Sonunda entelektüel bir mitimiz çözülüyor. Murat Belge’nin hayli cüretli ve bilmeden doğrular da söylediği (lapsus) Radikal röportajından sonra, son otuz yılımızın dokunulmaz şahsiyeti bütün sertliğiyle tartışılmaya başlandı. Belge Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a verdiği röportajda “Askerle mücadele demokrasiden çok, AKP iktidarını güçlendirdi… Yine kısmi, kendine yontan bir anayasa olacak. 13 Haziran’da uyandığımda hayatımdan memnundum. Seçim sonuçları […]
Sonunda entelektüel bir mitimiz çözülüyor. Murat Belge’nin hayli cüretli ve bilmeden doğrular da söylediği (lapsus) Radikal röportajından sonra, son otuz yılımızın dokunulmaz şahsiyeti bütün sertliğiyle tartışılmaya başlandı. Belge Radikal gazetesinden Ezgi Başaran’a verdiği röportajda “Askerle mücadele demokrasiden çok, AKP iktidarını güçlendirdi… Yine kısmi, kendine yontan bir anayasa olacak. 13 Haziran’da uyandığımda hayatımdan memnundum. Seçim sonuçları zaten tahminlerime yakındı. Demek ki yanılmamıştım, içim rahattı. Hem de seçilenler ve seçilme oranlarıyla ilgili çok şikâyet edeceğim ortam yoktu ortada” demişti. Doğru söze ne denir ki? Biz yıllardır köşelerimizde askeri vesayet ve Ergenekon üzerinden AKP bir demokrasi havarisi kesilerek neoliberalizmi derinleştiriyor derken (bu arada İDO özelleştirildi), onlar tarafından hemencecik darbeci ilan ediliyorduk. Demek ki bazı doğruları yanlış adamların söylemesi gerekiyormuş.
Seçkin bir İstanbul uzmanı
Belge aynı röportajda Sırrı Süreyya ile ilgili sözlerde edince, tartışmaya yaman diliyle o da katılmış oldu. Sırrı Süreyya Önder, Murat Belge’nin “Yetmez ama Evetçiler, ölen adamların ölümünden sorumludur’ diyen Sırrı’ya oy vermedim” sözlerine ise yazısında şöyle cevap vermişti: “Durduğu yerin hiçbir kıymeti, anlamı yok. Bir de kendisini komünist zannediyor. Belge, referanslarını Marx’a dayandıran, Marksist, hatta komünist olduğunu iddia eden ‘ bir ağabeyimiz. O halde onunla başlayabiliriz. Karl Marx, 18. Brumaire adlı yapıtında siyasal analiz literatürüne temel bir katkı yapar. Ona göre, siyasetin dış formuna tekabül eden kuru gürültüye bakarak anlamlı analiz yapılamaz; esas olarak trendi belirleyen toplumsal içeriğe bakılması ve bunun tarihsel bir perspektifle yapılması gerekir. Marx böyle diyor ama başta Belge olmak üzere birçok entelektüel, tipik bir ‘sömürge aydın’ refleksiyle gelişmeleri yorumlamakta.” Sadece bu yorumla kalmadı tartışma, Belge’nin gurmeliğinden, röpdöşambr ve fularına, seçkin bir İstanbul uzmanı olmasına kadar uzayıp gitti. Dünkü Taraf’ta Yıldıray Oğur açık bir provokasyon çağrısıyla tartışmaya dalıverdi. Tan Gençliği’ni BirGün gazetesi kısa paslarıyla ve Emin Çölaşan gazıyla Murat Belge’nin Gümüşsuyu’ndaki evinin önünde toplanmaya çağırıyordu. Ne güzel olur değil mi Yıldıray böyle bir şey olsa; hemen haklı olurdunuz.
Bir aydın miti olarak Belge
Yıllardır sosyalistler daha çok sol liberalizm üzerinden Birikim çevresi ve Murat Belge eleştirisi yapar dururlar. Ama bir mitin sarsılması için Sırrı’nın esprili, meddah tadında dili gerekiyormuş galiba. Belge bizde yaygın olmayan aydın sosyolojisi için eşsiz bir örnek. Eğer yabancı literatürde bilinseydi (ki akademik anlamda da oralarda esamesi okunmaz) bir vaka olarak kesin birileri üzerinde çalışırdı. Belge kendi boş alanını “hep dışarıda” kalarak ve “ayar” vererek kurmuş biri. Bugün hem Necip Fazıl, hem Menderes hem de Deniz Gezmiş adlarını kullanarak demokrasi havariliği yapılıyorsa onun 1986’dan sonra ürettiği konum sayesinde oluyor. Belge 90’larda yaygınlaşmaya başlayan postmodernizm tartışmalarında, bundan kârlı çıkacak olan İslami entelektüellerle bağı kuran adam olarak tarihteki yerini alacaktır şüphesiz. O hep entelektüel bir uyarıcıydı, kaba Marksizme karşı incelikli Marksizmin, ekonomik belirlenimciliğe karşı kültürün, devlete karşı sivil toplumun… Listeyi uzatabilirsiniz istediğiniz kadar. O elindeki imkânları yayıncılığa yönlendirerek bu konuda kitapları da getiriverdi masalarımız üzerine. O akil adamdı her zaman… Aristokrat duruşu, karizması, yemeklerden çakan gurme yönüyle hep cooldu anlayacağınız. Bugün bir master öğrencisinin kolayca yazabileceği şeylerle (ki doktora tezi Coudwell’in Marksit Estetiği’ydi), bu ülkenin en önemli Marksist düşünürü unvanını almak öyle kolay olmasa gerek. Kent, İstanbul ve yemek kültürü üzerine yazdıklarına lafım yok anlayacağınız. Kendisi bir zamanlar şişirilen ince beğenili İstanbulluluk imgesi üzerine epey katkı sundu, kentin kara kafalı kalabalığına karşı. Her ne kadar AKP’yi şimdi bu kara kalabalığın temsilcisi görse de. Bir zamanlar Arif Dirlik’e sormuştum, ‘hocam, Murat Belge’nin Marksist literatürdeki tanınırlığı nedir?’ diye. Gülümseyerek cevap vermişti. Şimdi buraya almayayım ayıp olur. Yani diğer yönlerine, yayıncılığına, çevirmenliğine lafımız yok, ama az buçuk çaktığımız Marksizm açısındaki baktığımızda ortada ne kitap var, ne de bir katkı. Sırf bu yönü bile onu bir aydın sosyolojisinin nesnesi yapıyor. Bizim uzun yıllardır yapamadığımız şeyi Sırrı Süreyya o yaman diliyle yapıverdi. Aslında tartışmanın ana bağı uzun süredir çıtırtısını duyduğumuz sol-liberal ve Kürt aydınların AKP konusundaki hayal kırıklıklarına, tufaya getirilmişliklerine dönük mahcubiyet aslında. Evet yetmez ama… En azından cool bir mit sarsıldı. Bu da az bir şey değil.