Başbakan’ın 8 Mart tarihli grup toplantısında verdiği işaretle saldırıya geçen AKP destekçisi medya, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasını aklama girişimini hızlandırdı. Liberallerdeki tepkinin yarattığı kırılma ise kısa sürdü. Zaman yazarı Ekrem Dumanlı’nın başlattığı hedef gösterme yarışına dahil olan da var Henüz Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının yarattığı meşruiyet sorunu çözülebilmiş değil. Başbakan bu […]
Başbakan’ın 8 Mart tarihli grup toplantısında verdiği işaretle saldırıya geçen AKP destekçisi medya, Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasını aklama girişimini hızlandırdı. Liberallerdeki tepkinin yarattığı kırılma ise kısa sürdü. Zaman yazarı Ekrem Dumanlı’nın başlattığı hedef gösterme yarışına dahil olan da var
Henüz Ahmet Şık ve Nedim Şener’in tutuklanmasının yarattığı meşruiyet sorunu çözülebilmiş değil. Başbakan bu durumu üslubunu sertleştirerek ve operasyonu tırmandıracağına dair sinyallerle çözmeye çalışıyor, ancak Erdoğan’ın dediği gibi: “Hepsine yetişemiyoruz!”
Hal böyle olunca AKP’nin imdadına yetişen bir grup tetikçi, Şık ve Şener’e yönelik saldırıyı bir basamak daha yükselterek sürdürmeye başladı. Ağırlıklı olarak Zaman gazetesi ve yazarları tarafından yürütülen dezenformasyon saldırısı, Şık ve Şener’i itibarsızlaştırmaya çalışıyor ve bu, hukuka sahip çıkma adı altında yapılıyor. Ancak Şık ve Şener’in sorgularıyla başlayan süreçte artık hukuktan, masumiyet karinesi gibi hukuki ilkelerden bahsetmek mümkün değil.
3 Mart günü gerçekleşen gözaltıların ardından Zekeriya Öz tarafından sorgulanan Şener ve Şık’a OdaTV’den çıktığı iddia edilen belgeler ve bazı telefon görüşmelerinin kayıtlarından ibaret olan delillerden yola çıkan sorular sorulmuştu. Savcı Öz, OdaTV’den çıktığı iddia edilen ve Soner Yalçın’ın “Virüs aracılığıyla gönderildi” dediği belgelerin doğruluğuna ilişkin hiçbir sorgulamaya girmeden ve Şık ve Şener’in terör örgütü üyesi olduğu kabulüyle yola çıkan sorular yöneltti. Yani delillere dayanarak sonuca varır gibi görünse de aslında kurgudan yola çıkarak ‘delilleri’ değerlendirdi. Savcı, sorguda verilen cevapları umursamadı ve böylece sorgunun tamamı, önceden hazırlanmış soruların yöneltilmesinden ibaret oldu. Nitekim sorgu sırasında Ahmet Şık bir soruyu, “Ben bu soruyu ve soruş şeklini kabul etmiyorum” diyerek yanıtladı.
Öte yandan savcının tüm delillerin açıklanmadığını söylemesi de ciddi bir endişeye neden oluyor. Şık’ın avukatları, suçlamanın dayanağı olan delillerin nelerden ibaret olduğu ve içerikleri, mahiyeti bilinmediği için bunlara karşı koyma, çürütme, açıklamada bulunma olanağına da sahip olunamadığını söylüyor ve bir tehlikeye dikkat çekiyorlar: “Müvekkilimize yöneltilen suçlamanın tek somut dayanağını, basıma hazırladığı kitabın oluşturduğu aşikârdır… Aksini düşünmek ve ileri sürmek, müvekkilimizin dosyada bulunmayan, sonra elde edilmesi düşünülen delillerle suçlanacağını, suçlanmak istendiğini söylemek anlamına gelir ki bu durum, soruşturmayı yapanların kendine yonttukları bir niyet okumanın varlığını ve niyet okumadan kaynaklanan bir tutuklamanın varlığını ortaya koyar. Bu yaklaşım ve tutumun ve bunun sonucunda verilmiş tutuklamanın ise hukuk düzeni içerisinde yeri bulunmaz”
Zaman’ın yalan rüzgarı
Zaman gazetesi, manşetinden “Yalan rüzgarı” başlığı ve Mustafa Gürlek imzasıyla verdiği haberle Şık ve Şener’e karşı itibarsızlaştırma operasyonunu sürdürdü. Ancak şüphelilerin çelişkisini ortaya seriyormuş edasıyla yapılan haberin, dezenformasyon amacıyla yapıldığı çok açık. Ahmet Şık’ın bir telefon konuşmasındaki “Kitabın yanılmıyorsam 3 ay önceki hali filan” sözlerini habere ekleyen Zaman, manşette şu ifadelere yer verdi: “Ahmet Şık, hazırladığı kitabın Oda TV’ye nasıl gittiğini bilmediğini söyledi. Ancak, ‘kitap üç aylık taslak’ sözü dinlemeye takıldı.” Ancak sorgu tutanağını inceleyen herkes Şık’ın bunu nasıl öğrendiğini anlayabilir.
Şık, kitabına dair aldığı notların kendisine sorulması üzerine şu sözleri söylüyor: “Bu notlar kendi kendime çalışırken benim kendime sorduğum sorulardan oluşmaktadır. Ya da konusu kitabın içerisinde geçecek ayrıntılardan oluşmaktadır… Ben bu konudaki yazıları Soner Yalçın’ın bilgisayarında çıkan haberlerden öğrendim. Bu konuda Star Gazetesi’nde de haber çıkınca oraya da yazılı bilgi notu gönderdim. Bu notlar benim kendi kendime sorduğum sorular ve notlardır. Herhangi birinin yazması ve yazdırması sonucu oluşmuş değildir, kimseden bu konuda talimat almadım. Bu notlar kitabımın 3 ay önceki haliydi. Ben tahminen Soner Yalçın’ın bilgisayarına da bu bilgilerin Aralık ayında yüklendiğini düşünüyorum. Kendileri bunun bir virüs yoluyla gönderildiğini söylüyorlar. Eylül ayında bu kitap bu kadar yol almış değildi.”
Yani Ahmet Şık, basında çıkan haberler yoluyla kitabı için almış olduğu 3 ay öncesine ait olan notların, Soner Yalçın’ın bilgisayarından çıktığını öğrenmiş ve bu yolla kitabın 3 ay öncesine ait olduğunu anlamıştı. Ancak Zaman gazetesi, manşetine çıkardığı bu bilgiyi sadece kısa bir paragrafla haberin içinde açıklıyor ve tutanağın konuyla ilgili diğer bölümlerini açıklamıyor. Böylece Ahmet Şık, kitabın OdaTV’ye nasıl gittiğini bilmediğini söylemesine rağmen kitabın hangi aşamasının bilgisayardan çıktığını bilmiş oluyor ve bunun bir çelişki olduğuna dair bir izlenim yaratılıyor.
Zaman gazetesinin haberindeki ilk başlık ise Alper Görmüş üzerine. Alper Görmüş’ün yazarken zorlandığını iddia ettiği, “Nokta’daki haberi ben yaptım!” konulu yazının Şık’ı itibarsızlaştırmak için kullanılacağı açıktı. Nitekim Zaman gazetesi dün ve bugün yaptığı haberlerle Görmüş’ün yazısına atladı. Emre Aköz de bugün yazdığı yazıyla bu ‘büyük yanlışa’ dikkat çekti ve Ergenekon soruşturmasının bu haberlerle bulandırıldığını iddia etti. Görmüş’ün düzeltmesi basit bir tekzip niteliğinde değildi ve Ahmet Şık’ın bu süreçte yaptığı, Nokta’ya ödül getiren haberlerinden hiç mi hiç bahsetme gereği de duymadı. Nadire Mater, Bianet’teki yazısıyla eksikliği değerlendirdi.
Zaman’ın olağanüstü muhabirleri
Zaman’ın haberinin dayandığı diğer bir unsur ise Nedim Şener’in Soner Yalçın’la yaptığı iddia edilen bir görüşme. Bu görüşmeden, Şener’in Yalçın’a “Gözlerinden öpüyorum” sözleriyle hitap ettiği ve daha önce Yalçın’ı tanımadığını söylemesine rağmen bu sözleri nedeniyle Yalçın’la aralarında samimi bir ilişki olduğu sonucu çıkarılıyor. Ancak basına “Sorgu tutanağının tam metni” olarak yansıyan tutanaklarda bu görüşmenin Şener’e sorulmadığı görülüyor. Zaman’ın haberinde şu ifadeler yer alıyor: “Şener’in mahkeme kararıyla yapılan dinlemelerinden Yalçın ile görüştüğü tespit edildi. Şener’in Yalçın’a ‘gözlerinden öpüyorum’ diyecek samimiyette olduğu belirlendi. Savcılık sorgusunda Soner Yalçın’ı tanımadığını söyleyen Şener’in Yalçın ile telefon görüşmesi teknik takibe takıldı. Şener, Yalçın ile yaptığı görüşmeyi “Gözlerinden öpüyorum.” cümlesi ile bitirdi.” Sürekli tekrar yapan bu haberdeki tek eksik Şener’in bu ifadeleri nasıl yanıtladığı. Ancak tutanağın tam metni olarak adlandırılan metinde böyle bir konuşmayla ilgili bir bilgi yok. Belki de savcı Öz’ün “açıklayamayacağı delillerden” biri bu konuşma kayıtlarıdır. Sahi Zekeriya Öz, “Ben açıklayamam” demişti ancak “Başkası da açıklayamaz” dememişti ki bu halde Zaman’a böyle bir görev mi düştü ya da Zaman muhabirlerin
in ‘gizemli’ kaynakları bilgi vermeye (ya da üretmeye) başladı ya da Zaman, talimatı başbakandan mı alıyor? Ya da D şıkkı hepsi.
Zaman’ın haberindeki “Yalan rüzgarı”nın diğer iki unsuru ise OdaTv kapsamında. Birincisi OdaTv’nin yaptığı bir yalan haber ve konusunun ne Şık’la ne Şener’le bir ilgisi var ve haber 11 Kasım’da yapılmış. Diğeri ise OdaTv bilgisayarlarından çıkan belgelerle ilgili ve şu yorumda bulunuluyor: “Soner Yalçın, suç unsuru dosyalar için ‘virüslü e-posta ile yüklediler’ dedi. Fakat bilgileri kendisinin kaydettiği ortaya çıktı.” Öncelikle “bilgileri kendisinin kaydettiği ortaya çıktı” haberi belgelerin bilgisayara Soner isimli kullanıcı tarafından kaydedildiği bilgisinden ibaret. Bu belgelerin Soner isimli kullanıcı tarafından kaydedilmiş olması Soner Yalçın’ın kaydettiğini göstermeyeceği gibi belgelerin hangi yolla o bilgisayarı oluşturduğuna dair bir teknolojik inceleme de yapılmış değil. Ancak, Zaman muhabiri Mustafa Gürlek’in bu konuda olağanüstü teknik bilgi ve ‘erişim’ yeteneğine sahip olabileceğini de unutmamak gerek. Belki de Gürlek bu yeteneğini TÜBİTAK veya TİB’den önce konuşturmuştur.
Gazetecilik adı altında polislik yapmak
Dün Erdoğan’ın “Hepsine yetişemiyoruz” diyerek yaptığı ‘yardım çığlığı’na cevap veren Star gazetesi köşe yazarı Şamil Tayyar, baskınlara sert tepki veren Ruşen Çakır’ın kitap çalışması için NTV’deki programına ara vermesine değinerek “Yoğunlaş bakalım, koçum benim, altından ne çıkacak, görelim” sözleriyle Çakır’ı hedef gösterdi. Tayyar aynı zamanda gazetecileri “salyalarını akıtanlar” gibi sözlerle betimledi. Benzer bir yazı dün de Ekrem Dumanlı tarafından Can Dündar’a karşı yazılmıştı.
Tayyar’la birlikte Zaman yazarları Mehmet Kamış, Fehmi Koru, Mustafa Ünal, A.Turan Alkan, Hüseyin Gülerce ve Etyen Mahçupyan, tutuklamaların inandırıcılığına dair yazılarla Erdoğan’a ya da başka bir deyişle hukuki sürecin yürütülmesine destek çıktılar.
Medyaya yönelik operasyonun liberallerde ciddi bir kırılma yaratacağı düşünülüyordu. Ancak baskının hemen ardından gösterilen tepkiler kısa sürdü ve (ilk günkü tepkilerinin arkasında durabilen birkaç kişi dışında) bu cenahta artık mesele “basın özgürlüğü” değil Ergenekon davasındaki kuşkuların giderilmesi yani Şık ve Şener gibi isimlere dönük baskıların haklılaştırılması üzerinden tartışılıyor. Bu noktada, başından beri süreci destekleyen Zaman gazetesiyle paralel bir çizgi izlemeye başladılar. Görülüyor ki, gerici-liberal blok, önümüzdeki süreçte AKP’nin muhalefet üzerindeki baskıyı tırmandırmasında engelleyici değil kolaylaştırıcı ve hatta Nedim Şener’in başına gelenlerde Emre Uslu ve Şamil Tayyar’ın ne yaptığını düşündüğümüzde ön açıcı bir rol oynayacak.