Türkiye seçim atmosferine girmiş durumda. Televizyonları, burjuva basınını izleyince olağan seçim süreci yaşanıyor ve bu seçim sürecindeki aktörlerin propaganda çalışmaları sürüyor, yani güllük gülistanlık bir havada, ileri demokraside adil bir seçim süreci yaşanmakta diye düşünüyoruz. Medyadan takip edince gerçekten böyle, ya da böyle görmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Gerçi artık saklama gereği duymadan sansürü açık […]
Türkiye seçim atmosferine girmiş durumda. Televizyonları, burjuva basınını izleyince olağan seçim süreci yaşanıyor ve bu seçim sürecindeki aktörlerin propaganda çalışmaları sürüyor, yani güllük gülistanlık bir havada, ileri demokraside adil bir seçim süreci yaşanmakta diye düşünüyoruz. Medyadan takip edince gerçekten böyle, ya da böyle görmemiz için ellerinden geleni yapıyorlar. Gerçi artık saklama gereği duymadan sansürü açık açık savunur ve RTÜK eliyle karar alıp ilan eder durumdalar. Gerekçe de hazır; seçim güvenliği.
Yaşadığımız ülkenin bir yarısı kirli propagandadan körleşmişken diğer yarısı her gün yas tutar vaziyette. Ama bu ülkenin insanlarının birbirlerine bağlı kaderlerinde yaşadıkları birbirinden saklanarak, sevinçlerini ve acılarını birlikte yaşamaları bile engellenmekte. 22 Ağustos’ta internete filtreleme gelecekmiş. Buna gerek var mı? Zaten iktidarlar yıllardır iki halkın ortak taleplerini yaratmalarını; acıda, sevinçte ortaklaşmalarını ve birlikte konuşmalarını engellemek için çok ciddi filtreleme uygulamıyor mu?
Oysa son bir aydır her gün bu topraklara onlarca gencin ölüm haberleri gelmekte. Bu coğrafyada haftalardır cenaze kaldırmaktayız. Birinin yası bitmeden diğerlerinin ölüm haberleri geliyor. Acılarımızı yokluklarımızı yoksunluklarımızı kendi başımıza yaşamak, kendi kaderimizle baş başa bırakılmış olmak gerçekten ağır ve kabul edilmesi çok zor.
Bu sadece bizler açısından değil, bu çatışmalarda yaşamını yitiren asker çocukların aileleri içinde geçerli bir durum. Herkes kendi acısıyla yalnız baş etmek zorunda. Peki ama ne için, hangi ulvi değer için? Nasıl bir insanlıktır ki bu 30 yıldır yaşanan bu çatışmaların artık bitmesi için adım atamaz, ses çıkaramaz haldedir.
Gelen her cenaze barışa olan inancın yitirilmesi umutsuzluk ve nefreti beraberinde getirmekte. Cenazelerden öfke ve intikam sloganları atılmakta, bu savaşı yeniden tırmandıranlar da zaten bunu bilerek hesaplayarak yapmıyorlar mı?
Muktedirler için ezilenlerin hayatlarının bir anlamı yok. Bunu daha önceki süreçlerde de yaşadık, bugün de aynı süreci yeniden yeniden kaseti başa sararak yaşamaktayız. Sadece değişen muktedirin kimliği.
Her gün yeni bir eve evlat acısının ateşi düşüyor. Ateş düştüğü yeri yakar derler. Belki öyle ama cenazelerde gençlerin öfkesi dışında insanların yüzünde gözlerinde derin bir kaygı ve umutsuzluk görmek mümkün. Konuştuğum herkes, şöyle diyor: “Yeniden eskiye mi dönüyoruz? Daha ne kadar genç ölecek? Neden devlet bize bu kadar kin duyuyor, biz ne yaptık? Hem bize zulüm uyguluyorlar hem de devletle barışık yaşamamız bekleniyor? Çocuğumu öldüren devletle nasıl barışayım, nasıl affedeyim? Cenazelerimize bile işkence uyguluyorlar nasıl bir insanlıktır bu? Bunu yapan insan mıdır? Nasıl bir kindir bu kendi evlatlarını katletmekte hiç tereddüt etmiyor? Peki, ne için, oy için mi? Çocuklarımızı öldürmesinler bütün oylar onların olsun.”
Tüm bu yaşananlara rağmen barışa uzanan eli tutmaya hazır Kürt halkı ama bu eli kim tutacak onu bilmiyorum. Çünkü bu acıların bitmesi için adım atması gereken iktidar çözüm için bölgeye 20 paralı katili göndereceğini ilan etti.
İki gündür insanlar, katledilen gençlerin cenazelerini almak için sınırda ölümü göze alarak çocuklarının cenazelerini dağ taş arıyor. Arıyor, çünkü ölülerine işkence edilmesini önlemek istiyor. En son gelen cenazelerin hepsinde işkence izlerine rastlanmıştı.
Tüm bunları özgür basınımız bizden gizlemekte. Çünkü “Bunlar yazılır çizilirse halkta infial yaratır” diyordu, saygıdeğer bir gazetenin yazı işleri müdürü. “AKP oy kaybeder, kimse bunu yapmaya cesaret edemez” diyordu televizyonda.
Tüm bunlar yaşanırken acıları ile baş başa bırakılmış olmayı, kaderine terk edilmiş olmayı kabul etmek istemiyorum. Biliyorum ki bu ülkede halkların barışına köprü olacak, zulme sesiz kalmayacak insanlar da var. Medyada uygulanan filtrelemeden dolayı acımızı, yalnızlığımızı, yaşadığımız zulmü hissetmiyorsunuz. Bu yüzden sesiniz çıkmıyor.
Tüm bu baskılara karşı kendi barış köprümüzü kuralım, sesimizi birbirimize taşıyalım. Yalnız olmadığımızı bilmek güçlü kılacak bizi ve direnme gücümüzü artıracak.
Yüreğimdeki acıyı soğutamayacak ama yalnız olmadığımızı bilmek, baskıya zulme karşı her yerde direnişi yükseltmek bu ölümleri katliamları durduracaktır.
Yoksa bu sessizlikte boğulup gideceğiz, sadece dağdaki gençler değil bir halk olarak öleceğiz.
Edi Bese!
* Zeynep Çelik
Dev Sağlık-İş Örgütlenme Daire Başkanı