BDP adayları hakkında açılmış tüm davaları araştırdığı anlaşılan YSK, tespit ettiği davaların hangi karara bağlandığına bakmamış Kürt sorunu budur işte. Devletin, hukuk eliyle Kürtlere bin türlü tuzak kurmasıdır. AB’yle uyum adına Meclis’ten sessiz sedasız yasaları geçirirken, Kürtleri ellerinde kalan iki dirhem haktan da nasıl mahrum edeceğinin hesabını yapmasıdır. Onca zulme, cezaya rağmen siyasi mücadelede direnmeye […]
BDP adayları hakkında açılmış tüm davaları araştırdığı anlaşılan YSK, tespit ettiği davaların hangi karara bağlandığına bakmamış
Kürt sorunu budur işte. Devletin, hukuk eliyle Kürtlere bin türlü tuzak kurmasıdır. AB’yle uyum adına Meclis’ten sessiz sedasız yasaları geçirirken, Kürtleri ellerinde kalan iki dirhem haktan da nasıl mahrum edeceğinin hesabını yapmasıdır. Onca zulme, cezaya rağmen siyasi mücadelede direnmeye devam eden Kürtleri daha da ‘gayrı-vatandaş’ kılmak için reform yasalarına masum düzenlemeler yerleştirmektir.
AK Parti’nin ‘Kürt açılımı’nın yasal altyapısını 2005’ten itibaren hazırladığını biliyorduk zaten. Terörle Mücadele Kanunu’nda (TMK), Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu’nda ağır düzenlemeler yaparak… Cezaevine düşmeden, dağa çıkmadan sivil hayatta kalmış Kürtlerin, kendilerini Meclis’in dışında tutan yüzde 10 seçim barajına, partilerini birbiri ardına kapatan yasaklara rağmen, yeni partiler kurarak, meclise bağımsız adaylarla girerek siyasi mücadeleye devam etmeleri, yeni tür yasal tuzakların hazırlanmasını gerektirmişti zira. Şimdi anlıyoruz ki, bildiğimizden daha da çeşitliymiş tuzaklar. Böylece, Kürt sorununa ilişkin her türlü gösteri, siyasi faaliyet, konuşmanın TMK kapsamına alınarak ‘terör suçu’ sayılmasıyla, sivil hayattan hapishanelere transfer edilen Kürtlerin sayısı katlandı. Sokakta gösteriler yapan Kürt çocukları TMK mağdurlarına, siyaset yapan büyükleri de KCK sanıklarına dönüştü. 2006’dan bu yana, binlerce Kürt tutuklu ve tutuksuz olarak yargılandı, hüküm giydi. Bunları biliyorduk.
Ama bilmediklerimiz de varmış. Aralık 2006’da Adli Sicil Kanunu’na eklenen bir hüküm, terör eylemlerinden hüküm giydikleri için kamu haklarını kaybedenlere ilişkin bir düzenleme getirmiş meğer. Madde 13(a)’ya göre, bu kişilerin yasaklanmış (memnu) haklarının iade edilmesi için infaz sürelerinin dolmasından üç sene sonra mahkemelere başvurmaları gerekiyor. Oysa, 1 Haziran 2005’te kabul edilen yeni Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi, seçme ve seçilme gibi haklara getirilen süresiz yasakları kaldırmış, yasakların ömrünü mahkûmiyet süresiyle sınırlamıştı. Böylece, memnu hakların iadesi için mahkeme kararına gerek kalmamıştı. Artık mahkemelerin, kendilerine başvurulması durumunda bile, memnu hakların iadesi kararını çıkartma yetkisi bulunmuyor.
AK Parti hükümetinin bir buçuk sene içerisinde geçirdiği iki ayrı yasada, temel hak ve özgürlüklerin düzenlenmesine ilişkin birbirleriyle çelişkili iki hüküm bulunuyor. Bu çelişkiyi, YSK’nın aldığı kararla öğrenmiş bulunuyoruz. Öncelikle, dün telefonda görüştüğüm ve adaylığı veto edilen BDP Milletvekili Gültan Kışanak’ın da ifade ettiği gibi, aynı durumu düzenleyen birden fazla yasa maddesinin olduğu durumlarda kişinin lehine olanın uygulanması gereği, evrensel bir hukuk ilkesidir. Oysa YSK burada, üstelik oybirliğiyle, daha ağır olan hükmü uygulamıştır. Üstelik bu amaçla özel bir çaba gösterdiği anlaşılıyor. Kışanak, YSK’nın adayların milletvekilliğine uygun olup olmadığını denetleyen yazılım programında adli sicil kaydının temiz göründüğünü belirtiyor. Dolayısıyla, YSK’nın, BDP’nin adaylarının uygunluğunu değerlendirirken kendi yazılım programıyla yetinmediği, onlara diğer adaylardan farklı bir prosedür uyguladığı anlaşılıyor. BDP adayları hakkında geçmişte açılmış bütün davaları araştırdığı anlaşılan YSK, tespit ettiği davaların hangi karara bağlandığına ise bakmamış.
BDP’lilerin, devleti iyi tanıdıklarından olsa gerek, böylesi sürprizlerin önünü alabilmek için ellerinden geleni yaptıkları anlaşılıyor. Leyla Zana ve Hatip Dicle, 2007’de TMK’dan aldıkları hükme ilişkin Van ve Diyarbakır’da yargılandıkları mahkemelerin kapısını çalmış, memnu haklarının iadesine dönük karar talep etmişler. Ancak bütün mahkemeler, TCK’daki değişiklik nedeniyle böyle bir karar verme yetkilerinin bulunmadığını bildirmiş. İşte YSK, Zana ve Dicle’nin adaylığını, Türkiye’de hiçbir mahkemenin temin edemeyeceği bir belgeyi ibraz etmedikleri için veto etmiş. Üstelik, Dicle ve Zana’yla aynı durumdaki Selim Sadak halen belediye başkanıyken ve yasalarda belediye başkanlığıyla milletvekilliği aynı yasaklara tabiyken…
Kışanak’ın başını yakansa, henüz ‘kızlık’ soyadını taşırken, Ege Üniversitesi’nde öğrenciyken Halepçe katliamının yıldönümünde protestolara katıldığı için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Yasası’na muhalefetten aldığı 1 yıl 4 ay ceza. İlginç olan, bu yasaya göre alınan mahkûmiyetlerin kamu haklarına kısıtlama getirmemesi. Yani, Kışanak’ın memnu haklarının iadesi bir yana, seçilme ve diğer haklarına herhangi bir yasak getirilmesi söz konusu bile değil. Yine de Kışanak, 2007’de Yargıtay Adli Sicil Dairesi’ne başvurarak bütün sicil kaydını çıkartmış ve YSK’ya ibraz etmiş. Kışanak şimdi, YSK’dan kendisine dört sene önce teslim ettiği adli sicil kaydını kamuoyuna açıklamasını talep ediyor. Peki, bu durumda ne yapılmalı? BDP’lilere göre çözüm, parlamentonun bir an önce toplanarak seçimleri ertelemesinde ve kazanılacak vakit süresince başta TMK, Seçim Kanunu ve Adli Sicil Kanunu olmak üzere gerekli acil yasal değişiklikleri yapmasında. Siyasi olan bu sorunun çözümünün de siyasi olduğunu ve parlamentonun sorumluluğunda olduğunu belirten Kışanak, gelinen durumdan, 8 senedir Kürt sorununun çözümü için gerekli yasal düzenlemeleri yapmayan AK Parti’yi sorumlu tutuyor: “Hükümet çıkıp ‘niye bize söylüyorsunuz’ diyor. Başka kime söyleyeceğiz?”
Akıl tutulması var
Dün, Türkiye YSK’nın kararını konuşurken, Diyarbakır’da yaşananları gözden kaçırdı. Dün sabah, YSK kararını protesto etmek ve KCK davası sanıklarına destek vermek üzere adliye önünde toplanan kalabalık gruba polis sert müdahalede bulundu. Gaz bombalarından kaçan siviller, adliyenin yanındaki belediye binasına sığındı. Öğleden sonra telefonla ulaştığım Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir, yaşananları şu sözlerle aktardı: “Belediyenin bütün odalarına, başkanlık katı ve cumhurbaşkanın ağırlandığı protokol odası dahil olmak üzere her yere gaz bombası atıldı. İçeride kadın, çocuk, yaşlı olduğunun bilinmesine rağmen yapıldı bu. Gazze’yi aşan görüntülere şahit olduk. Onlarca kişi ezilme tehlikesi, gazdan etkilenme ve kafalarına isabet eden gaz fişeğinden yaralanma nedeniyle hastanelere kaldırıldı. Ülke bir kez daha akıl tutulmasına doğru hızla ilerliyor. Bu husumetten hayır çıkarmak lazım, ama şu an hayır çıkaracak bir devlet aklı da göremiyorum. Burada olanların Türkiye’nin batısında görüldüğüne inanmıyorum. Gidişat bu yönde olursa telafisi imkânsız zararların olmasından korkuyorum. Benzine ateşle yaklaşmamak gerekir.”