KESK hakkında yazdıklarımız ve söylediklerimiz karşısında devamlı KESK’i eleştiren bir yerden bakıyorsunuz söylemi yanlış bir anlamayı da beraberinde getirmekte. Sadece eleştiriyorsunuz gibi tepkilerle karşılaşmaktayız. Bu eleştirilerimiz KESK’in kamu emekçileri tarihinde önemli bir mücadele aracı olmasından ve sendikal mücadeleyi bir yerlere havale etmek istemeyişimizden kaynaklıdır. Yani bağcıyı dövmüyoruz, niyetimiz üzüm yemek… Toplu görüşme dört perde sürdü […]
KESK hakkında yazdıklarımız ve söylediklerimiz karşısında devamlı KESK’i eleştiren bir yerden bakıyorsunuz söylemi yanlış bir anlamayı da beraberinde getirmekte. Sadece eleştiriyorsunuz gibi tepkilerle karşılaşmaktayız. Bu eleştirilerimiz KESK’in kamu emekçileri tarihinde önemli bir mücadele aracı olmasından ve sendikal mücadeleyi bir yerlere havale etmek istemeyişimizden kaynaklıdır. Yani bağcıyı dövmüyoruz, niyetimiz üzüm yemek…
Toplu görüşme dört perde sürdü ve bitti. Zaten kamu çalışanları açısından görüşmelerde olumlu bir sonuç çıkmayacağının tahmin edilmesi hiç de zor değildi.
4688 sayılı sendikalar kanun ve bu kanunun tüm dezavantajları yine kamu emekçileri aleyhinde kullanıldı. KESK başkanı Sayın Sami Evren’in KESK’in internet sitesinden yaptığı açıklamada tüm suçu başka bir sendikaya yüklemesi (elbette Memur-Sen’in yaptığı hiçbir şeyi tasvip etmiyoruz) görüşmelerden olumsuz çıkan sonucu tek bir sendikanın sorumluluğuna indirgeyerek önümüzde duran asıl sorunu maniple etmektir.
Görüşmenin en başından KESK MYK’sınca önerilen Toplu Sözleşmeyi Anayasa referandumundan sonraya bırakalım teklifi, bu teklife hükümetin ve Memur-Sen’in sahip çıkması, görüşmelerde başından itibaren olumsuz bir hava estirmiştir. Ne amaçla yapıldığı anlaşılmayan bu önerme aslında sendikaların bu görüşmede ücret sendikacılığı çizgisine dahi yaklaşamadığının bir kanıtıdır. Kamu emekçileri açısından sendikal mücadelede imdat zilleri çalıyor!!!
KESK bugüne kadar Toplu İş Sözleşmesinden devamlı bahsetmiştedir. Bu KESK için yeni bir durum olmamakla birlikte asıl sorun TİS’in nasıl yapılacağı konusudur. Toplu İş Sözleşmesi’nin KESK’in afiş ve bildirilerinde yer almanın ötesinde işyerlerinde tartışılamaması bir tarafa şube yönetim kurullarında dahi TİS hakkında yeterli bir netlik yoktur. Aşağıdan yukarıya sağlıklı bir tartışma sürecinin örgütlenememesiyle sorunu TİS taleplerinin de içi doldurulamamıştır. Kamu emekçileri açısından da yeterince anlaşılamayan TİS sadece üç harften ibaret bir şey olarak algılanmakta.
Toplu iş sözleşmesi ücret sendikacılığının dışında bir mücadele pratiği olarak ele alınmalıdır
TİS süreci sadece on bir iş kolunda görev yapan kamu çalışanlarının özlük ve sosyal haklarından ibaret sayılmamalıdır. Barınma Hakkı, Ulaşım Hakkı, Çevre Hakkı, Kadın Hakları, Enerji Hakları gibi başlıklar altında değerlendirilip bir talepler silsilesi olarak öne çıkartılmalıdır. Toplu İş Sözleşmesi süreci yukarda saydığımız başlıklar altında kamuda hizmet veren ile hizmet alanı niteliksel ve kolay ulaşılabilirliği etrafında taleplerini birlikte ortaklaştırmalı ve bu talepler etrafında yine aynı kesimlerce bir toplumsal hak alma bilinci ile örgütlenmelidir. Sadece kamusal hizmet verenler için değil kamusal hizmet alanlar için de TİS talepleri belirtilmeli. Örneğin ulaşımın sabah ve akşam saatlerinde ücretsiz olması, hastanelerde alınan katkı paylarının kaldırılması, belirli bir tona kadar su hakkının bedavaya kullanılması, yine enerji hakkının aynı şekilde asgari ihtiyaçları karşılayacak oranda bedavaya kullandırılması ve benzeri talepler TİS talepleri içerisinde yer almalıdır. Bu talepler etrafında başlatılacak TİS süreci ile yeni bir mücadele pratiğini sokaklardan mahallelere, mahallelerden işyerlerine doğru bir hak arama bilincinin örgütlenmesi, KESK’in aynı zamanda önünde duran yetkili sendika olabilme sorununu da çözebileceği yol adresidir.
KESK artık hükümetten bir şeyler beklememelidir. KESK unutmamalıdır ki emekten yana çıkan tüm yasalar fiili mücadeleler sonucu kazanılmıştır. (4688 sayılı sendikalar yasası da bu konuda hatırlatmamız gereken en önemli örnektir; yasanın çıkması beklenilmemiş sendikal mücadele fiili anlamda hayata geçirilmişti.) Grevli toplu sözleşme hakkını, emekçilerin cephesine kazanım olarak yazmak KESK’in belirleyeceği mücadele pratikleri üzerinden olacaktır.
Somut koşulların somut tahlilini bir an yapmayalım ve niyet belirleyelim; KESK şöyle mi düşünüyor: “Önce bir toplu sözleşme hakkını alalım, nasıl olsa peşine grev hakkını da almaya çalışırız!” Sadece niyet okuyarak ve bu niyetler üzerinden yapılacak politik varsayım ve değerlendirmeler kamu emekçileri hareketinin uçuruma sürüklenmesi demektir. Sekiz yıllık AKP iktidarı ve onun neoliberal politikasının tahlillerini yapamamak ve bu neoliberal politikalar karşısında geniş bir emek cephesini örememek ve sadece niyetler üzerinden siyaset yapmak, niyet tavşanlığından öte bir şey olamayacaktır. İlerici emek örgütü, ülkesindeki sorunların bir kısmını görmezden gelemez. KESK’in geçmişine bakacak olur isek, çevre sorunundan kadın sorununa, etnik ve kültürel sorunlara dair söylem ve eylemleri ile duyarsız kalmayan bir ilerici emek örgütü olduğunu görürüz.
Bundan dolayıdır ki KESK referandumla çıkan sonuçları iyi okumalı; yani emek karşıtı saldırıların daha da artacağı çetin bir sürecin başlangıcı olduğunu anlamalıdır.
12 Eylül referandumunun sonuçları, kamu emekçileri açısından da yeni bir dönemin işaretidir. Toplu sözleşme süreci muhtemelen Ağustos ayı ortalarına denk gelecektir. Yani toplu görüşme sürecinde olduğu gibi. Tarih bakımından çok şeyin değişmeyeceği kanısındayım. KESK toplu sözleşme döneminin, bütçe görüşmeleri tarihine denk getirilmesi konusunda ısrarcı olmalı, 15 Ağustos tarihi değişmedikçe toplu sözleşmelere katılmamalıdır. Halktan yana bir bütçenin hazırlanması konusunda fiili ve meşru eylemliklerini bütçe görüşmeleri esnasında gündemine almalıdır.
Değişecek olan şey, ise toplu sözleşme sürecinde KESK’in tutum ve davranışı olmalıdır. KESK şimdiden tartışma sürecini başlatmak durumundadır. KESK nasıl bir toplu sözleşme istediğini veya toplu sözleşme ile neyi amaçladığını ortaya net politikalar ile koymak durumundadır.
KESK’in internet sitesinde referandum sonrası yapmış olduğu değerlendirme çok acemice ve yeterli özen gösterilmeden şablonlar kullanılarak yapılmış bir değerlendirmedir. KESK somut koşulların somut tahlilini yapmaktan ziyade niyet politikaları ile hareket etmekte (niyet tavşanlığı yapmaya devam etmekte) yeni bir anayasa ile geniş katılımlı uzlaşma sağlanmasını beklemektedir. Uzlaşma konusunda ise ne anlatılmak istendiği açıkça belirtilmemekte, emek politikalarının sözü dahi geçmemektedir. Anayasanın 90. maddesinde grevli toplu sözleşme hakkının verildiğini iddia etmekle birlikte AKP’nin yasayı uygulamadığından yakınmakta ve uzlaşma zemini aramaktan bahsetmektedir.
KESK MYK’sı AKP’nin kendine demokratlığını bir türlü kabullenmemekte ya da işine geldiği bir pencereden bakmaktadır. KESK MYK’sı referandum öncesi Hayır dememenin gerekçelerini dahi ortaya koymadan, koyamadan şimdiden AKP hükümetinden beklenti dolu bir referandum değerlendirmesi yapmıştır.
Hatırlatmamızda fayda var diye düşünüyorum; neoliberalizm emek politikalarının yanında değil emeğin karşısında saf almaktadır. Neoliberalizmin koçbaşı politikalarını ülkemizde şu anda AKP uyguladığı içindir ki; emekçiler AKP karşıtlığı üzerinden emek cephesinin çıkarlarını savunan politik bir mücadele hattı yürütmektedirler. KESK’in, referandum değerlendirmesini beklentiler üzerinden yapması anlaşılması güç bir durum olarak değerlendirilmeli. KESK içinde “yetmez ama evet”çilerin politik safında duranların liberalizm ile kol kola olmaları bu süreçten sonra da devam edecektir. Liberalizm ile bu kankalık
devam ettiği müddetçe KESK yetkili ve etkili bir sendikal süreci başlatamayacaktır.
Son sekiz yıllık AKP politikalarına baktığımızda emekten ve demokrasiden yana yalan ve dolandan başka hiçbir şey getirmeyen AKP’nin yeni anayasasını toplumsal bir uzlaşma olarak algılamak Anadolu gericiliğinin gerçek yüzünü görememektir. Bu gericiliğe onay vermek ne Alevi sorununu ne Kürt sorununu ne de emek mücadelesini herhangi bir şekilde demokratik bir yere götüremeyeceği gibi bu sorunları daha da içinden çıkılmaz hale getirecektir. Anadolu gericiliğinin bu yüzüne biat etmekten ya da kabullenerek yaşamaktan ziyade bu gerici yüzü değiştirip dönüştürmek algıyı, algılayışı ve anlayışı değiştirmekten geçmektedir. Bu değişim ise gerici anlayışın üst politik yansımalarına göz kırpmak ve (uzlaşısı ve hoşgörüsü olmayan bir kültürden) bir uzlaşı aramakla değil varsıllar ile yoksulların aynı gemide olmadığını defalarca kez gözler önüne sermekten geçmektedir.
Ekim ayı yaklaşmakta. Ne ekerseniz onu biçersiniz! İleride KESK’in ne biçeceği konusu kendi kaderine bırakılamayacak önemdedir. Şimdiden tüm KESK aktivistleri ve ilerici emek örgütleyicileri yeni bir KESK için sözünü söylemelidir…
17 Eylül 2010
* Erbil Karakoç
Yapı Yol Sen İşyeri Temsilcisi
elbil55@hotmail.com