Seçim ve parlamento kapitalist düzende siyaset oyununun sahasıdır. Bu sahanın dışında oyun oynamak yasaktır. Bu anlamıyla düzen karşıtları için deplasmanda oynamaktır parlamentoda siyaset yapmak AKP’liler Meclisin açılışında BDP ve CHP’lilerin tavrı karşısında Meclisin milli iradenin merkezi olduğunu ve ondan başka meşru bir yer olmadığını döne döne dile getiriyorlar. Daha seçimden hemen önce Kanun Hükmünde Kararname […]
Seçim ve parlamento kapitalist düzende siyaset oyununun sahasıdır. Bu sahanın dışında oyun oynamak yasaktır. Bu anlamıyla düzen karşıtları için deplasmanda oynamaktır parlamentoda siyaset yapmak
AKP’liler Meclisin açılışında BDP ve CHP’lilerin tavrı karşısında Meclisin milli iradenin merkezi olduğunu ve ondan başka meşru bir yer olmadığını döne döne dile getiriyorlar. Daha seçimden hemen önce Kanun Hükmünde Kararname yetkisi alarak meclisi devre dışı bırakan AKP hükümetinin kendisi değilmiş gibi bugün “yüce meclis” şaklabanlığı yapılıyor.
Seçim ve parlamento kapitalist düzende siyaset oyununun sahasıdır. Bu sahanın dışında oyun oynamak yasaktır. Bu anlamıyla düzen karşıtları için deplasmanda oynamaktır parlamentoda siyaset yapmak. Vatandaşların siyasal tercihlerini ifade ettiği bir alan olması anlamında kuşkusuz dikkate alınması gereken bir olgudur ama antikapitalist mücadelenin kendi sahası işyeridir, yaşam alanlarıdır, okuldur, hastanedir, ekmek ve sudur, ormandır, köydür, kasabadır, evin içidir.
Bu anlamıyla son zamanlarda sıkça dile getirdiğimiz “sokak” basitçe hükümetin karşısına dikildiğimiz eylem alanı değildir. Hayatın nabzının attığı her yerdir. Rize’de AKP ilçe binasını basmaya giden çay üreticisiyle, işyerinde sendika istediği için yoksulluğa terk edilen fabrika işçisiyle, evi başına yıkılan kentsel dönüşüm mağdurlarıyla birlikte olabilmek, onun yaşadığı ve AKP’nin çözümünden kaçtığı sorunlarına gerçekçi ve toplumcu çözümler üretebilmektir.
Kuşkusuz sokağın gücünü arttıran en önemli şey değiştirebilme kabiliyetidir. Yani mücadelenin elinin değdiği her alanı karşı olduğu kapitalist düzenin pençesinden kurtarabilme iddiasıdır. Bunu yapabilmek zaman zaman düzenin hegemonyasını sağlayan en önemli unsur olan devlet terörünün karşısına cesurca çıkabilmektir. Ancak bu, beraberinde kendi hegemonyasını, kendi çözümünü taşımıyorsa yani amiyane tabirle sadece protesto etmek için varsa kalıcı ve büyüyen bir hareketten bahsetmek mümkün olamayacaktır.
Çay üreticisinin öfkesine tercüman olmak, evi yıkılmak istenenin bedduasını dile getirmek, asgari ücrete mahkûm edilen işçinin adalet kılıcı olmak şarttır, bu olmadan olmaz. Ama sokak dediğimiz gerçek hayat her zaman ama her zaman başka bir dünyanın aşkına yanar. Sadece yıkmak için değil yenisini kurmak için gelenleri bağrına basar. AKP’nin yeni düzenin zalimi olmasına rağmen halen kendisini mağdur göstermeye çalışması, halen her gün üç-beş subay içeri atmaya çalışması hep bu mazlumu oynama gayretindendir. Çünkü bunu sürdürebildiği oranda sokağın dinamizmine sahip olabilecektir. AKP’yi on yıllardır egemenliğini sürdürmüş olan geleneksel merkez sağ hegemonyadan ayıran en önemli özellik budur.
Bugün eskiden rejim muhaliflerinin nefes aldığı ve kendini var ettiği bütün ideolojik boşluklar Refah Partisi’nin belediye iktidarlarından başlayarak çok daha güçlü biçimde verili kapitalist ilişkilere muhalif bir söylemle İslamcı siyaset tarafından doldurulmaktadır. Meslek edindirme kurslarından evde hasta bakım hizmetlerine kadar her şeye kendi rengini vererek hegemonyasını kuran İslami kapitalist bir egemenlikle karşı karşıyayız. Bu anlamıyla 2011 seçimlerinin ardından “canım zaten Türkiye’de merkez sağın oyu her zaman yüzde 60-70 civarındadır” diye kendimizi kandırmayalım.
Sadece sokakta kalmayı başarabilenler bu yanılsamanın tuzağına düşmezler. Ve bu sayede kapitalist düzeni İslami bir renge boyayarak millete yutturmaya çalışan AKP’nin karşısına adil, özgür, barışçı ve demokratik bir toplum düzenini kurma iddiasıyla çıkmadan başarmanın mümkün olamayacağını görebilir ve gereğini yerine getirebilirler.
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Yönetim Kurulu Üyesi