Referandum bir süredir Türkiye’de egemen olan “istikrarsız denge” ortamını siyasal İslamdan yana bozdu. Bundan sonra Türkiye’yi daha hızlı ve sert bir siyasi süreç bekliyor. ‘Vesayet rejimi’ tarihe karışmış Başbakan, referandumdan sonra yapığı konuşmada “Vesayet rejimi tarihe karışmıştır” dedi. Başbakan’ın, zafer heyecanıyla söylediği bu sözlerden dolayı pişman olacağını düşünüyorum. Yok “vesayet rejimi” bitmediği için değil. “Vesayet […]
Referandum bir süredir Türkiye’de egemen olan “istikrarsız denge” ortamını siyasal İslamdan yana bozdu. Bundan sonra Türkiye’yi daha hızlı ve sert bir siyasi süreç bekliyor.
‘Vesayet rejimi’ tarihe karışmış
Başbakan, referandumdan sonra yapığı konuşmada “Vesayet rejimi tarihe karışmıştır” dedi. Başbakan’ın, zafer heyecanıyla söylediği bu sözlerden dolayı pişman olacağını düşünüyorum. Yok “vesayet rejimi” bitmediği için değil. “Vesayet rejimi”, “muhalif ama hegemonik” bir söylem kurmanın araçlarından biri olmanın ötesinde, anlamsız ama “Siyasal İslam”ın yükselen dalgasına takılmaya, bundan nemalanmaya çalışan her türlü iktidarsızın yolunu açan çok güçlü bir kavramdı. Yaptığı bu saptamayla Başbakan, siyasal İslam-liberal ittifakının elinden çok önemli bir silahı almış oldu.
Diğer taraftan, AKP’nin, “vesayet rejimi”nin tarihe karıştığını, önündeki en büyük engelin -aslında güçler ayrılığı- kalktığını düşündüğü için, “değişim” sürecinin daha da hızlanacağını, muhalefeti bertaraf ettiğini düşünmenin iç rahatlığıyla davranmaya hazırlandığını söyleyebiliriz.
Ancak, gerçekte AKP ve siyasal İslam, muhalefeti tasfiye edemedi. Aksine, referandumdaki “evet” kampanyasında harekete geçirilen silahlar, kullanılan DSİP gibi araçlar, muhalefetin kendini tanımlamasına yardımcı oldu. Bu nedenlerle, AKP’nin “değişim” sürecini hızlandırma çabaları, bu muhalefetin direncine çarptıkça siyasi iklimi daha da gerecek, sertleştirecektir. Muhalefetin bu sertleşmeye hazır olup olmadığıysa henüz belli değildir.
Bir netleştirici olarak referandum
Referandum süreci, Türkiye’nin siyasi coğrafyasında, 1970’lerden bu yana görülmeyen bir netleşme yarattı. ABD ve AB tarafından da desteklenen “evet” cephesi ki esas olarak, siyasal İslam (tüm kanatlarıyla) ve masasının altına sığınmış liberalleriyle birlikte, sandığa giden seçmenin oylarının yüzde 58’ini aldı. Muhalefet, esas olarak CHP ve sosyalist hareketten oluşuyordu ve oyların yüzde 2’sini aldı. MHP tabanının büyük ölçüde tasfiye olduğunu gösteren sonuçlara bakarak milliyetçi ideolojinin etkisinin kırıldığını, siyasi manzaranın çok büyük ölçüde netleştiğini söyleyebiliriz.
Referandum, Kürt hareketinde, sanırım, ilk önce Akşam’dan Nihal Kemaloğlu‘nun dikkat çektiği önemli bir ayrıştırıcı etki yarattı. Sermaye-toprak ağalığı kesimi, BDP’nin kendilerini bağlamadığını açıklayarak “evet” kampına katıldılar. BDP’nin boykotu başarılı oldu, ama bu bölünme aynı zamanda, Kürt egemen sınıflarının, BDP’nin liderliğindeki ulusalcı entelijansiyaya karşı bir hegemonya atağı başlattığını haber veriyordu.
Bundan sonra siyaset, yukarıda betimlediğim iki kampın manevraları üzerinden gelişecek diye düşünüyorum. BDP de çizgisini bu yeni başlayan bölünmenin etkileri altında belirleyecek.
Tüm bunlara ek olarak, seçmenin sandığa gitmeyen yaklaşık yüzde 30’unun büyük bir kesiminin de aslında siyasal İslamın dayatmaya başladığı yaşam tarzına ve değerlere yakın olmadığını, dolayısıyla ikinci kampın çekim alanı içine girebileceğini düşünüyorum.
Yüzde 42’lik kesim
Pazartesi günü, Güngör Uras, referandumda ekonomik değil de ideolojik kültürel etkenlerin rol oynamış olduğunu vurgulayarak önemli bir noktaya dikkat çekti. Gerçekten de saflaşma esas olarak siyasal İslam muhafazakârlığı ile liberal “pasif nihilizm”inin oluşturduğu reaksiyoner kesimle, Aydınlanma geleneğinin “hakikat rejimine” (dünya yeniden inşa edilebilir!) bağlı Cumhuriyetçi ve sosyalist kesim arasında oluştu.
BDP’nin ideolojisi ve söylemi ve hedefleriyle, ulusalcı bir hareket olarak, ikinci kampa ait olduğunu vurgulamak gerekir mi bilmiyorum? Kürt hareketi geçen 30 yılda oluşturduğu kimliğinin siyasal İslamın cemaat söylemi, sermayenin, çözücü etkileri altında bir kuşak sonra eriyip gideceğini eğer göremiyorsa, belki de vurgulamak gerekir…
İkinci kampa dönersem, buradaki yüzde 42’lik oy gelecek seçimlerde eğer bir partide buluşabilirse o partiyi, örneğin CHP’yi hükümete getirebilir. Diğer bir deyişle, CHP gelecek seçimlerde, gözünü kendi sağına değil de kendi solundaki seçmene, oradaki siyasi şekillenmelerin enerjisine dikerse, hükümete gelme ya da AKP’nin meclis hâkimiyetini kırma şansını yakalayabilir. Ancak, tüm gündeme getirilen kaygılara aldırmadan hemen “sonuçlara saygılıyız” açıklaması yapan bir CHP liderliğinin, bugün kendi solundaki kesimlerin oyunu alacak bir söyleme ve programa sahip olmadığı da bir gerçektir.
Diğer taraftan, sosyalistlerin, “AKP ve siyasal İslamın pasif devrimini CHP’ye dayanarak durduramayız” saptaması doğrudur. Ama, zamanın akış hızı göz önüne alındığında, “bu pasif devrim, CHP olmadan durdurulmaz” savı da doğru değil midir? Buradaki tıkanıklığı açmaya çalışmak da sosyalistlere düşüyor.