12 Eylül’ün ilk ayları… DİSK yöneticileri, konfederasyon, sendikaların yönetim organlarının tümünden işyeri temsilcilerine uzanan bir halkada, binin üstünde, toptan, Davutpaşa’da Otağ-ı Hümayun’da işkence altında sorgudalar… Şimdi AKP’nin YÖK’ünün, Cumhurbaşkanlığı’nın onurla onayladığı itibarlı rektörlerinin başını çekenlerden, öğrencilerine protesto gösterisinde “diretirseniz, hepinizi fişler okuldan atarım..” diyebileni, 12 Eylül’ün baş ekonomi danışmanı Özal’ın sağ kolu olarak ilk ekonomik […]
12 Eylül’ün ilk ayları… DİSK yöneticileri, konfederasyon, sendikaların yönetim organlarının tümünden işyeri temsilcilerine uzanan bir halkada, binin üstünde, toptan, Davutpaşa’da Otağ-ı Hümayun’da işkence altında sorgudalar… Şimdi AKP’nin YÖK’ünün, Cumhurbaşkanlığı’nın onurla onayladığı itibarlı rektörlerinin başını çekenlerden, öğrencilerine protesto gösterisinde “diretirseniz, hepinizi fişler okuldan atarım..” diyebileni, 12 Eylül’ün baş ekonomi danışmanı Özal’ın sağ kolu olarak ilk ekonomik öngörüleri, 12 Eylül’ün proğramını açıklıyor, “ücretlerde piramit bozulmuş, piramidi düzelteceğiz” diyordu.
***
Kulaklarımla dinlediğim açıklamalarında; 1961’den 1980’e sendikal örgütlülüğün dinamiğinde işçi ücretlerinde, çalışma haklarında yaşanan gelişmeyi, iyileşmeleri, insanca paylaşımı, piramidin çarpılması olarak rakamlarla, tablolarla değerlendiriyordu. Vahşi kapitalizmin çok sevdiği ücretlerin piramide uyarlanması, yani çok az kişinin en tepede olduğu, ücretlerin en düşüğüne doğru çalışan sayısının katlanacağı ödemelere hızlı dönüşümü sağlayacaklarını müjdeliyordu.
Malum Demirel hükümetine aldırılan 24 Ocak kararları, başta işçiler, halkın ağır yoksullaştırılması anlamındaki, küresel ideolojik dayatma, örgütlü sendikal hareket, demokratik düzen içinde uygulamaya bile sokulamamıştı. 12 Eylül’ün “anarşi-terör” bahane, gerçek nedeni olarak gündeme girmişti. Askeri darbe yönetiminin ilk kararlarının grevlerin yasaklanması, sendikaların, Türk-İş’i dahil toplu pazarlık haklarının askıya alınması, DİSK’in kayyıma teslim edilerek fiilen kapatılması, yöneticilerinin ağır işkencelerden geçirilerek önce gözaltı sonra tutuklu kalmaları bundandı.
Bir cümle ile 12 Eylül solu, sendikal örgütlülüğü, meslek örgütlerini silindir gibi ezerek; Özalizmde daha acımasız olarak karşımıza çıkacak gelir paylaşımındaki çarpıtmanın, sosyal devlet, sendikal haklarla sağlanan eşitliklerden dönülerek, piyasalar düzenine geçişin, önünü açtı. İnsanların haklarını kaybetmelerinden doğabilecek sosyal patlamalara karşı örgütleri umut olmaktan çıkarılırken dayatılacak afyon elbet ırkçılık, dincilik olacaktı. Aslında 12 Eylül darbecilerinin çok da uzun erimli, planlı projeleri olmaktan çok, boşluğun doldurulmasında refleks, küresel ideolojinin de sarıldığı araçlar bunlardı. Net olarak bildiğimiz, tanıklık ettiğimiz 12 Eylül yönetimi ile kurulan iyi ilişkiler içinde sermaye örgütleri, medya önde olmak üzere, İslamcı cemaatlerin destekçi, yandaş konumuna geçmeleri, yönetimce de önlerinin açılmasıydı..
Gerçek bu kadar açık, çıplakken son referandum oylamasında “Demokratikleşme, 12 Eylül başta, askeri darbelerle hesaplaşma adına evet” oyu istenmesi, eşyanın tabiatına aykırı bir durumdu. Büyük medya gücü, etkin kampanya yöntemleri araç, Başbakan Erdoğan’dan “yetmez ama evet”çilere uzanan bir halkada, bu söylem, çok etkin kullanılarak, kitleler gerçekte inandırılmış, kandırılmış olsalar da çok fark etmez; en çok kendi yalanına kendinin inanması, ayıbını kapatması gereksiniminin aracı oldu..
***
Göğüslerini gere gere, referandumla Türkiye’nin demokratik adım attığını söyleme yarışında olanlar, 12 Eylül’ün en ağır mağdurları, en ağır işkencelerden geçmiş DİSK yöneticilerinin önleri polis copu ile kesildiğinde ağızlarını açamıyor. O gün, hepsi de gördükleri ağır işkencelerin izleri yaşlarından daha yıpranmış bedenlerinde, zulümhanenin kültür merkezi olmasına karşı protesto için toplanmışlardı.. Bedenleri işkence yorgunu DİSK yöneticilerine gencecik polisler copla saldırırken ekranlarda yansıyan görüntüler ortada.. İktidar yalakalarından, yandaş, yönetimden bazıları, zevahiri kurtarma, haktan yana görünme uğruna olsun, ortaya çıkan durumu eleştiren sözcükler, açıklamalar yapamazlar mıydı?
Genç polislerin coparına hedef olan, elleriyle durdurmaya çalışan, zulümhanede işkence görmüş DİSK yöneticilerinin, hâlâ genç polislere kendilerini anlatma çabalarını içim burkularak izlerken kimi anılar beynimde uçuşuyordu.
Aylar sonra dava ile ilişkilendirilememiş ama çok ağır işkence görmüş bir Genel-İş üyesi soluğu yanımda almış, dertli dertli anlatıyordu.. “Bana yaptıkları hafif kalır, asıl işkenceyi Başkan’a (Abdullah Baştürk’ü kastediyor) yaptılar, ömrüm boyunca unutamayacağım, utanacağım..” diyordu. Sordukça bildiğim teknik en ağır işkencelerin tümünü günlerle yaşadığını öğreniyordum. Baştürk’e başka neler yapılabilmiş olabileceğini, ne halde olabileceğini anlamaya çalışıyordum.. Baştürk’ün yaşı gereği kaldıramayacağı elektrik, falaka teknikleri uygulanmamıştı. Ama gözleri bağlı başının aynı merkezine suyla, sopayla periyodik vuruşlar, Çin işkencesi yöntemleri aralıksız sürdürülmüştü. İşçinin daha çok ağrına gideni ise kendisi dahil arkadaşlarına yapılan işkencelere Baştürk’ün tanıklık ettirilmesi, ona işkence altında küfrettirilmeleriydi.. Baştürk yeniden DİSK Başkanı iken, beyninin aynı bölgesindeki bir baloncuk patlaması ile ölmedi mi?..