Anlaşılan emperyalizm veya küreselleşme -nasıl adlandırıyorsanız adlandırın- insanları bollukta, refahta, mutlulukta değil de, ancak yoksullukta ve yoksunlukta bir araya getirmeyi başarmış İngiltere’de an itibariyle iktidarda olan muhafazakâr ve liberal demokratlar ülkenin içinde bulunduğu kriz durumunu bahane ederek sosyal devleti budamaya yönelik önemli kesintiler içeren bir paket ortaya attılar. Eğer kesinti paketi uygulanırsa İngiltere’deki sosyal devlet […]
Anlaşılan emperyalizm veya küreselleşme -nasıl adlandırıyorsanız adlandırın- insanları bollukta, refahta, mutlulukta değil de, ancak yoksullukta ve yoksunlukta bir araya getirmeyi başarmış
İngiltere’de an itibariyle iktidarda olan muhafazakâr ve liberal demokratlar ülkenin içinde bulunduğu kriz durumunu bahane ederek sosyal devleti budamaya yönelik önemli kesintiler içeren bir paket ortaya attılar. Eğer kesinti paketi uygulanırsa İngiltere’deki sosyal devlet olgusu tarihe gömülecek gibi gözüküyor. Krizin faturasının her zaman olduğu gibi yine işçi sınıfına kesildiğinin farkında olan sol ise saldırıyı geniş bir cephe oluşturarak karşılamaya çalışıyor. Muhalefetin alttan, demokratik bir şekilde örgütlenmesi gerektiğini düşünen sosyalistler ve İngiliz İşçi Partisi (Labour Party) içerisinde solda yer alan bazı ekipler geçtiğimiz günlerde Right to Work People’s Convention (Çalışma Hakkı Halkın Toplantısı) adını verdikleri, İngiltere merkezli geniş çaplı bir forum örgütlediler. Süreçten etkilenecek farklı toplumsal katmanların temsilcilerinin, sendikaların, politik partilerin ve siyasal örgütlerin katıldığı toplantıya ben de iştirak etmeye karar verdim.
Forum, Londra’nın merkezi semtlerinden birisi olan Euston’daki “Friends Meeting House”da yani “Arkadaşlar Toplantı Evi”nde gerçekleşecekti. Tabii ilk başta davetiyeye bakıp da toplantı salonundan çok buradaki pub’ların ismini andıran bu adı görünce; muhalefetin sandığımdan daha küçük olduğu kanısına kapılıp biraz üzüldüm. Neyse ki “Arkadaşlar Toplantı Evi” bizim Lütfi Kırdar gibi büyük bir konferans salonu çıktı da içime biraz su serpildi. Toplantı salonunu Euston metrosundan çıktığımda yerde gördüğüm bildirileri, siyasi gazete satanları ve politik grupların standlarını takip ede ede rahatça buldum. İçeri girene kadar herkes elime bir sürü bildiri tutuşturdu, ayıp olur diye hepsini aldığımdan ve hiçbirisini yere/çöpe atamadığımdan dolayı paltomun bütün cepleri bildirilerle doldu taştı. Ayrıca şimdi hatırlayamayacağım pek çok konuda her yere bir imza kondurdum. Böylece aylık temel propaganda ihtiyacımı gidermiş olarak ana salona girdim.
Yoksullukta bir araya gelenler
Salon tıklım tıklım doluydu. Genellikle bizim ülkemizdeki toplantılarda, mitinglerde insanlar birbirlerine daha çok benzerler. Burada ise ülkenin kolonyal geçmişi nedeniyle dünyanın dört bir yanından gelmiş ve İngiliz vatandaşı olmuş farklı etnik kökenlere sahip insanların bir kolajını görmek mümkündü. Avrupalısı, Siyahı, Hintlisi, Çinlisi, Japonu, Latin Amerikalısı kendi geleceklerini tehlikeye atan politikalara karşı nasıl bir muhalefet örgütlenebileceğini planlamak amacıyla bir araya gelmişlerdi. Anlaşılan emperyalizm veya küreselleşme -nasıl adlandırıyorsanız adlandırın- insanları bollukta, refahta, mutlulukta değil de, ancak yoksullukta ve yoksunlukta bir araya getirmeyi başarmış.
Salonda bizim ülkemizde benzer bir toplantıda göremeyeceğiniz kadar çok engelli insan vardı. İtiraf etmek gerekirse İngiltere’ye ilk geldiğimde bu memlekette bizdekine oranla daha fazla engelli insan bulunduğu izlenimine kapılmıştım. Sonrasında aslında sorunun engelli insan sayısında olmadığını fark ettim. Esas mesele engelli insanların evlerinden çıkabilmelerinde, sosyal hayata daha fazla katılabilmelerindeydi. Tabii bu gerçeği idrak edince aslında bu konuda içten içe ne kadar umursamaz olduğumuzu fark edip, utandım. Foruma katılan engelli vatandaşlar da kazanımlarını korumak amacıyla burada bulunuyorlardı. Hakları için mücadele etmedikleri takdirde muhafazakârların ve liberallerin gözlerinin yaşına bakmayacağının, sosyal hizmetlerdeki kesintilerden kaçamayacaklarının farkındaydılar.
“Neden biz de kendi rejimimizi deviremeyelim?”
Ana salondaki program Mısır, Tunus ve Libya’daki olaylardaki son durumun konuşulması ve çeşitli eylemcilerin görgü tanıklıklarını anlatmasıyla başladı. Ortadoğu temalı girişin ardından, “18 günde 40 yıllık bir rejim devriliyorsa, neden biz de kendi rejimimizi deviremeyelim?” sorgulaması içerisinde kesinti paketi gündemi tartışıldı. İngiltere’den SWU, İrlanda’dan Unite the Union sendikasından katılımcılar, geçen Ocak ayında gündeme oturan öğrenci eylemliliklerini düzenleyen öğrenci örgütlerinden temsilciler sunum yaptılar. Ayrıca bazı belediye meclisi üyeleri ve sol tandanslı Labour (İşçi Partisi) milletvekilleri konuştular.
Ana salondaki konuşmalardan sonra katılıma açık olması sebebiyle daha yararlı olduğunu düşündüğüm atölye çalışmaları başladı. Atölyeler kesinti paketinden etkilenecek olan bütün öznelerin dikkatini çekecek şekilde düzenlenmişti. Engelli hakları, iklim değişikliği, öğrenci hareketi, sendikalar, göçmenlerle ilgili atölyelerde yerellerde nasıl örgütlenileceği ve pakete karşı izlenecek yasal süreçlerin ayrıntıları konuşuldu. Ben de şahsımı en fazla ilgilendiren konu olması nedeniyle göçmen işçilerle ilgili atölyeye katıldım.
Hizmet sektörü işçileri ağırlıkta
Atölyeye katılan göçmen işçilerin büyük çoğunluğu başta temizlik sektörü olmak üzere hizmet sektöründe çalışan işçilerdi. Temizlikçilerin kurdukları örgütlerden (TUC Cleaners Forum, Cleaners Defence Committee), İş Arkadaşımdan Elini Çek grubundan (Hands Off My Workmate), Doğu Londra Mülteci ve Göçmen Forumu’ndan (Refugee and Migrant Forum of East London) ve ünlü İngiliz yönetmen Ken Loach’un da desteklediği Geçinmeye Yetecek Ücret Kampanyası’ndan (Living Wage Campaign) temsilciler kısa sunumlar aracılığıyla temel bilgilendirmelerde bulundular.
Eğer İngiltere’de kaçak yaşayan veya çalışma izni olmayan bir göçmenseniz ağır sanayi işçisi olarak çalışmanız oldukça zor. Büyük fabrikalar ve işletmeler işçi sınıfının bu alanlarda yıllardan beri örgütlü olması ve sendikaların gücü nedeniyle daha formel davranmak durumundalar. Dolayısıyla taşeron sistemi ve denetimsizlik sebebiyle sömürünün sınırsızca yaşandığı esas alanın hizmet sektörü olduğunu söyleyebiliriz. Görece küçük işletmelerde, herhangi bir kayıt olmaksızın, elden maaş vererek, istediği zaman işten atıp, istediği zaman işe alarak, eğitim ve iş güvenliği gibi konularda herhangi bir yatırım yapmayarak işçi çalıştırmak sistemin tasvip etmiyor gibi gözüküp de aslında alttan alta desteklediği bir yol. Hal böyle olunca ülkede tutunmaya çalışan göçmenler ister istemez sermayeye ellerini verip kollarını kaptırmak durumunda kalıyorlar.
Sektörün hukuksuzluğuna ve sürekli olarak işten atılma korkusuyla yaşamaya artık yeter demiş olan temizlik işçileri son yıllarda birbirlerinden esinlenerek örgütlenmeye başlamışlar. Yaşanabilir düzeyde maaş ve temel sosyal haklar gibi talepler etrafında birleşen işçiler toplantıda üzüntü verici “maceralarını” aktardılar. Polisin ve esas işi göçmenleri ülkeden kovalamak olan Home Office (İngiltere İçişleri Bakanlığı) görevlilerinin bizim ülkemizdekileri aratmayan tavırlarını ve hukuk sisteminin her seferinde sözde tarafsızlığını kaybedip sermayenin yanında yer alışını dinledikçe; ne kadar makyaj yapılırsa yapılsın, ne kadar demokrasi martavalı okunursa okunsun, üzerindeki yaldızı kazıyınca kapitalizmin her yerde aynı vahşilikte bir sistem olduğunu bir kez daha üzülerek fark ettim. Yine de işçilerin örgütlenme konusundaki ısrarları kapitalizmin aşılacağına dair inancımı bir kez daha yerine getirerek üzüntümü dağıttı.
Kesinti paketi güvencesizlerin örgütlenmesinin önemini artırıyor
Atölyedeki gruplar hizmet sektöründe faaliyet gösteren
ve şimdilik emekleme durumunda olan göçmen birliklerine ve sendika denemelerine geleneksel sendikaların ve konfederasyonların destek vermeleri gerektiğini söylediler. Kesinti paketinin özellikle toplumun en dibinde bulunan göçmenlerin kullandığı sağlık ve eğitim hizmeti gibi hizmetlere etki edeceği ve yapılan kesintilerle işçi çıkartılıp, hizmetlerin enformel şekilde işçi çalıştıran taşeronlara devredileceği düşünülünce göçmenlerin örgütlenmesinin önemi bir kez daha ortaya çıkıyor. Kısacası enformel sektörlerdeki örgütlenme İngiltere gibi ileri kapitalist bir ülkede de önemli bir sorun. Sanırım bu mesele üzerine dünya solu olarak hepimizin mesai yapması ve çözüm önerileri geliştirmesi gerekiyor.
Solun İşçi Partisi açmazı
Verilen moladan sonra her atölyeden bir temsilci ana salondaki kürsüye çıkıp, forumlarda konuşulanları aktardı. Daha sonrasında sahneye çıkan İşçi Partili bir milletvekili ateşli hitabetiyle salondaki kalabalığı coşturdu. Gözlemlediğim kadarıyla İşçi Partililer iktidar yıllarının da verdiği tecrübeyle hitabet konusunda sosyalistlerden daha başarılılar. Sosyalistlerin yaptıkları konuşmalar içerik olarak daha güçlü, fakat eğitim düzeyi pek de yüksek olmayan izleyiciler için zaman zaman fazla teorik ve dolayısıyla “sıkıcı” kaçıyor. İşçi Partisi’nden milletvekilleri ise tam anlamıyla insanlara gaz vermek amacıyla konuşuyorlar. İşin komik yanı İşçi Partisi’nin aslında ülkeyi bu kriz sürecine doğru sürükleyen parti olması. Muhtemelen iktidarda olsalardı onlar da benzer bir kesinti sürecine gireceklerdi. Herhalde muhafazakârlardan farklı davranacakları tek nokta kesintileri toptan bir cephe açarak değil de sürece yayarak uygulamak olacaktı. Yoksa İşçi Partisi’nin krizin faturasını zenginlere ve bankalara keseceğini söylemek tam anlamıyla safdillik olur. Herkes aslında sürecin İşçi Partisi’ne yarayacağının; partinin şimdiki zor günlerin vebalini muhafazakârların üzerine yıkacağı bir sonraki seçim dönemini beklediğinin farkında; fakat muhalif kesimler geniş bir cephe örebilmek için en azından şimdilik İşçi Partisi’nin sol unsurlarını kendilerine katmak durumundalar.
Ateşli İşçi Partisi milletvekilinin hitabetiyle biten toplantıda muhalefetin yerel ayaklarının nasıl koordine edileceğine yönelik kararlar alınmış olundu. Taraflar yerellerde yaptıkları çalışmaları 26 Mart günü Londra’da düzenlenecek büyük mitinge aktaracaklar. Kısacası benim de o gün orada olmam gerekecek.
Kısa günün değerlendirmesi
Toplantıdan çıkışta kendimce günün değerlendirmesini yapmaya çalıştım. Programı hatırlayınca aklıma ister istemez bizim ülkemizdeki sol yapıların birbirinden kopukluğu geldi. Bilirsiniz ülkemizdeki ittifaklar ve kurulan birleşik cepheler genellikle yapıların yönetici kademeleri tarafından planlanır ve “sıradan” üyelere alınan kararları alanlarda uygulamak kalır. Genellikle herkes kendi güçlü olduğu alanda zaten yapmakta olduğu çalışmaları yapar. Hal böyle olunca da genellikle ortaya ekstra bir kuvvet çıkmaz. Herkes birbirine olabildiğince değmeden kendi iddialı olduğu alanları örgütlemeye devam eder. Gözlemlerimden çıkardığıma göre en azından bu kesinti paketi sürecinde İngiltere’deki durum yavan bir ortaklıktan daha farklı. Özellikle İşçi Partisi’nin olduğu bir alanda yukarılarda bir yerlerde pazarlıkların dönmediğini düşünmek gerçekçi olmaz, ama en azından People’s Convention gibi toplantılarda farklı öznelerden pek çok insanın kendi hayatlarını etkileyecek olan sorunlara dair fikir belirtmeleri, ortaklaşa karar alma deneyimi yaşamaları da oldukça önemli. Kısacası insanlar kendi geleceklerini kendi ellerine alma deneyiminin ilk adımlarını atmaya çalışıyorlar. Belki de bir sonraki seçim döneminde bizim de sol ve Kürt hareketi olarak AKP kuşatmasını kırmak için güçlerimizi çok daha etkili ve katılımcı bir şekilde, etrafımızdaki insanlara ve her şeyden önce birbirimize gerçekten temas ederek birleştirmemiz gerekiyor.
Gelecekteki günler İngiltere için ne getirir tam olarak öngöremeyeceğim, ama olası en kötü durumda bile “En azından biz susmadık” diyebileceğimizi biliyorum. Ne yalan söyleyeyim, önümüzdeki seçimlerde aynı hissiyatı ülkemde de yaşamak istiyorum…