“Gazeteciler dokunulmaz değildir.” İktidar partisinin grup başkanvekili Suat Kılıç’ın, Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandıktan sonra yaptığı değerlendirme bu. Sözü tek başına, tüm nesnel koşullardan uzaklarda bir yerde değerlendirirsek doğru gibi görünüyor. Gazetecilerin yetkileri de, dokunulmazlıkları da yoktur. Peki ya 102 yılda onlarca gazetecinin öldürüldüğünü ve cinayetlerin çoğunda faillerin bulunamadığını, yani gazetecilere dokunmanın bu kadar […]
“Gazeteciler dokunulmaz değildir.”
İktidar partisinin grup başkanvekili Suat Kılıç’ın, Ahmet Şık ve Nedim Şener tutuklandıktan sonra yaptığı değerlendirme bu. Sözü tek başına, tüm nesnel koşullardan uzaklarda bir yerde değerlendirirsek doğru gibi görünüyor. Gazetecilerin yetkileri de, dokunulmazlıkları da yoktur. Peki ya 102 yılda onlarca gazetecinin öldürüldüğünü ve cinayetlerin çoğunda faillerin bulunamadığını, yani gazetecilere dokunmanın bu kadar rahat olduğu bir ülkede yaşadığımız gerçeğini bu sözün yanına eklersek? Bu kez ifade karşısında insanın kanı donuyor.
Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Serbesti Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi Bey’in öldürüldüğü gün olan 6 Nisan’ı Öldürülen Gazeteciler Günü ilan etmişti. Hasan Fehmi’nin 1909’da öldürülmesinden Azadiya Welat çalışanı Metin Alataş’ın Adana’da bir portakal ağacına asılı bulunduğu 2010’a kadar 80’in üzerinde gazeteci öldürüldü.
İki gazeteci cinayeti arasındaki zamanın 10 yılı geçmediği bir ülkede, gazeteci cinayetlerinin sistematikleştiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Ayrıca neredeyse hiçbir gazeteci cinayetinin faili bulunamadı. Osmanlı’nın son döneminde başlayan cinayetler serisini Cumhuriyet rejimi alıp bugünlere kadar taşırken tetiği çeken eller değişse de devletin kollayıcı gücü onları hiç yalnız bırakmadı.
KÖPRÜDEN PORTAKAL AĞACINA; CESET MUHALİF GAZETECİNİN
Serbesti gazetesi başyazarı Hasan Fehmi’nin gazetecilik yaptığı yıllar İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin padişah karşısında güç kazanmaya başladığı, yavaş yavaş iktidar mekanizmalarına hakim olmaya başladığı yıllara denk düşüyor. Hasan Fehmi, gazetesinin yayın politikasını sıkı bir İttihat Terakki karşıtlığıyla kurarken, cemiyet 1909’un başında güvenoyuyla hükümet düşürecek bir güce gelmişti. Hasan Fehmi’nin muhalif olduğu taraf güçlendikçe, aldığı tehdit mektubu sayısı da arttı. Nihayet 6 Nisan 1909’da eski Galata Köprüsü üzerinde gece vakti suikaste uğradı ve yaşamını kaybetti. Cinayet sonrası İttihat Terakki devletin kontrolünü iyice eline alırken, fail hiçbir zaman bulunamadı.
İlk kurşun olarak ‘farz ettiğimiz’ 1909 ile bugün arasında geçen bir asır boyunca muhalif gazetecilerin nasıl kefeni üstünde çalıştığına göz atmadan önce son gazeteci cinayetine bakarak cinayetlerin birbirinin kopyası olduğunu görebiliriz. Metin Alataş, ilk günlük Kürtçe gazete Azadiya Welat’ın Adana çalışanıydı. Hem Kürt, hem muhalif, hem basın çalışanı olması onu yeterince hedef haline getirebildi. Öldürülmeden 5 ay önce gazete dağıtımı yaptığı sırada plakası belli bir araçtan inen kişilerce dövülerek hastanelik edildi. Sürekli ölüm tehdidi aldığını arkadaşlarına söylüyordu. 4 Nisan 2010’da bir portakal bahçesinde ağaca asılı şekilde bulundu.
İlk cinayetten sonuncusuna kadar yöntem ve cinayete giden süreçler ufak nüans farklılıkları dışında değişmemiştir. Önce gazeteci tehdit mesajları alır, saldırıya ya da protestoya uğrar, bazı istisnalarda hakkında karalama kampanyası yürütülür, ama göz göre göre gelen cinayet engellenemez. Cinayeti işleyenler bulunamaz, soruşturma hep bir yerlerde aksar. Yine öldürülen gazetecinin dönemine göre muhalif olduğu da diğer değişmeyendir.
ERMENİ GAZETECİ KATLİAMLARI
Gazeteci cinayetlerinin döneme göre incelenmesi tarihin belli dönemlerindeki toplumsal baskının muhteviyatına da ayna tutuyor. Daha doğrusu gazetecinin yazgısının, rejimin hedefine koyduğu topluluk ve grupların akıbetiyle paralel gittiğini söyleyebiliriz. Bunu en iyi gösteren ise Osmanlı Ermenilerinin toplu kıyımlara uğradığı yıllarda gerçekleşen gazeteci cinayetleri. Ermenilerin tehcir denilen ölüm yolculuğuna çıkarıldığı günlerde Ermeni gazeteci ve yazarlara dokunulmayacağını düşünmek zaten mümkün olmazdı. Tam kaydı tutulmamakla birlikte soykırım günlerinde 10’un üzerinde Ermeni gazeteci, bir o kadar da yazar ve şairin öldürüldüğü bilinmekte.
Krikor Zohrab, İstanbul doğumlu bir Ermeni. 1889 yılına kadar Yergrakunt dergisinde edebiyat yazıları yazdı. 1898 yılında ise Masis dergisinin yayın kuruluna girdi, Ermeni cemaati tarafından sevilen, halkçı bir yazar olarak tanındı. “Tehcir” politikası çerçevesinde 1915 Mayıs’ında tutuklandı, sonra ise sürgüne gönderildi. En son Urfa’da yaşayan Zohrab’dan kalan son belge 15 Temmuz 1915 tarihli bir mektup oldu. Yıllar sonra Çerkes Ahmet adlı çeteci itiraf etti; “Zohrab’ı ayağımın altına aldım, taşla başına vura vura geberttim.” Zohrab’ın peşi sıra o yıllarda Diran Kelegyan, Karakin Gozikyan, Krikor Torosyan gibi bilinen çok sayıda Ermeni gazeteci de öldürüldü.
DOĞDUĞU YERDE ÖLDÜRÜLEN SABAHATTİN ALİ’YLE KAPANAN DÖNEM
İttihat Terakki döneminde başına taşla vurula vurula öldürülen Ermeni gazeteci Zohrab’tan yıllar sonrasına, ‘genç Cumhuriyet’in 24. yılına gelelim. Başına taşla vurula vurula doğduğu topraklarda öldürülmüş Sabahattin Ali’yi göreceğiz. Cumhuriyet gibi o da gençti, 41 yaşında bir öğretmen, yazar, çevirmen, şair, gazeteci.
Türkiye’de “toplumsal gerçekçilik” akımının yelkenini dolduran rüzgarı üfleyen Sabahattin Ali’nin kısacık yaşamı da ölümüne giden yolu anlatıyor aslında. Nihal Atsız kendisini başbakana mektupla ihbar edince açtığı hakaret davası sonrası başladı tehditler almaya. Marko Paşa, Malum Paşa, Merhum Paşa ve Öküz Paşa da gazetecilik yaptı, ancak Cumhurbaşkanı da bir paşaydı ve yazdığı eleştirel makalelerden dolayı üç ay hapis yatması gerekti. Çıktığında ise hem işsiz kaldı, hem de can güvenliğinin emniyette olduğunu hissetmiyordu. Pasaport başvuruları da kabul edilmeyince yurt dışına kaçmaya karar vermişti. Sabahattin Ali, ölüme gittiğini daha önceden hissetmiş gibidir ki “Çalmadan, çırpmadan bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi” diye yazmıştır. Bulgaristan sınırında ölü bulundu. Katili de bulundu aslında, ama verdiği ifadeden daha Sabahattin Ali’yi tanımadığı ortaya çıktığına göre gerçek faillerin bulunamadığına rahatlıkla hükmedebiliriz.
YENİ DÖNEM 74-80 ARASI: ASIL FAİLLER BULUNSA DA FERİ FAİLLER HEP KAYIP
Sabahattin Ali’nin 1948’de öldürülmesinin 26 yıl sonrasında, ANKA Ajansı’ndan Adem Yavuz’un Kıbrıs’ta katledilmesi yeni gazeteci cinayetleri furyasının başlangıcı oldu. 70’lerle gelen toplumsal uyanış ve politizasyon döneminde artan siyasi cinayetlerin arasında çok sayıda gazeteci de öldürüldü. Bu dönemi incelediğimizde dönemin kaotik, ‘iç savaşı’ andıran çatışmalı atmosferi gazeteci cinayetlerinin faili meçhul olarak bırakılmasını kolaylaştırmış görünüyor.
Kuşkusuz 70 sonrası en ses getiren gazeteci cinayeti Milliyet gazetesi genel yayın müdürü Abdi İpekçi’nin 1 Şubat 1979’da öldürülmesiydi. Sosyal demokrat ve Ecevit yanlısı olarak bilinen İpekçi, milliyetçi militanların organizasyonuyla, Mehmet Ali Ağca tarafından Maçka’daki evinin önünde öldürüldü. Ağca’nın idamla yargılanırken Maltepe Askeri Cezaevi’nden elini kolunu sallayarak ‘ka