Sağlıkta dönüşüm, sağlık ve sosyal güvenliğin, piyasalaştırması, güvencesizliğin derinleştirilmesinden başka bir şey değildir. Fakat sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili dönüşüm süreci, diğer kamusal tasfiye süreçleri gibi, 1980’li yıllara dayanıyor. Kuşkusuz 80’li yıllar belleklerde, yeni liberal politikaların yerleştirilmeye çalıştırıldığı, bir süreç olarak hatırlanır. Tasfiye sürecine zemin hazırlanırken, önce kamusal hizmetlerin hantal ve devlet üzerine yük olduğu […]
Sağlıkta dönüşüm, sağlık ve sosyal güvenliğin, piyasalaştırması, güvencesizliğin derinleştirilmesinden başka bir şey değildir.
Fakat sağlık ve sosyal güvenlikle ilgili dönüşüm süreci, diğer kamusal tasfiye süreçleri gibi, 1980’li yıllara dayanıyor. Kuşkusuz 80’li yıllar belleklerde, yeni liberal politikaların yerleştirilmeye çalıştırıldığı, bir süreç olarak hatırlanır. Tasfiye sürecine zemin hazırlanırken, önce kamusal hizmetlerin hantal ve devlet üzerine yük olduğu argümanları öne sürüldü. Sonra kurumların içi boşaltılmaya başlandı. Daha sonrası da malum, taşeronlaşma, piyasalaştırma ve özelleştirme süreci hızla devreye sokuldu.
1980-2003 yıllarını; sağlık ve sosyal güvenlikte tasfiye süreçlerinin, başlatıldığı yıllar olarak anımsanmalıdır.
“Sağlıkta Dönüşüm Programı”, “Aile Hekimliği”, “Kamu Hastane Birlikleri” gibi, yıllara yayılmış inceltilmiş politikalarla, toplumun sağlık hakkı, bir hak olmaktan çıkarıldı. Halkın vergileriyle, nitelikli, ulaşılabilir ve ücretsiz verilmesi gereken sağlık hizmetlerinin sunumunda oluşan maliyetler, kamudan alınarak bireye, topluma yükleyen bir anlayış tesis edildi.
Nitekim hükümetler yıllardır, Sağlık ve Sosyal Güvenlik Kurumları’nın, açık verdiğini söyleyip, bunun için, yapısal dönüşüme ihtiyaç olduğunu iddia ederek, toplumu neoliberal dönüşüme ikna etmeye çalıştılar.
Sonrası ise malum…
Sosyal Güvenlik Kurumları birleştirildi. Prim esası getirildi. SSGSS yasasıyla, yapılan yeni düzenlemelerle, sağlığın sunumu ve finansmanı birbirinden ayrıldı. SGK, tüm özel ve kamu sağlık kurumlarından, hizmet satın alır hale getirildi. Kısaca sağlıkta özelleştirmeyle, sermayeye daha çok kaynak aktarmanın kanalları açıldı.
Sağlık alanında dışarıdan hizmet satın alma, 4B, 4C, sözleşmeli çalışma gibi esnek ve kuralsız istihdam biçimleri yerleştirilerek, sağlık emekçilerinin iş güvenceleri, piyasanın insafına bırakıldı. Ücretlendirmede, performans kriterleri getirildi.
Zira siyasal iktidar; herkesin sağlık güvencesine kavuşturulacağı, SSK ilaç kuyruklarına mahkum olmayacağı, bıçak parası vermeyeceği, herkesin istediği hastaneye gidebileceği, doktorla hasta arasında parasal ilişkisinin olmayacağını söylese de.
Ancak çok geçmeden, söylenenlerin gerçeği yansıtmadığı anlaşıldı. Hizmetlerin nitelik açısından değişmediği, sağlık sunumunda da söylendiği gibi bir eşitliğin olmadığı yaşanarak görüldü. Ne var ki sağlık kurumlarına muayene katılım paylarını, halk cepten ödediğinde, sorunu anladı. Ancak iş işten çoktan geçmişti. Sağlığın paralı hale getirtilmesi, yoksul halkın hastaneye gidişini azalttığı gibi, eczaneye ekstra ücret ödememek için, hastalar reçetesiz ilaç alır duruma getirildi.
Öte taraftan söylenenlerin aksine sağlık harcamaları azalmadı, tam tersine çoğaldı. 2002 yılında toplam sağlık ödemeleri 24 milyar 316 milyon TL iken, yıllar içerisinde rakamlar katlanarak 2010 yılı itibariyle 111 milyar 38 milyon TL’ye yükseldi.
Fakat bu büyüme halk sağlığına yansımadı. Söz konusu büyümeden, özel sağlık şirketleri, uluslararası ilaç tekelleri büyük karlar elde edip, aslan payını aldılar. Ama şüphesiz sağlık alanında yaşanan sorunlar ve eşitsizlikler, sadece bunlar değil.
Temel kamusal bir hak olan, sağlık hizmetinin anadilde verilmemesi, Kürt halkının sağlık hizmetlerinden dışlanmasına, hasta doktor ilişkilerinin kesintiye uğramasına neden oluyor. 30 yıllık savaş sürecinin; ekolojik yaşamı tahrip etmesi, göç, işsizlik, yoksulluk, beslenme, barınma ve alt yapı eksikliği, Kürt coğrafyasında halkın sağlık hizmetlerine erişimini engelliyor.
Sağlık Emekçileri Sendikası (SES) ve TTB gibi örgütler, AKP’nin uyguladığı sağlık ve sosyal güvenlik politikalarına karşı, uzun zamandır seslerini yükseltiyor ve (êdî bese) artık yeter diyorlar.
Sağlığın piyasalaştırılmasına, hastanelerin ticarethaneye, dönüştürülmesine, düşük ücret, güvencesiz, esnek çalışmaya karşı, Sağlık emekçileri 19-20 Nisan da ‘Beyaz Grev’e çıkıyor.
O halde tüm toplum parasız, nitelikli, ulaşılabilir, anadilde bir sağlık hizmeti için 19-20 Nisan’da, hastanelere gitmeyerek sağlık emekçileriyle dayanışmayı büyütmelidir.