergilere aktarıyorlar, üniversiteler sol liberal aydınlara ardına kadar açılıyor, post-modernizm, Frankfurt Okulu, kimlik politikaları vb emperyalizmin sola ilişkin resmi ideolojisi konumuna yükseliyordu. 12 Eylül yönetiminin Birikim çevresine dokunmamasının nedeni tam da budur; 12 Eylül darbesi olduğunda sol liberal politikalar emperyalizm tarafından zaten resmi sol ideoloji konumuna yükseltilmiş durumda idi.
12 Eylül’den sonra iki olgu yan yana gelişti. Birincisi, devrimciler 12 Eylül sonrası yenildiler ve ağır baskılar sonucu gelen bu yenilgi devrimcilerde bir şok etkisi yarattı. Bunun sonucu insanlar yavaş da olsa yenilginin sebeplerini kendi yılgınlıkları üzerinden değerlendirmeye başladılar. Diğer yandan ise daha darbenin üzerinden 2-3 yıl geçmeden Birikim çevresi, bu sefer sanırım Yeni Gündem dergisi ile tekrar faaliyete başladılar. Bu dönem tüm devrimci yayın ve örgütlenmelerin hala yasak olduğu bir dönemdi.
Birikimcilerin savundukları şeyler yenilgi ve yılgınlık psikozundaki devrimcilere oldukça cazip tezler olarak göründü. Ama burada Birikimcilerin akıllı bir yöntemlerini anmamız gerek. Birikimciler hiçbir zaman devrimci tezleri tartışma konusu yapmadılar. Hatta yeri geldiğinde zaman zaman bu tezleri savunur göründüler. Murat Belge hala taraftaki yazılarında ne kadar Marksist ve solcu olduğunu anlatır. Kendileri sol liberal tezlerini, devrimci sol tezleri hiç tartışmadan sola dayattılar.
Mesela hiçbir zaman Direniş Komitelerinin yanlış olduğunu söylemediler, ama Türkiye de eksik olanın muğlak bir terim olan sivil toplum eksikliği olduğunu iddia ettiler. Marks sivil toplumu feodalizmin bağrında doğan ve gelişen tüm burjuva kurumlar olarak görür. Bu noktada kapitalizm koşullarında sivil toplum mesela komündür, sovyetlerdir, Türkiye özgülünde ise direniş komiteleridir, Fatsa’dır vb’dir. Bizzat değişik devrimci örgütlenmelerin kendileridir. Dev-Genç’tir, DİSK’tir. Birikimciler ise sivil toplumu burjuva kurumların geliştirilmesi olarak algıl
adılar. Sonuç, sol saflarda sendikalizmin hızla yükselmesi oldu. Bu noktada emperyalist kurum ve devletler 12 Eylül döneminde boğazlanmaları için her türlü çabayı gösterdikleri İnsan Hakları vb alanında faaliyet gösteren dernek ve vakıflara kendileri para akıtmaya başladılar. Ne de olsa artık eski devrimciler liberalleşmişti.
Keza Birikimciler hiçbir zaman emperyalizm de yok demediler ama Batılı emperyalist devletlerin gelişmiş demokrasiler olduklarını iddia ettiler. Bu iddiayı o zamanki reel sosyalist devletlerin eleştirisi ile paralel götürdüler. Bu olgu solda o kadar tuttu ki, demokrasinin bir devrim sorunu olduğunu söyleyen devrimciler bir süre sonra AB’ci oldular.
Sınıf mücadelesini en azından başlangıçta reddetmediler ama sürekli olarak yeni yükselen mücadele alanları olarak dini, ulusal, cinsel kimlikler mücadelesini gösterdiler. Solcular da bu potaya hızla girdiler. Kadın, ulus, çevre vb sorunlar sınıf mücadelesinden bağımsız olarak yeniden tanımlandı. Kimlikler mücadelesi emperyalizmin resmi sol teorilerinden birisidir. Hemen tüm üniversiteler gender ya da post kolonyal incelemelere milyonlarca dolar dökerler her yıl. Bu kadar çabanın tek bir amacı vardır; işçi sınıfı mücadelesi ile kadınların, ulusal ve dinsel azınlıkların vb mücadelesinin birbirinden ayrı tutulmasının sağlanması. Bunda da oldukça başarılı oldular.
1990’lara geldiğimizde herkes bir şekilde Birikimci idi artık. Öyle ki mesela emperyalizm azgın bir köpek gibi Yugoslavya’ya saldırdığında Türk solundaki insanların büyük çoğunluğu (burada Bosnalı faşistlerin katliam fotoğraflarını yayınlayan bazı devrimci yayınların varlığını belirtmem bu insanlara bir vefa borcudur) eski bir Nazi olan Aliya İzzetbegoviç’in liderliğini yaptığı Bosna devletini destekliyordu. Bosna devleti dedi isem Avrupalı bir genel vali tarafından yönetilen Bosna, II. Dünya Savaşı sonrası emperyalizmin ilk açık sömürgelerinden birisidir. Murat Belge, Libya’nın NATO tarafından bombalanmasını açıkça destekleyecek cesareti sol liberal politikaların soldaki yaygınlığından bulur.
Birikim’in şahsında ifade edilen sol liberal ideoloji, 12 Eylül’ün sola geçirdiği deli gömleğidir. 12 Eylül zulmü ve yenilgisi olmasa bu gömleğin sola giydirilmesi imkânsızdı. Bu yüzden 12 Eylül ile hesaplaşmak önce bu deli gömleğini çıkarmakla başlar. 12 Eylül faşizmini yıkacak güçlü bir halk hareketinin yaratılması, ancak sol liberalizmden köklü bir devrimci kopuşla gerçekleşebilir. Sol liberalizmden ideolojik olarak köklü bir kopuş yaşamaksızın, Türkiye solunun 12 Eylül ile hesaplaşması mümkün değildir.