Kapitalist sistemin hüküm sürdüğü ülkelerde 1970’li yılların ortalarında “sosyal devlet” tartışılmaya başlandı. Kamu hizmetlerinin serbest piyasaya açılması ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi, devletin küçültülmesi, çalışma yaşamında esnek üretim, kamu hizmetlerinde çalışanların sosyal haklarının ve iş güvencesinin kısıtlanması için uluslararası sermaye ve örgütleri kolları sıvadı. Bu politikalara ekonomistler tarafınden neoliberalizm adı verildi. Ekonomik politikaların yanında bireysel hak ve […]
Kapitalist sistemin hüküm sürdüğü ülkelerde 1970’li yılların ortalarında “sosyal devlet” tartışılmaya başlandı. Kamu hizmetlerinin serbest piyasaya açılması ve özelleştirmelerin gerçekleştirilmesi, devletin küçültülmesi, çalışma yaşamında esnek üretim, kamu hizmetlerinde çalışanların sosyal haklarının ve iş güvencesinin kısıtlanması için uluslararası sermaye ve örgütleri kolları sıvadı.
Bu politikalara ekonomistler tarafınden neoliberalizm adı verildi. Ekonomik politikaların yanında bireysel hak ve özgürlüklerin propagandası da beraber yürüdü.
Ancak o günkü şartlarda hem sosyalist ülkelerin gücü hem de işçi sınıfı mücadelesi neoliberal politikaları zorluyordu. Bu yüzden bu politikalar daha çok az bağımlı kapitalist ekonomilerin hakim olduğu ulus devletlerde uygulanma imkanı buldu. IMF ve Dünya Bankası bu politikalar için ülkelere baskı yapmaya başladı. Bazı ülkelerde darbeler gerçekleştirildi.
Ülkemizde 24 Ocak 1980 kararları ile uluslararası neoliebral ekonomik tedbirler uygulanmaya başlandı. Ardından gelen 12 Eylül darbesi bu politikaları isteyenler için büyük bir imkan doğurdu. Yeni yapılan anayasa ile özelleştirmelerin önü açıldı.
Sosyal devlet ile yurttaşa verilen haklar önce ellerinden alındı. Sonra sadaka ile bir kısmı geri verildi. Böylece hak olan bazı özgürlükler ve imkanlar hükümetlerin verdiği bir sadakaya dönüştü. Yeşil kart ve Fakir Fukara Fonu gibi uygulamalar aynı zamanda partilerin propaganda aracı ve oy deposuna dönüştü.
Önce al sonra kısmi geri ver politikası kamu hizmetlerinde çalışan memurların durumunda da yaşandı. Kamu sektöründe işe alınmalar 657 sayılı kanununa ilave edilen madde ile (4/B maddesi ile sözleşmeli esasına göre) gerçekleşmeye başlandı. Sonra tamamen güvencesiz olan 4/C maddesine göre işe alınmalarla süreç devam etti. Sonuçta taşeron çalışma yaygınlaştı.
4 Haziran 2011 tarihli mükerrer Resmi Gazete’de yayınlanan 632 sayılı Kanun Hükmünde Kararname yayınlandı. Bu kararname uyarınca 657 sayılı devlet memurları kanununa geçici 37. madde eklenerek, 4/B’li sözleşmeli personel ile 4924 sayılı kanuna tabi sözleşmeli personelin kadroya geçirilmesi sağlandı.
Hükümet kendi döneminde kamu işkollarına sözleşmeli olarak atadığı çalışanlara yine kendisi kadro verdi. Yukarıda belirttiğimiz gibi önce al sonra ver mantığı devam ediyor. Hem de seçim öncesinde.
Elbette bu iş güvencesi anlamında önemli bir adımdır. Konfederasyonlar toplu sözleşme görüşmelerinde ve işveren görüşmelerinde sürekli olarak sözleşmeli personelin, geçici personelin, vekil personelin ve taşeron işçilerin kadroya geçirilmesini talep ederek bunun için sürekli mücadele etmiştir. Seçim öncesi bir süreçte siyasi iktidarın konfederasyonların taleplerinin bir kısmını karşılamış olmasını mücadelenin bir kazanımı olarak görmek gerekir.
Ancak bazı hatırlatmaları ve uyarıları yapmadan da geçemeyeceğiz. İş güvencesi hala uluslararası ve ulusal sermaye açısından önemli bir engeldir. Bu politikalardan yani neoliberal uygulamalardan vazgeçilmiş değildir.
Son çıkarılan torba yasa ile 657 saylı yasaya bağlı çalışanların kısmi hakları elinden alınmıştır. Ancak anayasanın kendisi ve sendikalaarın karşı duruşu bu yasanın tamamen değiştirilmesine karşı engeller çıkarmaktadır. Yine seçim süreci önemli bir faktör olmuştur. Şu anda iktidarda olan hükümetin anayasayı tek başına değiştirmek isteği ortadadır. Seçimden sonra ise yeni anayasada hedeflerden biri 657 sayılı devlet memurları yasası olacaktır. Bu açıdan 4/B statüsünde çalışanların kadroya alınması bir anlam ifade etmeyecektir. Çünkü 657 yeniden yapılandırılacağı için kamu görevlilerinin iş güvenceleri de değişecektir.
Bu açıdan sendikalara seçimden sonra büyük görev düşüyor. Yeni anayasa sürecinde iş güvencesi ile ilgili duyarlı olmaları ve süreci iyi takip etmeleri gerekiyor. Bir kaç yeni ileri değişikliğin içinde başta iş güvencesi olmak üzere haklarını kaybedebilirler.