Dilovası Belediyesi defin ruhsatlarından yola çıkarak 1 Ocak 1995 ile 10 Ekim 2004 tarihleri arasında beldede gerçekleşen ölümlerin nedenlerini araştıran Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve arkadaşları bir süredir gündemden inmiyor. Bölgede kanser ölümlerinin neredeyse Türkiye ortalamasından üç kat fazla olduğunu gösteren bu çalışma nedeniyle, Kocaeli ve Dilovası belediye başkanlıkları, “haberin geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağladığı, […]
Dilovası Belediyesi defin ruhsatlarından yola çıkarak 1 Ocak 1995 ile 10 Ekim 2004 tarihleri arasında beldede gerçekleşen ölümlerin nedenlerini araştıran Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ve arkadaşları bir süredir gündemden inmiyor. Bölgede kanser ölümlerinin neredeyse Türkiye ortalamasından üç kat fazla olduğunu gösteren bu çalışma nedeniyle, Kocaeli ve Dilovası belediye başkanlıkları, “haberin geniş halk kitlelerine ulaşmasını sağladığı, araştırma sonuçlarını halk arasında panik yaratmak amacıyla kullandığı” iddiasıyla Hamzaoğlu’nu Kocaeli Cumhuriyet Savcılığı’na şikâyet etmişti.
Bilimsel bir çalışmanın, sanayi lobilerinin ve kâr hırsının da etkisiyle nasıl ‘şarlatanlık’ olarak değerlendirildiğini Onur Hamzaoğlu ile konuştuk.
Belgelere dayanan bir araştırmanın şarlatanlık olarak değerlendirilmesi konusunda ne düşünüyorsunuz? Size yapılan saldırının kişisel bir yanı var mı?
Hiçbir kişisel yanı yok. Bu doğrudan doğruya Türkiye’de gelinen son durumun bir aynasıdır. Benim adımdan bağımsız olduğunu düşünüyorum. Üniversiteler artık Ar-Ge’ler üzerinden, teknoparklar üzerinden, Bologna’lar üzerinden, doğrudan doğruya müfredat üzerinden, sermaye eliyle ve siyasi otoriteyle olan konsülüdasyon sürecini tamamladı. Konsülüdasyonun tamamlandığının bir işareti bu durum. Eğer üniversite bileşenleri böyle bir olayda, böyle bir olayın öznelerine gerekli yanıtları verebilir olsaydı zamanında, bu tür gelişmeler olamayacaktı. Buna cesaret edemeyeceklerdi. Ama bunun sadece bir iyi niyet beklentisi olduğunu söyleyebilirim. Nesnel veriler gösteriyor ki Türkiye’de üniversitelerin durumu doğrudan doğruya bağımsızlığın terk edilmiş olduğu, özerkliğin terk edilmiş olduğu bir yapı haline gelmiş.
Kamu yararını, çevrenin ve insan sağlığının korunmasını ilke edinmek durumunda olan yerel yönetimlerin ve genel olarak devletin, size ve sizin gibi biliminsanlarına saldırmasını nasıl yorumluyorsunuz?
Saldıranlar, benim üniversitemde o saldırıdan sonra bilim ödülü törenine katıldı ve bilim ödüllerini, ödülü alan kişilere takdim etti. Böyle bir olgunun var olduğu üniversitede hiçbir yorum yapmak istemiyorum. Saldıranlara da, o saldırının zeminini oluşturan kişilere de. Üniversitelerimizde bugün istenen şey toplumsal yarar, toplumsal çıkarlar üzerine bilgi üretmek, bizi geliştirmek değil. Üniversiteler bu hattan çıkartılmıştır. Bununla ilgilenenlere korku salınmaktadır. Bu esasında toplumsal kaygılarla, toplumsal hedeflerle, üniversiteyi topluma karşı olan sorumluluğunun bilinciyle, biliminsanlarının üniversitelerde faaliyette bulunmasını baskılayıcı bir süreçtir. Ama biz biliyoruz ki korkunun ecele faydası yok. Ne korkarız, ne de korkudan korkarız. Çünkü üniversitenin ve biliminsanının öncelikli sorununun toplumsal olduğunu ve bu anlamda da bilimsel bilgi üretmekte bilim insanının her zaman olduğu gibi bugün de taraf olduğunu söylemek isterim. Hangi alanda çalışmayı düşündüğünüz, sorunun tanımlanması aşaması, biliminsanı için bilimsel yöntemi kullanırken bir taraflılık içerir. Ama bunun doğrulama aşaması tümüyle tarafsız olmalıdır. Ben ve arkadaşlarım da konu seçiminde, çalışma alanı seçiminde bir tarafız. Toplumun var olan sorununun boyutlarını ortaya koymak, nedenlerini kapsayabilmek adına tarafız. Ama bu sorunun yanıtlarını alırken yürütmüş olduğumuz doğrulama sürecinde, tümüyle açık, şeffaf ve tarafsız bir şekilde hareket ederek sonuçlara ulaştık.
AKP iktidarı ile birlikte çevrenin rant ve kâr hırsına feda edilmesi süreci büyük hız kazandı. Bu projenin arka planında neler oluyor?
Var olan toplumsal kaynakların sermayeye aktarılması süreci bu. Bunu hep beraber gözlemliyoruz zaten. Bu benim tek başıma yanıtlayabileceğim bir sorunun ötesinde bir soru. Orman Genel Müdürlüğü’nün Çevre Bakanlığı’na aktarılması sürecinden de biliyoruz ki, çevre konusunda, özellikle madenler ve benzeri alanlarda verilecek kararlarda, evrakın bir bakanlıktan diğerine gitmesi için geçen süreye bile tahammülü yok artık sermayenin. Aynı yapı içinde karar vermeyi öngörüyor. Bu bakımdan bütün bu verileri bir araya getirebiliriz. Ama ben şunu söylemek istiyorum, bu vesileyle hepimiz, hem üniversite bileşenleri, hem de toplumun üniversite bileşenleriyle olan ilişkisini sağlayan örgütlenme yapıları, bunu üniversiteleri ayağa kaldırmak için bir adım atma olanağı olarak görmeli. Bu süreç sadece benimle ilgili bir süreç değil. Hepimize yönelik tehdidin artık bir dışavurumudur. Saklanamayan bölümüdür. Bunu, biz üniversite bileşenleri olarak bir şansa dönüştürüp, yeniden özgürce konuşabilmek, yeniden üniversitelere toplumsal sorumluluğu şiar edinebilmek, müfredatlarımıza bunu geçirebilmek ve evrensel değerleri tartışıp, paylaşmak ve yaygınlaştırmak adına bir fırsat olarak görmeliyiz, değerlendirmeliyiz diye düşünüyorum.
TBBM komisyonunun çözüm önerilerini gündeme almaması için sanayicilerin lobileri araya girdi. Ardından siz savcılığa şikâyet edildiniz. Yıldırılmaya çalışıyorsunuz. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Görevlerini yapıyorlar ama bu görevleri belediye başkanlıkları üzerinden kaynaklanan bir görev değil. Her iki belediyenin de, hem ülkemizde geçerli olan büyükşehir belediye kanunu, hem de belediye kanununa göre, organize sanayi bölgeleri görev ve yetki alanlarının dışında. Onlar yurttaş adına konuştuklarını ifade etse de bu kapsamda orayla ilgili değiller. Görev ve yetki alanlarının dışındaki bir alanla ilgili olarak bazı saptamaları ve iddiaları var. Bu bakımdan ülkede sözün bittiğinin en önemli göstergelerdir o dilekçeler, başvurular.
Yaşananlar ‘akıl dışılığın’ örneği
Gelip geçen yerel yönetimlerin Dilovası’na bakışını ve uyguladığı politikaları nasıl değerlendiriyorsunuz?
1970’den bugüne kadar hiçbir hükümet ya da yerel yönetimin farklı bir uygulaması yok diye düşünüyorum. Veriler onu gösteriyor. İnsana karşı, doğaya karşı sanayi politikaları olarak değerlendiriyorum.
Bölgede yeni organize sanayi bölgeleri kurulması planlanıyor. Bu sizce ne getirir?
Şu anda olan, özellikle Kocaeli bölgesindeki yeni organize sanayi bölgeleri emisyonlarda artışı beraberinde getirecektir. Özellikle bu boyutuyla, bu kadar sık sanayinin olması dünyanın hiçbir yerinde görülmemiştir. Burada kentin doğu bölgesinde, kapı kapıya komşu neredeyse birkaç lastik fabrikası varken yine kentin batı tarafında duvar komşusu demir-çelik fabrikaları var. Buna dünyanın başka yerlerinde rastlamak çok güç. Bu bile akıl dışılığın bir örneği. Ben bu bakımdan Türkiye’yi ortaçağ karanlığına sürüklemek isteyen bu yaklaşımın durdurulması gerektiğini ve bunu hep beraber yapabileceğimizi düşünüyorum. Artık sözün bittiği yerdeyiz. Bu gelişmeler bize onu gösteriyor.
Birgün – Burcu Bingöl