Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında PKK ile mücadelede ‘yeni bir strateji’ kabul edildiği söyleniyor. Bu ‘strateji’nin tamamen hükümet tarafından hazırlandığı, MGK toplantısından bir gün önce bir-iki gazeteye bütün detaylarıyla sızdığı da biliniyor. Kabul edilen ‘şey’e ‘strateji’ demek doğru mudur bilmiyorum, belki ‘Öteden beri var olan stratejiye yeni taktik uygulama alanları belirlendi’ demek daha doğru olur. […]
Son Milli Güvenlik Kurulu toplantısında PKK ile mücadelede ‘yeni bir strateji’ kabul edildiği söyleniyor.
Bu ‘strateji’nin tamamen hükümet tarafından hazırlandığı, MGK toplantısından bir gün önce bir-iki gazeteye bütün detaylarıyla sızdığı da biliniyor.
Kabul edilen ‘şey’e ‘strateji’ demek doğru mudur bilmiyorum, belki ‘Öteden beri var olan stratejiye yeni taktik uygulama alanları belirlendi’ demek daha doğru olur.
Öteden beri var olan strateji basitçe şu: PKK’yı ve onun siyasi uzantılarını hiçbir biçimde muhatap almayıp meseleyi bir ‘ayrılıkçı terör’ meselesi olarak ele almak ve terörü de sert güvenlik tedbirleriyle geriletmek, marjinalize etmek.
* * *
Peki bizi bu stratejik hedefe ulaştıracak taktik adımlar ne olmalıdır?
İşte öteden beri tartışılan konu bu zaten.
En eskiden, karşımızdakinin bir etnik kalkışma olduğunu bile inkar ederdik, çünkü bize göre Kürt diye bir şey de yoktu, Kürtçe diye bir dil de…
Sonra zaman içinde Kürtlerin ve Kürtçe dilinin varlığını kabul ettik, hatta bu etnik kimlik ve bu dil üzerindeki baskı ve kısıtlamaların soruna kaynaklık ettiğini bile kabul ettik. Ama kabul etmekle yetindik, başka bir şey yapmadık.
Son dönemde, meselenin PKK’yı muhatap almadan çözülemez olduğu noktasına geldiğimiz izlenimini verdik ama buradan geri döndük, yeniden eski taktiklere sarıldık.
Son MGK’da kabul edilip dışarı sızanlar da esasen eski taktiklerdir, adıyla söyleyelim, devletimizin mücadelenin en sert biçimini yürüttüğü 90’lı yılların taktikleridir.
Zaten tam da bu yüzden geçenlerde yazdığım yazının başlığı, ‘Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklemek’ti.
Bize bu eski taktikleri yeni bir şeymiş gibi satmaya çalışanlarda bir savunma refleksini saptamamak mümkün değil.
Bu sözcülerden biri, ‘Ama faili meçhuller olmayacak, mücadele demokrasi ve insan hakları çerçevesinde, hukuk devleti ilkeleriyle yapılacak’ diyordu. Sanki bunun tersini söylemek mümkünmüş gibi…
* * *
AK Parti sözcüsü Hüseyin Çelik her zamanki gibi en güzel söyleme biçimini bulan isimdi. Ona göre yeni taktikler, ‘Ovada güvercin, dağda şahin’ politikalar olarak tanımlanabilirdi.
Bence de bu tanım güzel; uygulanabilir olmak, samimi olmak kaydıyla tabii.
Bana göre, PKK ile mücadelede denenmemiş olan şudur:
Ovada gerçekten güvercin olmak, daha da ötesi gerçekten demokratikleştirici, PKK’ya yönelik siyasi teveccühü azaltıcı bütün önlemleri almak, bugüne kadar ki şikayetleri ortadan kaldırıcı değişiklikleri bir bütün halinde uygulamaya sokmak.
Ancak o zaman, dağdaki şahinliğin ayırt edici bir özelliği olabilir, başka
türlü değil.
Ama sorunu nasıl teşhis ettiğiniz, genellikle onu nasıl tedavi etmeyi düşündüğünüzü de belirler. Deniyor ki, ‘Ana dilde eğitim dışında yapılması gereken her şey yapıldı.’
Sorunu böyle teşhis ediyorsak, maalesef daha kaybedecek çok şeyimiz var demektir.
Meşhur ‘Salam taktiği’ söylemi bitmeden olmaz
90’lı yıllarda, PKK’ya karşı yürütülen sert siyasetleri uygulayan asker-sivil herkesin dilinde aynı şey vardı.
Ne zaman ‘Kürt sorunu’ndan ve Kürtlerin makul taleplerinden söz etseniz, ‘Bu bir salam dilimi taktiğidir, bugün buna izin verirsiniz, yarın yeni bir şey istenir ve böylece bağımsız bir ulus yaratma yolunda adımlar parça parça atılır’ deniyordu.
‘Salam dilimi’ her şeyi durduran, Kürtlere herhangi bir medeni veya demokratik hakkın verilmesinin önünde duran başlıca şeydi.
Zaman zaman siyasetçiler, diyelim Kürtçe üzerindeki kısıtlamaların kaldırılmasından veya bölücülük propagandası dahil ifade özgürlüğünde genişlemeden söz ettiklerinde, karşılarında doğrudan askeri bulurlardı.
Çünkü söylenen şuydu: Önce terör bitecek, sonra demokratikleşme ve haklar gelecekti.
Bugün yeniden aynı noktaya dönüldüğünü görmek, ‘Terör bitmeden Kürt sorununda yeni haklar verici ilerleme sağlanamaz’ dendiğini duymak, beni çok da şaşırtmıyor açıkçası.
Ama bana göre, hükümet bu kez yeni ve denenmemiş bir şey yapmak istiyorsa, bu ezberi gözden geçirmeli, ‘Kürt açılımı’ toplantılarında derlediği envanterdeki sorun noktalarını hızla çözmeye girişmeli.
‘Salam dilimi’ lafı tedavülden kalkmalı.
Meselenin özü PKK ile Kürtlerin arasındaki mesafeyi açmaktır
EĞER bizim terörle mücadele stratejimiz, PKK’yı dışlayarak bu sorunu çözmek ise, bu stratejik hedefin kaçınılmaz kıldığı bir şeyi aklımızdan çıkarmamalıyız: PKK ile onun beslendiği Kürt kamuoyunun arasındaki mesafeyi genişletmek, giderek PKK’yı kendine savaşçı ve destekçi bulmakta zorluk çeken marjinal bir hareket haline çevirmek.
Peki, bu hedefe nasıl ulaşılır?
Dikkat edin, hedefin gerçekçi olup olmadığı konusunu tartışmıyorum. Söylediğim şey, bizim stratejimizin doğal bir uzantısını açık bir dille ifade etmekten ibaret.
Eğer hedefimiz buysa, o zaman PKK’nın eleman ve destekçi bulmak için kullandığı silahları (ki bunlar çoğunlukla siyasi-kültürel ve ekonomik şeyler) etkisiz kılmalı, o silahları PKK’nın elinden almalıyız.
Peki bu nasıl olacak?
Ben başından beri ‘Kürt açılımı’ndan yoğun siyasi kültürel ilerlemelerle PKK’nın zaman içinde marjinalleştirilmesini anladım. Sadece ben de değil, hapisteki Abdullah Öcalan ile Kandil’dekiler de bunu anladılar, ‘Kürt açılımı PKK’nın tasfiye edilme girişimidir’ dediler, Kürtçe TV’ye bile karşı çıktılar.
Bu örnekler bir anlam ifade ediyor olmalı.