Son açıklanan 2010 yılı büyüme rakamları ile hegemonyayı güzellemeyi büyük iştahla bekleyen iktisatçılara yeni bir yazı ve güzelleme konusu çıktı. TUİK’in açıkladığı sonuçlara göre Türkiye Ekonomisi 2010 yılında yüzde 8,9 büyüyerek büyüme hızında Avrupa’nın lideri olurken, Dünya’da Çin ve Arjantin’den sonra en hızlı büyüyen üçüncü ülke oldu. Böyle peş peşe yazınca nasıl da havalı, iştah […]
Son açıklanan 2010 yılı büyüme rakamları ile hegemonyayı güzellemeyi büyük iştahla bekleyen iktisatçılara yeni bir yazı ve güzelleme konusu çıktı. TUİK’in açıkladığı sonuçlara göre Türkiye Ekonomisi 2010 yılında yüzde 8,9 büyüyerek büyüme hızında Avrupa’nın lideri olurken, Dünya’da Çin ve Arjantin’den sonra en hızlı büyüyen üçüncü ülke oldu. Böyle peş peşe yazınca nasıl da havalı, iştah kabartıcı duruyor gelişmeler.
Bu yüksek büyüme performansının arkasında 2009 yılında yaşanan yüzde 4,7 lük küçülmenin yarattığı baz etkisi ile 2010 yılında azalmadan artan sıcak para girişinin rolü büyüktür. Şiddetli küçülmelerin yaşandığı yılların ertesinde yüksek büyüme oranlarının yakalanması çok yeni ve şaşırtıcı bir gelişme değildir. Zira 2011 yılı için hedeflenen büyüme oranına bakarsak yüzde 5 civarı) neden birden bire yüzde 9 büyürken yüzde 5 hedeflendiğini daha iyi anlarız.
Bu baz meselesinin yanında diğer önemli olan gelişme yani sıcak para ve cari açık olayı artık ciddi boyutlara ulaşmıştır. 2010 yılı için Türkiye Ekonomisinin cari açığı 48,5 milyar dolar bir başka deyişle toplam hâsılanın yüzde 6,6 seviyesine ulaşmıştır. Bu seviye çok sürdürülebilir bir durum değildir ancak sıcak para girişi ve döviz politikası bu şekilde devam ettiği sürece mevcut gidişatın tıkanması zor gözükmektedir. Çok kaba bir tabir olarak gündelik yaşamda kullanılan ” para var huzur var” kavramını Türkiye Ekonomisi için ” borç var büyüme var” şeklinde uyarlayabiliriz.
12 Haziran’da yapılacak seçimlere giderken bu açıklanan büyüme rakamı kuşkusuz hükümetin kullanacağı ciddi bir seçim kozu olacaktır. Şu kuşkusuz bir gerçek ki, yaşanan bu büyüme istihdamı artırmayı, sosyal adaleti, insanca yaşam ve iş kavramlarını teğet geçen bir büyümedir. Ancak şu da bir gerçek ki AKP kitleleri ekonominin iyi gittiği konusunda ikna etmeyi kısmen başarıyor. Bunu sadece AKP’nin başarısı ya da hüneri olarak görmemek gerekir, bu somut gerçeklik kapitalizmin bir üretimidir aslında.
Cem Dizdar Milliyet’te bir yazısında “burjuva ideolojisinin en büyük başarısı ekonomiyi şeyleştirmesi” derken bunu şu şekilde açıklamıştı: “Ay sonunu getiremeyen, kredi kartı borcunu ödeyemeyen Tekel işçilerini bile alttan geçen borsa bandı ile büyümeye ikna edebiliyor.” Bu açıklanan büyüme rakamları da benzer şekilde kitleleri ekonominin iyiye gittiği yönünde ikna edecektir.
Emekçiler için birçok olumsuz ekonomik gerçekleşme yaşanırken, artan yoksulluk rakamları, güvencesizleştirme ve esnek çalıştırma saldırıları hızla artarken bir yandan da Forbes dergisinin açıkladığı en zengin listesindeki ilk on kişinin serveti 21 milyar dolardan 28 milyar dolara çıkıyor. Forbes dergisinde listeye girenlerin büyümeye ikna olması ve sevinçle karşılaması çok anlaşılırken ağırlığını çalışanların oluşturduğu kitlelerin de bu büyümeye ikna olması ve ekonomik gidişatı güzellemesi üzerinde düşünmeye, tartışmaya ve yazmaya değer bir konu.
Bu noktada yapılması gereken hâkim iktisat dilini bırakıp yaşanan büyümenin bedellerinin kimlere ödetildiğini, kimin sırtından büyüdüğünü ekonominin çalışanlara anlatmak olacaktır. Aksi durumda çalışanları; işler bugün iyi gidiyor bu şekilde devam ederse yarın bizim de durumumuz düzelir diye beklenti içinde girmekten kurtaramayız.
Bu beklentinin de sistemin ve hegemonyanın devamlılığı için ne kadar mühim bir şey olduğunu hatırlatmaya bilmem gerek var mı?