Haberi okumuşsunuzdur. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Türkiye’nin “Geceyarısı Ekspresi” filmiyle “sarsılan” imajını, yine sinemanın “küresel gücü”nü kullanarak düzeltmek amacıyla, “Hollywood yapımları ayarında” bir film çalışmasını, haberdeki bir vurguya göre, “bir süredir gizli biçimde” yürütüyormuş ve Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sından uyarlanan bir senaryo üzerinde duruluyormuş. Nereden baksanız bir acayip durum. Öncelikle, adı geçen kurum itibariyle. […]
Haberi okumuşsunuzdur. Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı, Türkiye’nin “Geceyarısı Ekspresi” filmiyle “sarsılan” imajını, yine sinemanın “küresel gücü”nü kullanarak düzeltmek amacıyla, “Hollywood yapımları ayarında” bir film çalışmasını, haberdeki bir vurguya göre, “bir süredir gizli biçimde” yürütüyormuş ve Sabahattin Ali’nin Kürk Mantolu Madonna’sından uyarlanan bir senaryo üzerinde duruluyormuş.
Nereden baksanız bir acayip durum. Öncelikle, adı geçen kurum itibariyle. Böyle bir Başbakanlık ve ona bağlı resmî bir İnsan Hakları Başkanlığı! Her şeyi unutun, sadece son birkaç günün öğrenci eylemlerine alınan tavrı hatırlayın, gülümsersiniz bu kuruma. “Geceyarısı Ekspresi” meselesi ise, 1978’den beri atlatılamayan bir travma. Hani, adamlar çıkar meyhaneden zil zurna, ayakta duramaz, bu durumu da kendilerine yediremez ve “o kahveyle beraber gelen likörü içmeyecektik abi, o bizi bozdu” derler ya, öyle bir şey. Namussuz Alan Parker o küresel gücü kullanmasaydı, imajımız zedelenmezdi! Bak, 32 senedir düzeltemiyoruz!
Demek, hayli küresel ve Hollywood tarzı Mahsun Kırmızıgül filmi bile yetmemiş, onca imaj çalışması yapmasına rağmen…
İyi çalışıyor bu Bakanlık. Gençlere rock müzikle mesaj vereceklermiş, “satanistlerin uyuşturucu müziği” diyerek sokak şiddetine maruz bıraktıkları icracılar eliyle. Dizide Caroline’e “gâvur” gibi ağır bir söz yerine “ahlaksız” gibi yükselen bir değerin temsilcisi olarak seslenilecekmiş. Bazı sahnelerde görüntü dondurularak, altta “kadına karşı şiddet ne ayıp!”, ya da “babaya kalkan el taş olur!” filan yazıları çıkacaktır belki de. Haber bültenlerinden gösterilerdeki polis terörü sahneleri ayıklanacakmış. Dünyanın en fantastik gerekçeli gözaltıları, Kafkaesk davalar konulu bir sanatsal çalışma olarak yansıtılacakmış. Filan…
Konumuza dönelim. İnsan hakları odaklı bir film. Peki. Niye Kürk Mantolu Madonna? Orasını anlamak güç.
1940 sonu ile 1941 başı arasında Hakikat gazetesinde tefrika edilen, 1943’te kitap olarak basılan bu romanında, daha doğrusu uzun öyküsünde, ne anlatıyor Sabahattin Ali? Kısaca verelim: Anlatıcımız, işsiz kalmış bir adamdır. Sınıf atlamış bir arkadaşı sayesinde bir işe girer. Orada Raif Bey adlı “asosyal” biriyle tanışır. Romanın asıl ağırlığı, Raif Bey’in anlatıcı rolünü üstlendiği günlüğünün okunmasıdır. Raif, öğrencilik yıllarında fabrikatör babasının isteği üzerine sabunculuk öğrenmek üzere Almanya’ya gider. Ama okumaya, sanata meraklı ve biraz da aylaktır, bir sergide bir resme aşık olur. Sonra bu otoportrenin ressamı Maria Puder ile tanışır. Yahudi asıllı bu Alman kadın “şarkılı bir meyhane”de keman çalıp şarkı söylemektedir. İlişkileri gelişir, ama “mutlu son”a varamaz…
Elbet, bu özet, yapıta haksızlıktır, ama “insan hakları” açısından bakarsanız, Sabahattin Ali’nin, kadın ve erkek dünyası, aşk ve sevgi kavramları ekseninde muazzam resmettiği “insanlık durumları”nın ötesinde bir şeye rastlamazsınız. Hani Bakanlık, “tutkulu bir aşk” öyküsünden “insanları sevin” mesajı çıkartmaya çalışıyorsa, ya da Sabahattin Ali’nin bu yapıttaki temel tezi, “o sıradan, silik, önyargıyla ve küçümsemeyle baktığınız insanların yaşamında, ancak içine girerek görebileceğiniz müthiş öyküler vardır”dan bir şey türetmeyi hedefliyorsa, bilemeyiz tabii. Yalnız, birkaç uyarıda bulunmak isteriz…
Önce, yapıt-yazar-insan boyutuna bakalım. Sabahattin Ali, ülkemizde “toplumcu gerçekçilik” akımının temsilcilerinden bilinir. Bu yüzden, yaşamı binbir meşakkatle geçmiştir. Hapisler, sürgünler, ölümle yüz yüze gelmeler bir yana, işsiz kalmış, ekmek parasını çıkartmak için zorlu mücadeleler vermiştir. Ülkenin devlet eliyle işlenen ilk “faili meçhul” cinayetine kurban gidişine, burada değinmeyelim, uğradığı zulümle yetinelim. Şimdi, “insan hakları” için yapıtını kullanmak isteyen kadroların o yıllardaki temsilcilerinin alçakça saldırılarından da bahsetmeyelim.
Kürk Mantolu Madonna, o ekmek parası derdi günlerinin ürünüdür. Kendisinden, “kesinlikle siyasete bulaşmayan” bir aşk romanı istenmiştir. O da buna soyunmuştur, geçim derdi. Ama ne yaparsa yapsın, o Sabahattin Ali’dir.
“Yazı hayatımda ilk defa olarak, yazımın tutmadığı suratıma çarpıldı. Benim şimdiye kadar intişar etmiş bulunan eserlerim meydanda olduğuna göre, benden gazeteniz için yazı isterken İskender Fahrettin, Esat Mahmut beylerden veya Peride Celâl, Kerime Nadir, Mükerrem Kâmil hanımlardan beklenen neviden bir roman istemiş olamayacağınız aşikârdır. Akşam gazeteleri bu nevi yazıları tutuyorlarsa kabahat bende mi?
“Gazetenizin sürümünü temin edecek romanlar yazmak için yukarıda ismi geçen yüksek muharrirler menzilesine varamadığımızdan ve kafamızın mahsullerinin bir kıymeti bulunduğunu ve hak edip bedelini istediğimizden dolayı tekrar tekrar affınızı rica ederim.”
Hakikat gazetesi sahibine yazdığı bu mektup, her şeyi anlatıyor. Para ihtiyacını karşılayamayınca kısa kestiği bu romanında, neden romana girdiği pek anlaşılamayan bölümlerde, gazete sahiplerinin isteğine göre yön değiştirmeler görülür.
Örneğin, yazar, işsizlik durumunu ve karşılaştığı arkadaşının sınıf atlamışlığından gelen “yeni karakter”ini çarpıcı bir sosyal yapı gözlemi gibi aktarırken, insanların kişiliği ve statüleri arasındaki bağları kurarken, Raif Bey’le tanışmasına geçişi. Burada, Raif Bey’i tanımak arzusuyla evine gidip gelmeye başladığı bölümde, Nâzım Hikmet’in “geçiştirilerek ziyan edilmiş, ayrı bir roman olarak onları yaz” dediği aile efradından çizgilerle küçük burjuvazinin, çıkar ilişkilerinin, insani yabancılaşmanın yansıtılmasının, ayrı bir hikâyecik gibi bütünden kopması.
Ama dedik ya, o Sabahattin Ali’dir, kendisinin de söylediği gibi. Tutkulu bir aşk öyküsünden, insan psikolojisine derinlikli bakışlar çıkarmıştır. Sevgi denilen olguyu, erkeğin ve kadının açısından irdelemiş, “nemli dudakların birleşmesi”ni bekleyen okuru, felsefeye daldırmıştır. Sürekli bir sorgulamayla iç içe geçen, bireylerin, sosyal yapıyı göz ardı ederek oluşturulan sevgi arayışlarının tablosunu çizen Sabahattin Ali, gene de, bütün bunları dikkate alamayan okurlara da hazin bir aşkın romanını armağan etmiştir ve bu alanın dilimizdeki en güçlü yapıtını ortaya çıkarmıştır. İnsanın insanı anlamasının dehlizlerine dalmıştır. Bu yüzden, tutmamıştır! Akşam gazetesi okurları anlamamış, sol eleştirmenler dudak bükmüştür.
Dememiz o ki, Kürk Mantolu Madonna, Bakanlık’ın işine yaramaz. Senaristler, yapıtın canına okumayacaksa tabii.
İşte burası önemli. Kendileri hiçbir değer üretemeyenlerin, proleter sınıfın yazarlarına, şairlerine, müzisyenlerine el atıp durmaları, yok ederken onurlandırdıkları isimlerini sahiplenme çabasıyla kirletişleridir asıl mesele. Ne diyecekler dünyaya, Hollywood tarzı filmlerinde? Bizden öncekiler öldürtmüştü, bakın biz romanını resmî film yaptık mı? Nâzım’ın, Ahmet’in, Yılmaz’ın mezarlarındaki oyunun, söylevlerdeki ikiyüzlülüğün, devrimcilerin hatırasının çirkin pazarlanışının bir ayağı da bu mu? Anlamadılar mı hâlâ, o isimlerin, bütün bu alavere dalavereyi suratlarına çarpacak bir birikim yarattıklarını? Ne isimlerinde ne yapıtlarında, kullanabilecekleri, aleyhlerine olmayacak bir zerrecik bulabileceklerini?
Haydi, liberaller ellerini ovuşturabilir ve bunu demokrasinin gelişmesi olarak tezahüratla karşılarlar, orası malum da, o kullanılmak istenen isimlerin
her satırı, her karesi silinmeden, o zavallılara acıyarak bakan gözlerinden kendini sıyırabilir mi Başbakan ve onun Bakanlık’ı? Demezler mi, siz onların sınıf düşmanlarının en pespaye temsilcileri değil misiniz? Demezler mi, onca zulmettiklerinizin ocağına düşecek, onlardan medet umacak kadar mı onursuzsunuz? Demezler mi, hadi kendi değerlerinizi dikin karşılarına, varsa gücünüz? Demezler mi, kahvaltılarınızda zıkkımlanan onca yazar, yönetmen var, yazıversinler size bir senaryocuk, çekiversinler bir filmcik? Demezler mi, gidin Orhan Pamuk’unuzu, Elif Şafak’ınızı uyarlayın, Hollywood tarzına amade?
Ah, unutmadan. Romanın adının esinlendiği Madonna’yı bilir mi AKP’liler? Yok, Meryem’i kastetmiyoruz sadece. Hani Raif’i çarpan otoportrenin çağrıştırdığı “Arpie Madonnası”nı? Bakmışlar mıdır o tabloya? “Düşünmeyi öğrenmiş, hayat hakkındaki hükümlerini vermiş, dünyayı küçümser” ifadeli, etrafındaki azizlerden, meleklerden, kucağındaki İsa’dan ilgisini kesip gözlerini toprağa çevirmiş bu Meryem’i çizen Sarto’yu bilirler mi? Maniyerizmi? Maria Puder’in, neden o Madonna’nın kürk mantolusu olduğunu? Uyaralım da, gençlere rock müzik çalışmaları sırasında karşılaştıkları Madonna sanmasınlar…
İnsan Hakları Başkanlığı, Sabahattin Ali’yi, hem de Kürk Mantolu Madonna’yı, propagandada kullanacakmış! Daha iyisi var. Gidin, İçimizdeki Şeytan’ı film yapın. Gidin, “Bulgaristan Sınırında Cinayet” draması çekin. Gidin ve rezil sisteminizin, çirkin suratınızın yansıtıldığı yapıtlardan kendinize pay çıkarma avanakça umudunu kesin… İnsanın öne çıktığı bu aşk öyküsü, ne aşkı ne insanı ortada bırakmışları bozar!
Yok ille yapacağız diyorsanız da, jeneriğe şunları yazın Sabahattin Ali’den:
“Namuslu olmak ne zor şeymiş meğer? Bir gün Almanların pabucunu yalayan, ertesi gün İngilizlere takla atan, daha ertesi gün de Amerika’ya kavuk sallayan soysuzlar gibi olmak istemedik. Bugünün itibarlı kişileri gibi kese doldurmadık, makam peşinde koşmadık. İç ve dış bankalara para yatırmak, han, apartman sahibi olmak, sağdan soldan vurmak ve milleti kasıp kavurmak emellerine kapılmadık. Bütün kavgamızda kendimiz için hiçbir şey istemedik. Yalnız ve yalnız, bu yurdun bütün yükünü omuzlarında taşıyan milyonlarca insanın derdine derman olacak yolları araştırmak istedik. Bu ne affedilmez suçmuş meğer! Neredeyse, yoldan geçerken mide uşakları arkamızdan bağıracaklar: ‘Görüyor musun şu haini! İlle de namuslu kalmak istiyor ve ahengimizi bozuyor…’ Çalmadan, çırpmadan, bize ekmeğimizi verenleri aç, bizi giydirenleri donsuz bırakmadan yaşamak istemek, bu kadar güç, bu kadar mihnetli, hatta bu kadar tehlikeli mi olmalı idi?”
Sol.org.tr