Konu Kürt dinamiği olduğunda sosyalist hareketin büyük bölümüne hâkim olan bir yaklaşımdan söz etmek mümkün: “Çok bedel ödediler, Kürtler ne yapsa haklılar.” Konuyu böyle ele alanlar elbette klasiklerden bol miktarda alıntı yapmayı, en çok da Lenin’e atıfta bulunmayı ihmal etmiyorlar. Bu yaklaşım o kadar uç boyutlara taşınmış durumda ki, Kürt hareketini eleştirecekleri zaman dahi, “Bu […]
Konu Kürt dinamiği olduğunda sosyalist hareketin büyük bölümüne hâkim olan bir yaklaşımdan söz etmek mümkün: “Çok bedel ödediler, Kürtler ne yapsa haklılar.” Konuyu böyle ele alanlar elbette klasiklerden bol miktarda alıntı yapmayı, en çok da Lenin’e atıfta bulunmayı ihmal etmiyorlar.
Bu yaklaşım o kadar uç boyutlara taşınmış durumda ki, Kürt hareketini eleştirecekleri zaman dahi, “Bu kadarı ezilen ulus milliyetçiliğine bile sığmaz” demek zorunda kalıyorlar.
Bir kez “Kürtler ne yapsa haklılar” denildiğinde, beklentilerin aşağıya çekilmesi kaçınılmaz oluyor. Milliyetçilik, piyasacılık, AB’cilik, özelleştirmecilik, emperyalizmle uzlaşma arayışları, cemaatle diyalog… Hiç biri eleştiri konusu olmuyor. Dedik ya, Kürtler çok bedel ödedi!
Hal böyle olunca, Kürt siyasetinin ortaya koyduğu siyasi projeler “ne yapsa haklı” olanların iradesi olarak görülüyor ve eleştiriler peşinen ezen ulus milliyetçiliği olarak yaftalanıyor. İlk olarak Öcalan tarafından “Demokratik Konfederalizm” olarak kodlanan, konfederalizm kavramı yeterince tutulmayınca, popüler ifadesini “Demokratik Özerklik” olarak bulan projeyi “Kürtlerin sol çözümü” olarak gören Ferda Koç da, konu Kürt dinamiği olunca beklentisini aşağıya çekenlerden.
“Türkiye Sosyalist Hareketi’nin “Demokratik Özerklik Projesi Taslağı”nı doğru anlaması önemli.”[1] diyor Koç, haklı.
O halde Kürt halkının “temsilcilerine”, eski HEP milletvekili Orhan Doğan’a kulak verelim:
“Alternatif önermeden özelleştirmenin reddine karşıyım. Özelleştirilecek kurumların da halkın yönetimine açılmasını öneriyorum. Kent meclislerine, yerel meclislere verelim bu kuruluşları. Sokak, kasaba, köy, kent meclisleri oluşturulur ve bu meclisler özelleştirilen şirketlerin yönetiminde söz sahibi olur. İlkel komünal yaşamdan yola çıkarak çağdaş komünal yaşamdan söz ediyorum. Demokratik konfederalizmin açılımı işte budur!”[2]
Kürt dinamiğinden “Bütün iktidar Sovyetlere!” demesini bekleyemeyeceğimize göre kamu varlıklarının yerel meclislere devri yoluyla özeleştirilmeleri önerisine saygı duymak zorundayız. Çünkü Kürtler çok bedel ödediler!
Kürtler için neyin iyi, neyin şer olduğuna bizler karar veremeyeceğimize göre Doğan’ı dinlemeye devam etmek zorundayız:
“Demokratik konfederalizm üçlü bir hukuk sistemidir: Üniter hukuk, konfederal hukuk ve AB hukuku. Kürtler devletle ilişkilerinde üniter hukuku, kendi kurumlarıyla ilişkilerinde konfederal hukuku esas almalılar. Dünyanın bütün halkları bu modeli esas alabilir. Bence bu çok demokratik, hatta daha da ileriye gideceğim, sosyalist yaşama da denk düşüyor.”
‘Ne yapsa haklı olan’ Kürtler adına konuşamayız ama ‘temsilcileri’ dünya halklarına yol gösterebilir! Burada asıl zoka işlevi gören argüman, demokratik konfederalizm/özerklik projesinin sosyalist bir muhteviyat taşıdığı. Koç’un yazdıkları, “demek alıcısı var ki üretiliyor” dedirtiyor: “Bu taslağın (Demokratik Özerklik Projesi Taslağı) sosyalistler açısından en önemli yönü, Kürt sorununun çözümünü, adını koymaksızın, bir devrim sorunu olarak ortaya koymasıdır.”
Kraldan çok kralcılık yapmanın bu en naçiz örneği ne yazık ki Öcalan’ı fena halde kızdırmaya aday: “Her iktidar bir devleti, her devlet ise demokrasinin inkârını gerektirir. Sınıf demokrasileri özünde demokrasi değil devlet iktidarıdır. Sovyet deneyimi, Çin, Küba bunu kanıtlıyor. Ne kadar devlet, o kadar az demokrasi .”[3]
Kürtler adına konuşan, öyle adlandırmadıkları bir şeye onlar adına “devrim” diyen Koç, her an ezen ulus milliyetçiliği suçlamasıyla karşı karşıya kalabilir!
Kürtler adına ortaya atılan projeleri, Kürt siyasetinin devrim ve iktidar kavramlarıyla arasına koyduğu mesafeyi gözetmeden değerlendirmek, bu projeleri zorlama bir şekilde “Kürtlerin sol çözümü” olarak yorumlamak, Demokratik Özerklik Proje Taslağı’nda hiçbir devrimci dönüşüm öngörülmezken Kürt sorununun bir “devrim sorunu” olarak ortaya konulduğunu iddia edebilmek, durumun vahametini gözler önüne seriyor.
Demokratik Özerlik projesinin, post-sovyetik çağın kilometre taşlarından birisi olan desantralizasyon politikalarıyla ilişkisi soL’da yeterince işlendi, bunları tekrarlamaya gerek görmüyorum. Ferda Koç da bir başka yazısında bunlara değinmiş.
Aslında Koç da, Kürt sorununun özünde bir iktidar, bir devrim sorunu olduğunun farkında. Bu yüzden Kürtler adına üretilen projelerde bunların izini arıyor. Onun sorunu Demokratik Özerlik projesinin sınıfsal karakterini görememesinde. Kürtler adına üretilen projeler ve söylemler bir kez dokunulmaz kılındığında, “Kürtler ne yapsa haklı” denildiğinde, Kürt sorununa sınıfsal bir pencereden bakmak da mümkün olmuyor.
Sol adına Kürtleri ilgilendiren süreçleri değerlendirenler, Kürt emekçilerin aşağılanması anlamına gelen bu yaklaşımı derhal terk etmek zorundalar. Evet Kürtler çok bedel ödediler ve bu yüzden düzen içi projelere değil devrim ve sosyalizme layıklar!
Notlar:
[1] Ferda Koç, Kürtlerin “sol çözüm”ü, Sendika.org
[2] Zehir ve Panzehir, İrfan Aktan, Dipnot Yayınları, Birinci Baskı, Sayfa 176.
[3] Bir Halkı Savunmak, Abdullah Öcalan, Çetin Yayınları, Sayfa 124.