Peki tüm bu tezleri ortaya atarken kalkış noktaları nedir? Yanıt çok açık: Burjuvazi devrimci barutunu tüketmemiştir! Yeryüzünün üçte birinde sosyalizm hüküm sürerken karşı devrimciliğinden şüphe duyulmayan burjuvazinin, 1989’la açılan gericilik döneminde yeniden devrimci sınıf olarak yutturulmaya çalışılması tam da Sosyalist Blokun yokluğu ile ilişkili. Türkiye’de işçi sınıfının bir siyasi devrime öncülük edebilecek gelişkinlikte olmadığı, kapitalist […]
Peki tüm bu tezleri ortaya atarken kalkış noktaları nedir? Yanıt çok açık: Burjuvazi devrimci barutunu tüketmemiştir! Yeryüzünün üçte birinde sosyalizm hüküm sürerken karşı devrimciliğinden şüphe duyulmayan burjuvazinin, 1989’la açılan gericilik döneminde yeniden devrimci sınıf olarak yutturulmaya çalışılması tam da Sosyalist Blokun yokluğu ile ilişkili.
Türkiye’de işçi sınıfının bir siyasi devrime öncülük edebilecek gelişkinlikte olmadığı, kapitalist üretim ilişkilerinin ülkenin en azından bir bölümünde henüz yeterince kemale ermediği, burjuva demokratik devrimin yani burjuvazinin iktidara gelme mücadelesinin nihayete ermediği tezleri yeni değil. Yeni olan bu tezlerin ortaya atılış amacı.
Bir dönem kapitalizmin nasıl, ne zaman ve hangi güçler tarafından yıkılacağı meselesini merkeze alarak sürdürülen bu tartışmalar, yerini sistem içerisinde kalınarak neler yapılabileceğine bırakmış durumda.
Neler yapılmaz ki kapitalizm yıkılmadan? İlk elden Kürt sorunu çözülür, 12 Eylül’le hesaplaşılır ve darbeciler yargılanır, sivil dolayısıyla demokratik bir anayasa yürürlüğe girer, 80 yıldır tepemize çöreklenen bürokrasi alaşağı edilir ve burjuvaziye nihayet iktidar yolu açılır… Böyle diyor ve soruyorlar: Solcu biri bunları neden istemez?
Solun post-modernizme fazlasıyla bulaşmış kesimlerinin Marksizmin en determinist, lineerci ve kaba haline dört elle sarılmaları ve olup biten her şeyi kapitalizmin olgunlaşmasına, burjuvazinin iktidarının konsolide olmasına yaptığı katkıya göre değerlendirmeleri, üzerinde durulmayı hak ediyor.
“Asker sivil bürokrasinin vesayetinin bitmesi işçi ve emekçiler için de daha geniş bir özgürlük ortamı. Sınıf mücadelesinin daha özgürce gelişmesinin olanağı demek.” (1)
Böyle diyorlar. Daha kurumsal, daha gelişkin, daha olgun bir kapitalizmin sınıflar mücadelesinin ve hatta sosyalizmin önünü açacağını söylüyorlar.
“Bütün cumhuriyet tarihi boyunca kararları askerlerin ve bürokratların aldığı, sivil hükümetlerin bu kararlara boyun eğdiği bir dönemden, askerlerin siviller karşısında gerildiği/yenildiği bir döneme geçiyoruz.” (2)
Böyle diyorlar. Sivil dedikleri burjuvazinin askerleri madara etmesinin solun da önünü açacağını söylüyorlar. Hatta bazen soldan bile bahsetmiyor, yukarıdaki örnekte olduğu gibi sadece asker / sivil öznelerin pozisyonlarındaki değişikliğe odaklanıyorlar.
Peki tüm bu tezleri ortaya atarken kalkış noktaları nedir? Yanıt çok açık: Burjuvazi devrimci barutunu tüketmemiştir!
Yeryüzünün üçte birinde sosyalizm hüküm sürerken karşı devrimciliğinden şüphe duyulmayan burjuvazinin, 1989’la açılan gericilik döneminde yeniden devrimci sınıf olarak yutturulmaya çalışılması tam da Sosyalist Blokun yokluğu ile ilişkili.
Sovyetik çağda kapitalizm övgücülüğü “piyasa sosyalizmi” gibi teoriler üzerinden yapılıyordu. Artık devir değişti. Post-sovyetik çağda kapitalizme ilericilik atfetmenin yolu, burjuvazinin sovyetik çağdan kalma kazanımları statüko karşıtlığı adına paramparça etmesini kutsamaktan geçiyor.
Çift kutuplu dünyadan kalan ne varsa yerin dibine sokulması ile üretim güçlerinin gelişmesi arasında kurulan paralellik, çağımızın en büyük zokasıdır. Liberallerin yazdıklarına bakılırsa askeri vesayet yüzünden bir türlü devrimini tamamlayamayan, iktidara tam olarak yerleşemeyen burjuvazi AKP sayesinde Cumhuriyet tarihi boyunca verdiği mücadelesinin sonuna gelmekte, mücadele sırası işçi sınıfına gelmektedir. Demek ki AKP bir on sene daha iktidarda kalırsa…!
Türkiye’de burjuvazinin hareket alanını kısıtlayan bir tür bürokratik oligarşinin iktidarda olduğu, bu durumun burjuva demokratik devrimi kesintiye uğrattığı ve burjuvazinin devrim barutunu bu yüzden hala tüketmediğini söylemek ve söyleminizi bu teze dayandırmak bir yere kadar düşünce özgürlüğü kapsamına girebilir. Ancak bunları Marksizm adına öne sürmek “düşünce suçudur”.
Bürokrasiyle burjuvazi arasında sürdüğü iddia edilen savaş bir palavradan ibarettir. Türkiye’de bürokrasinin sermaye sınıfından göreli özerkliğinin tezahürü olan, bürokrasinin kısmen bağımsız hareket edebilmesine olanak sağlayacak mekanizmalar -bunlardan biri de darbedir, tek tek burjuvaların dar çıkarlarını aşan, bir sınıf olarak burjuvazinin çıkarlarını koruyan daha tarihselci bir refleksle devreye girmiştir her zaman.
Burjuvazinin iktidarı için gereken asgari koşulların olgunlaşması için 1923 sonrasında geri dönülemez adımlar atılmıştır. Bu asgari koşullar; aynı dili konuşan homojen bir pazar (ulus) üzerinde yükselen bir ulus-devlet, iktidarın yeryüzüne inmesi ve maddi süreçlerle ilişkisinin güçlenmesi (laiklik) ve dönemin ihtiyaçlarına uygun bir sermaye birikim modelidir (devletçilik). Ekonomik süreçler üzerinde büyük ölçüde hegemonya kurmuş olan burjuvazinin siyasi iktidarı elinde tutmuyor oluşu bir çelişkiydi. Bu çelişki 1923’le birlikte giderilmiştir.
Burjuvazi Avrupa’da 1848, Türkiye’de ise 1961’den beri tüfeği karşı-devrim barutuyla ağzına kadar dolu bir şekilde hüküm sürmektedir. 1961 Anayasası ile Türkiye burjuva devrimi en keskin ve son virajını almıştır ve 50 senedir kesintisiz bir biçimde yokuş aşağı gitmektedir. Asker ve sivil bürokrasinin ağırlıkta olduğu Kemalist önderlik, iktidarı ellerinde tuttukları süre boyunca tek tek burjuvaların gündelik çıkarlarını aşkın bir tarihsellik ve sınıfsal tercihi net bir programla yol almıştır.
Burjuvazinin bir sınıf olarak ortaya çıkmasıyla iktidar gelmesi, iktidara gelmesiyle devrimci barutunu tüketmesi arasındaki uğraklar, geçişler, bocalamalar; “Burjuvazi şu gün iktidara gelmiş, şu günü ertesi güne bağlayan gece gericileşmeye başlamıştır” tarzı tespitler yapmamızı olanaksız kılmaktadır. Önemli olan kırılma anlarıdır, bu bağlamda 1923 ve 1961’e özel bir vurgu yapmayı yerinde görüyorum.
Özetle Türkiye’de 1923’ten bu yana burjuvazi fiilen iktidardadır. 1961 Anayasası ile burjuva devrimi tamamlanmış ve o gün burjuvazinin devrim barutu tamamen tükenmiştir. Zira artık karşısında DİSK ve TİP vardır. AKP anayasasının sınıflar mücadelesinin önünü açacağını düşenlerin o dönemi yakından incelemelerinde büyük yarar var.
“Yetmez ama…” diyenlere “Yeter artık!” demek, yüz yıldan uzunca bir süredir kapitalist yolda yürüyen, yaklaşık 90 yıldır burjuvazinin programının yürürlükte olduğu bir ülkede sıranın işçilerin iktidarında, sosyalist devrimde olduğunu yüzlerine haykırmak gerekiyor.
Hele ki bunları bir kısmı “sosyalist devrimci” geçiniyorken!
Dipnotlar
(1) Doğan Tarkan’la yapılan ve DSİP’in web sayfasına konulan röportajdan.
(2) Koray Pehlivanoğlu’nun “Niçin Susuyorlar” başlıklı ve DÖH’ün web sayfasında yayınlanan yazısından.