Militarist demokratların yerini alanların ileride günahlarını zeitgeist’a yükleyeceklerini tahmin etmek güç değil Pierre Bourdieu, bir söyleşisinde, “Egemen yeni düzenin gücü de aydınların giderek daha büyük bir kesimini ‘düzene katma’nın özel yollarını bulmayı bilmesinden (kimi durumlarda satın almak ve başka durumlarda ayartmak denebilir) gelir, tüm dünyada da böyledir. Bu ‘düzene bağlılar’, çoğunlukla eski modele göre eleştirenler […]
Militarist demokratların yerini alanların ileride günahlarını zeitgeist’a yükleyeceklerini tahmin etmek güç değil
Pierre Bourdieu, bir söyleşisinde, “Egemen yeni düzenin gücü de aydınların giderek daha büyük bir kesimini ‘düzene katma’nın özel yollarını bulmayı bilmesinden (kimi durumlarda satın almak ve başka durumlarda ayartmak denebilir) gelir, tüm dünyada da böyledir. Bu ‘düzene bağlılar’, çoğunlukla eski modele göre eleştirenler (ya da yalnızca solcular) olarak yaşamayı sürdürüyorlar. Bu da yerleşik düzene katılma yararına olan eylemlerine çok büyük bir sembolik etki sağlamaya katkıda bulunuyor” diyordu.
Aydınların, yazarların, düşünenlerin özerkliği meselesi şu korkunç günlerde hepimizin üzerinde düşünmesi gereken bir konudur.
Bu konunun basına yansımasına bakacak olursak, Türkiye basınının büyük yenilgisi, AKP’ye biat etme zorunda bırakılmasıyla başlayan bir süreç olmadığını kabul ederek başlamalıyız. AKP’nin yükselmesinde, otoriter dilin sadece sahibinin değişmesinde, bitmek bilmeyen savaşta özellikle merkez basının etkisini inkâr edemeyiz.
Sermayeyle göbek bağını basın emekçilerinin denetimi dışında güçlendirdikçe, basının tirajlar ve reytinglerle gerekçelendirilen basitleştirici-tarihsizleştirici-görmezden gelen-örtbas eden dilinin toplumun bu noktaya gelmesinde önemli katkısı olacağı belliydi.
Bu toplumun on yıllarını karartmış askeri vesayet döneminin taşıyıcısı da şimdi içinde bulunduğumuz basının ta kendisiydi. Basınımız, otoriteye biat etme konusunda hiçbir zaman büyük zorluk çekmedi.
Şimdi nasıl bir dönemeçten geçtiğimizi anlayabilme; her şeyden öte vatandaşlar olarak çözüm önerisi geliştirerek hayatımıza sahip çıkabilme konusunda basın elbette yine elimizden tutmuyor.
Yıllarca işaret etmeye çalıştığımız üzere, televizyonun dili yazılı basını berbat bir baskı altında tutuyor. Havaya uçurulan askerler, plajlarda patlayan bombalar, her tür gürültülü ölüm şovu en ön planda, hiçbir anlamı olmadan, basit bir hainlik-canavarlık-bebek katilliği vb. adlandırmalarla manşetleri süslüyor. Dizilerin bölüm finallerini en meraklı noktada kesivermek suretiyle bir sonraki bölüme iştah körükleyişi gibi büyük resme çalışmanın yolunu açacak bütünlenmenin aksine bizim tamamiyle edilgin izleyicisi kılındığımız, sürprize sonuna kadar açık bir ‘parçalanma’ya tabi tutuluyor, hakikat. Basını sadakatle izleyen bir gazete okurunun halihazır durum hakkında edinebileceği bilgi ve duygu, siyah beyaz, fevkalade kolay anlaşılır bir resme bakıyor.
Şok! vinyetleri, bizi filancanın falancayla bir mekânda basılması tadında bir gerçeklik okumasına itiyor.
Kürt sorunu üstüne düşünmeye gerek yok. Kürtlerin siyasi temsilcisi Sebahat Tuncel, koskoca bir Türk polisine tokat atıyor. Bir başkası, sevdiğiyle tatil yapıyor. Sıkça ‘şımarıyorlar’. ‘Kışkırtıyorlar’. Hiç ‘utanmıyorlar’.
Bu insanlar, kimi liberalleri hâlâ şemsiyesi altında tutan bir basın organı tarafından rahatlıkla katil ilan ediliyorlar.
Onlara ayrılmış vinyetler ile muhayyel okur profilinin tarafına ayrılmış vinyetler bambaşka. Barış gazeteciliği üstüne en ufak bir çaba okuyamıyoruz velhasılı.
Basının bugünkü görevi hayatımızı tarihsizleştirmektir.
Basının asal görevi güçlü olanın ensesinde durup onun güç kullanımını denetlemek değilmiş gibi, iktidarla organik bağlarını gururla sergileyen yeni Türk bir eğilim görülüyor basınımızda.
İşin kötü yanı, bu yeni Türklerin ileride kendilerini mahcubiyet pembesiyle damgalı bir varoluşun beklediğini bir an için olsun akıllarına getirmemesi. Dolayısıyla on yıllardır gayet iyi tanıdığımız, kayıtlarını yılmadan tuttuğumuz militarist demokratların yerini alanların ileride pişkince bütün günahlarını zeitgeist’a yükleyeceklerini tahmin etmek güç değil.
Denetimsiz güce karşı durmaktan vazgeçmeyecek olanlar, bir zamanlar müttefik oldukları bu yeni Türklerin utanmazlığı karşısında çaresiz kalıyor. Uğradıkları en büyük saldırı, bu iktidar maşalarından geliyor. Özerkliğini korumaya çalışanları en arsızca hedef gösterenler de işte bu yeni Türkler. Bir zamanlar kol kola baskılara karşı dayanışma içinde olduğumuzu sandıklarımız.
İktidar, onların desteği üzerinde günden güne vahşi ve sorgulanması meşru olmayan bir tavra bürünüyor.
İktidar ve gözü kör yandaşları büyük bir kıyıma hazırlanıyor.