Anadil tartışmaları ne zaman yoğunlaşsa, Türk aydınlarında “ama” öncelemeli, kaygı odaklı yaklaşımlara tanık oluruz. Ömrünü, sömürgeci bilinçaltının edebi ve akademik dışavurumunu çözümlemeye vakfetmiş Edward Said bu duruma “sömürgeci bilinçaltı ile koşullanmış yaklaşım” demektedir. Batılı aydının “oryantalizmin” gözlükleri ile baktığı doğunun içinde, kendi doğusuna aynı gözlüklerle bakan o kadar çok “aydın” var ki! O nedenle meseleye […]
Anadil tartışmaları ne zaman yoğunlaşsa, Türk aydınlarında “ama” öncelemeli, kaygı odaklı yaklaşımlara tanık oluruz. Ömrünü, sömürgeci bilinçaltının edebi ve akademik dışavurumunu çözümlemeye vakfetmiş Edward Said bu duruma “sömürgeci bilinçaltı ile koşullanmış yaklaşım” demektedir. Batılı aydının “oryantalizmin” gözlükleri ile baktığı doğunun içinde, kendi doğusuna aynı gözlüklerle bakan o kadar çok “aydın” var ki! O nedenle meseleye “sömürgeci bilinçaltı” kavramı etrafından bakmak ve irdelemek bizi daha net çözümlemelere ulaştırır kanısındayım.
Kürt öğrencilerin Kürtçe’nin eğitim dili olması için okulları boykot etmeleri anadil tartışmalarına yoğunluk kazandırdı. Sanki olmayan bir durumla karşılaşılmış ve olmayan bir şeyi birileri kaşıyormuş gibi şaşkınlık ifade eden yaklaşımlar yüksek sesle ifade edilmeye başlandı..Asıl şaşılası durum budur. Egemen üslubun tepeden bakan yaklaşımı, meseleyi dolambaçlı yollara havale eden söylemi, meseleyi çözmeye niyetli bir tutum almak yerine, akıl veren didaktik bir söylemi esas almaları, tam da sömürgeci bilinçaltının tezahür etmesinden başka bir şey değildir. Özellikle akademik çevrelerin sessizliğe gömülmeleri, konuşanların ise, egemen siyasetin sınırları içinde meseleye yaklaşmaları, bilim kriteri açısından hayra alamet bir durum değildir. Mesele bu noktada önem kazanıyor. Ayrımcı tarihsel bir arka planla beslenen, tekçi yargıların biçimlendirdiği bilinçaltına çomak sokmadan aydın olmak ve akademik düzeyi yakalamak mümkün olmuyor. Anadilin, bilim disiplini içinde bakıldığında ötelenmez bir kabul eşiği olması gerektiği bir tarafa, vatandaşlık ve ulus-devlet yapısında ortaya çıkan derin değişiklikler temelinde bakıldığında da görmezden gelinemez temel bir eşik olduğu söylenebilir. Bu bağlamda bilim etiğine ve demokratik empati kültürüne yaklaşmak için egemen ırkçı bakış açısının aşılması zorunluluk arz ediyor. Kesinliklerin çatladığı bu çağda devlet politikalarının gözden geçirilmesi yetmiyor.; Egemen devletin politikasının ideolojik yeniden üretimini sağlayan akademik ve edebi çevrenin kendi duruşunu gözden geçirmesi ve çağın ortaya çıkardığı gerçeklerle yüzleşmesi gerekiyor. Böylesine bilim içi bir mevzuda bilim insanlarının susması, siyaset dünyasının konuşması şaşılası bir durumdur. Hal böyle olunca, Edward Said’in batıcı oryantalist aydınlar için söylediği “sömürgeci bilinçaltı” tezi ülkemiz aydınları için de geçerlilik kazanmış oluyor.
Durum ister istemez öylesine önemli bir problem karmaşası, öylesine kavram çakışmaları doğuruyor ki, suskunlukla -ayrımcılık eş anlamlı bir durum halini alıyor. Üniversitelerin dil kürsüleri meseleyi görmezden gelerek verili ayrımcı durumun devamına onay vermiş oluyorlar. Anadilinde eğitimin, insanın zihinsel,ruhsal ve siyasi bir varlık olarak kendini üretmesinin şartı olduğunu sanırım herkesten çok biliyorlardır.. Peki o halde suskunluklarını neye bağlamalıyız? Çağdaş sosyoloji literatürü, ırkçılığın değişen biçimlerine vurgu yapmaktadır. Eski kaba ırkçılığın yerini daha likide daha ince versiyonları almaya başlamıştır. Görünürde hissedilmeyen, ayrıcalıklı olanın ayrıcalığını tehdit ettiği düşünülen her türden talep karşısında kaba yüzünü açığa vurmaktadır. Çingene’ye, Ermeni’ye, Kürt’e, Alevi’ye, komüniste, eşcinsele, bazen mütedeyyin yurttaşa, kısaca verili iktidarın kabulleri dışına çıkan herkese, her an o kaba yüz çevrilebilir.
Günümüz ırkçılığının etnik-kültürel farklılık ve sosyal eşitsizlik temelli iki boyutlu bir ayrımcılığa tekabül ettiğini varsayarak, ırkçılığın geniş bir direnç duvarı oluşturduğunu göz önünde bulundurmamız gerekiyor. Bir dönem bilim adına kafatası ölçümleri yapıp, Mezopotamya’nın kadim tarihinde Türk izi arayanlar nasıl bilim dışı bir tutum sergiledilerse; günümüzde de susarak aynı duruşun başka bir versiyonunu sergiliyorlar. Ayrımcı yargılardan, bilinçaltı koşullanmalardan sıyrılmadan özgür bir duruş ve bilim etiğinin gerektirdiği onurlu bir tutum geliştirilemeyeceği açıktır. Çocukların eğitim haklarının boykotla gasp edildiğini belirterek, Çocuk Hakları Sözleşmesine atıfta bulunanlar; Aynı sözleşmenin Anadilinde Eğitim Hakkını kabul ettiğini es geçiyorlar. Türkiye’nin sözleşmenin Anadiliyle ilgili maddesine çekince koymuş olması sözleşmenin gerçekliğini ortadan kaldırmaz. Hangi taşı kaldırsak ayrımcı, dışlayıcı egemen kültürün izine rastlıyoruz. Öylesine köklü, öylesine tarihi arka planı güçlü bir kültür ki, ırkçı-milliyetçi özü her durumda karşımıza çıkıyor. Bu egemen tutum herkese bir parça sirayet etmiş gibi. Hak ve özgürlük mücadelesinin aynı zamanda, ırkçı-ayrımcı duvarı aşındırma mücadelesi olduğu ve bu mücadele içinde bilinçlerimize sinmiş kendi ayrımcı-dışlayıcı yönelimlerimizi açığa çıkarıp yok ettiğimiz oranda yol alabileceğimizi unutmamalıyız.