Bazı “an”lar vardır, o “an”dan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ülkemizde sınıf mücadelesi açısından böyle dönüm noktaları yaşanmıştır. 1963 yılında, grevin yasak olduğu, grev ve toplu sözleşme yasasının bile olmadığı bir dönemde işçi önderleri Kavel Direnişi’ne karar verme cesaretine sahip olmasalardı ve Kavel işçileri neredeyse 50 yıl sonra bile kendilerini şükranla andığımız kararlılık […]
Bazı “an”lar vardır, o “an”dan sonra artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz. Ülkemizde sınıf mücadelesi açısından böyle dönüm noktaları yaşanmıştır.
1963 yılında, grevin yasak olduğu, grev ve toplu sözleşme yasasının bile olmadığı bir dönemde işçi önderleri Kavel Direnişi’ne karar verme cesaretine sahip olmasalardı ve Kavel işçileri neredeyse 50 yıl sonra bile kendilerini şükranla andığımız kararlılık ve özveriyle bu mücadeleyi gerçekleştirmeselerdi büyük olasılıkla o günden sonraki emek tarihi başka türlü yazılacaktı.
15-16 Haziran işçi hareketi işçi sınıfının gücünü ve kabiliyetini göstermesi açısından son derece kritik bir öneme sahip oldu. DİSK’in öncülüğünde işçi sınıfının siyasal iktidara karşı apaçık bir meydan okumasıydı 15-16 Haziran. Bunun yapılabilir olduğunu gördük, öğrendik 15-16 Haziran’la…
1976 DGM direnişi ise işçi sınıfının sadece kendi özlük hakları için değil, toplumun siyasal talepleri için de mücadeleye girebileceğini ve hatta DGM direnişinde olduğu gibi öncülük edebileceğini gösteriyordu. 12 Mart döneminde yasalaşan DGM’ler Anayasa Mahkemesi tarafından iptal edilmiş ancak faşist MC hükümeti DGM’leri yeniden yasalaştırmak için kolları sıvamıştı. 1976 Eylül’ünde 4 günlük işçi direnişleri, grevler, işgallerle süren ve toplumu da bu mücadele katan süreç sonunda hükümet DGM sevdasından vazgeçmek zorunda kalmıştı. “DGM’yi ezdik sıra MESS’te” sloganı dillere destan olmuştu.
1991 Zonguldak yürüyüşü özelleştirme saldırısına karşı çok güçlü bir karşı koyuştu. Bir kent halkının topyekûn iktidarla hesaplaşması haline dönüşen yürüyüş sermayenin sadık gücü ordunun barikatlarını aşabilseydi hiç kuşku yok ki Türkiye’de işçi sınıfı ilk kez bir hükümet değişikliğini gerçekleştirecekti. Ancak yürüyüşün önderliğinde bunu gerçekleştirecek bir kararlılık ve bilinç yoktu, olamadı.
KESK’in 1995’te gerçekleştirdiği Kızılay işgali eylemi bugün pek çok kimse tarafından hatırlanmaz bile. Belki de dünya tarihinde örneği görülmemiş şekilde 100 bini aşkın emekçi başkenti işgal etmiş ve geceyi sokakta geçirmişti. Bütün mesele işgalin işgünü olan Pazartesi’ye uzatılmasıydı. Çünkü Pazartesi’ye uzatılması demek başkentte hayatın durdurulması demek olacak ve iktidarın tatil günü hoşgörüsünün sınırları aşılmış olacaktı. Ancak o günkü KESK bunu yapamadı ve belki de bugünkü kaderi o gün yazılmış oldu.
DİSK 2007’de uzun süredir dile getirdiği Taksim’de 1 Mayıs kutlaması talebini 1977’nin 30. yıl anısına daha güçlü biçimde kamuoyuna duyurdu. DİSK’in temsili önderliğinden bütün emek güçleri ve devrimciler inatla mücadele ettiler. 1980 sonrası ilk kez bu kadar net bir inatlaşma yaşandı emek hareketiyle sermaye sınıfının iktidarı arasında. İşçi sınıfı kazandı. İşçi sınıfının devrimcilerle birlikte neler yapabileceğinin önemli bir göstergesiydi 1 Mayıs zaferi.
Bugünlerde yine “o an”lardan birisinin arifesindeyiz. Sermaye sınıfının “en kötü adamı” MESS ile işçi sınıfının göz bebeği metal işçisi önümüzdeki günlerde bir muharebeye girişecekler. Metal işçisinin toplu sözleşme süreçleri her zaman zorlu yollardan geçerek tamamlanır. Zira bu işkolunda Birleşik Metal İş Sendikası Genel Başkanı’nın ifadesiyle “sarı sendikadan daha öte” bir sendika olan Türk Metal Sendikası bulunmakta. Metal işverenin koltuk değneği bir sendika.
Bu seneki toplu sözleşme süreci tıkandı ve metal işçisi grev kararı aldı. Sıradan bir olay değil. 21 yıl sonra ilk kez oluyor. 15 bin işçiyi ilgilendiriyor bu grev. Sıradan bir grev değil bu. İşçi sınıfıyla sermaye sınıfının apaçık, göğüs göğse çarpışması olacak bu grev. Bu, sadece metal sektörünün bir konusu değil doğrudan bütün işçi sınıfının namus haline gelecek kadar önemlidir. Köleleşmeye, üç kuruş asgari ücrete, güvencesiz çalıştırmaya, sendikasızlaştırmaya, çoluğumuzun çocuğumuzun geleceğinin çalınmasına karşı açık bir onur mücadelesidir. Haksızlığa uğrayanların, eşitlik ve adalet isteyenlerin yan yana, omuz omuza durma günleri olmalıdır grev günleri.
O “an” çok yakındır. O “an”ı bu ülkede bilmeyen bir tek işçi kalmamalıdır. Bütün işyerlerinde metal işçisinin mücadelesi anlatılmalıdır, onların mücadelesinin bizim mücadelemiz olduğunun farkında olunması sağlanmalıdır. Yapılabilecek her türlü dayanışma ve ortak eylemlilikle sermaye sınıfı grev sürecinde karşısında sadece metal işçisini değil topyekün bir sınıfı görmelidir.
Eğer bu “an” işçi sınıfı tarafından yakalanır ve başarıya götürülürse bilelim ki direncimizi korumuş olarak çıkacağız bundan sonraki saldırıların karşısına. Eğer başaramazsak, belki hemen yarın farkına varılmayacaktır ama 20 yıl sonra işçi sınıfı tarihi üzerine bir şeyler yazanlar “Eğer metal işçisi kazansaydı işçi sınıfı mücadelesi başka bir yerde olacaktı.” diye yazacaklardır. Bundan kuşkunuz olmasın.
* Tufan Sertlek
Dev Sağlık-İş Genel Sekreteri