Söylem sınıfsal ve politiktir. Bundan dolayı, gerçek ile hakikat arasında her zaman bir dolayım vardır. Bu bağlamda hakikat, gerçeğin politik yorumudur. Söylem ile varlığın gerçekliği arasındaki ilişki “iktidar” kavramı üzerinden üretildiğinde, “söylem” mutlak bir özdür ve tutucudur. Söylemin mutlaklığı ve tutuculuğu iktidar üretiminin koşuludur. Bu durumda iktidar, gerçeğin hakikatine değil gerçek, iktidarın hakikatine dönüşür. “Marx […]
Söylem sınıfsal ve politiktir. Bundan dolayı, gerçek ile hakikat arasında her zaman bir dolayım vardır. Bu bağlamda hakikat, gerçeğin politik yorumudur. Söylem ile varlığın gerçekliği arasındaki ilişki “iktidar” kavramı üzerinden üretildiğinde, “söylem” mutlak bir özdür ve tutucudur. Söylemin mutlaklığı ve tutuculuğu iktidar üretiminin koşuludur. Bu durumda iktidar, gerçeğin hakikatine değil gerçek, iktidarın hakikatine dönüşür.
“Marx kapitalizmin rekabetçi döneminin hakikati, Lenin ise kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm gerçeğinin hakikatidir.” Bu söylem modernist sol açısından mutlaktır. Söylemin bu mutlaklığından sonra, ruhumuzdaki devletin iktidarı kendisini rasyonelleştirmeye başlar: “Lenin, Marx’ı içererek aşmıştır.” Marx, artık Leninizme kapatılmıştır ve bundan sonra Lenin içinden okunmalıdır. Marx üzerinden bir Leninistlik arayışının yerini, Leninizm üzerinden bir Marksistlik arayışı almıştır. Bu yorumun mimarisi, iktidar söyleminin üretilmesinin politik teknolojisidir.
Lenin, Stalin, Mao vb. Marx’ın mutlak bir hakikati değil, birer Marx yorumudur. Kendi gerçekliklerine göre Marx’ın rasyonelleştirilmesidir. Konuşan Marx değil, Lenin üzerinden Marx’ın Marksizmleştirilmesidir.
Söylem, toplumsal bir güce dönüşüp politikleştiğinde yol açıcıdır. Yeni bir tarihsel-toplumsal gerçekliğin uğrağına geldiğimizde, eski söylem bu yol açıcılığını yitirerek tutuculaşır. Söylemin tutuculaşması, mantığın ruhundaki devletten kaynaklanmaktadır. Yorumun mantığı, yorumlanmış varlığı kapatmış ve tahakkümüne alarak tutsaklaştırmıştır. Bugün tam da Marx zamanıdır; fakat Marx kapatılmış ve tahakküm altına alınarak tutsaklaştırılmıştır; yeniden Marx’a dönmeye, Marx’ı ve Marx üzerine düşünmeyi özgürleştiren bir yoruma ihtiyaç vardır. Kapitalizmin tarihsel olarak gelmiş bulunduğu durumu anlama ve kavrama açısından Marx özgürce konuşmalıdır.
Yüzleşmemiz gereken soru şudur: Marx, kapitalizmin rekabetçi döneminin hakikati midir?!. Marx’ın kapitalizmi “rekabetçi” dönem olarak gördüğü bir dönem var mıdır? “Kapitalizmin rekabetçi dönemi” ifadesi Marx’a mı aittir? “Marx, kapitalizmin rekabetçi döneminin hakikatidir” yorumu, teorik ve politik olarak yanlıştır ve bu yorum, günümüz kapitalizminin hakikati olan Marx’ın önünü kesmiştir.
Marx’ta, “kapitalizmin rekabetçi dönemi” diye bir dönemlendirme yoktur. “Kapitalizmin rekabetçi dönemi” ifadesi, siyasal gericiliğin kapitalizmin emperyalist aşamasına tekabül ettiğine, “rekabetçi” dönem ise, siyasal ilericiliğe gönderme yapar. Bu mantık, baş belası diyalektiğin kaçınılmaz sonucudur. Bu diyalektik mantık, emek ile sermaye arasındaki antagonizmayı sermayenin kendini olumlama politik tarihi üzerinden okumaktır. Oysa kapitalist tarih, sınıflar mücadelesi tarihi olarak, emeğin politik olumlanması üzerinden okunmalıdır. Kapitalizm, tarihini aristokrasi üzerinden okuyabilir; fakat bu bizim asıl işimiz değildir. Bizim işimiz, emeği ücretli emek altında sınıflaştıran ve sermayeleştiren tarih üzerinden kapitalizmi okumaktır. Emeğin ücretli emek altında sınıflaştırılması üzerinden okunan bir sermaye tarihinde kapitalizmin hiçbir ilerici dönemi yoktur ve sermaye, doğuşundan itibaren emek üzerindeki politik bir gericiliktir. Bu bağlamda diyalektik tarihsel materyalist mantık, kapitalist toplumun sınıflar mücadelesini, bir başka deyişle emek ile sermaye arasındaki antagonizmayı sermaye ile ücretli emek arasındaki diyalektik çelişkiye kapatarak reformistleştirir.
Marx, kapitalizmi, emek ile sermaye arasındaki antagonizma üzerinden, emeğin ücretli emek altında sınıflaştırılarak sermayeleştirilmesi üzerinden okuyarak dönemlendirmiştir. Marx, kapitalizmi üç aşamada dönemlendirir: birincisi sermayenin ilksel birikim dönemi, ikincisi sermayenin emeği biçimsel tahakküm altına aldığı dönem, üçüncüsü ise sermayenin emeği gerçek tahakküm altına aldığı dönem. Ne yazık ki modernist sol, ilksel birikim dönemi dışında, emeğin biçimsel ve gerçek tahakküm altına alınışı üzerine hiç kafa yormamıştır. Oysa bu dönemlendirmeler, tamamen değer teorisine bağlı olarak, sermayenin teknik ve organik değişimlerine koşut olan emeği ücretli emek altında sınıflaştırma biçimleri üzerinden yapılmıştır. Modernist sol, kapitalizmin tarihini emeği sınıflaştırma biçimleri üzerinden okuma politik felsefesi, politik teorisi ve politikası olmadığından, emeğin politik bileşimini de okuyamamakta, tarihsel okumayı üçüncü dünya ülkelerinin emperyalizme bağımlılık tarihine indirgemektedir. Modernist sol için, sınıflar mücadelesi emperyalizme karşı siyasal bağımsızlık mücadelesidir.
Kapitalizmin gelmiş olduğu boyutu anlamlandırmak için yeni bir dönemlendirmeye ihtiyaç var. Yeni bir dönemlendirme ihtiyacının tespiti, bütün sorulara yanıt verileceği anlamına gelmez. Yanıtlardan soru ve sorunsallık üretilemez. Bu bir metafiziktir. Aksine, yanıtlardan önce doğru sorular sormak ve anlamlı sorunsal alanlar keşfetmek gereklidir. “Yeni bir dönemlendirmeye ihtiyaç var” tespiti, anlamlı bir sorunsal alan üzerine düşünmeye davet eder. Politik mücadelenin bu ihtiyaç üzerine düşünme davetine, Türkiye sol düşüncesinin yanıtı ne yazık ki olumsuzdur: “Yeni bir dönemlendirme ihtiyacı yoktur.” 1900’lerin emperyalizmi ve bu dönemin devrim kuramı hâlâ geçerlidir. Yeni dönemde eski kavram ve kategoriler, politik felsefe ve teori temellerinden uzaklaşmış, edebi ve ajitatif söylemler altında tutuculaşmıştır. Türkiye solu (Mahir Çayan’ın dışında), enternasyonalizmi, 3. enternasyonalin kavramlarını ve paradigmasını ithal etme olarak anlamıştır. Dünya devrimci hareketinin düşüncesine, kendi sınıflar mücadelemizin coğrafyasından kattığımız tek bir kavram yoktur.
Bu deneme, diğer makalelerimizde olduğu gibi, “yeni bir dönemlendirmeye ihtiyaç vardır” tespitini “evrensel eşdeğer para” üzerinden düşünme çabasıdır. İlksel birikim, biçimsel tahakküm ve gerçek tahakküm dönemlerine ek olarak “sermayenin biyo-politik tahakküm dönemi”ni ve bu tahakküm dönemlerine bağlı egemenlik biçimlerini değer teorisi ve “evrensel eşdeğer para” üzerinden düşünme denemesidir.
Paranın Politik Gücü
Bir toplumsal ilişkinin niteliğini belirleyen güç, değer üretme biçimidir. Değer üretme biçimi, değer üreten üretici güçlerin sınıfsal niteliğiyle belirlenir. Bu bağlamda emeğin sınıflaştırılması, değer üretme biçiminin politik gücüne bağlıdır. Toprağa dayalı değer üretme biçiminde emek, serflik ve kölelik olarak sınıflaştırılır. Feodalitenin kişilikleşmiş biçimi olan aristokrasinin politik gücü, serfin bedeni üzerindeki mutlak mülkiyetidir. Bu mutlak mülkiyet, açık politik şiddet üzerinden gerçekleşir. İktidar, sınıfsal mülkiyetin politik kurucu gücüdür.
Kapitalist toplumsal ilişkinin niteliğini belirleyen güç ise, emeğe dayalı değer üretme biçimidir. Kapitalist üretim, değişim değerine dayalı bir üretim biçimidir. Sermayenin kişilikleşmiş biçimi olan kapitalist, emeği ücretli emek altında sınıflaştırır. Sermaye, emeğin emek-gücünü satın alır. Bedeni üzerindeki mutlak mülkiyetten kurtulmuş özgür emek, değer üretme gücü olarak zenginliğe, fakat emeğini değerli kılabilecek maddi koşullardan mülksüzleştirildiği için yoksulluğa sahiptir. Emeğin üretim araçlarından mülksüzleştirilmesi, bir başka deyişle toplumsal yoksulluğu, emek-gücünü satma zorunluluğunu beraberinde getirir. Bireyin özgürlüğü, değer üretme ilişkisinde ücretli köleliktir. Sermayenin, kapitalist üretim sürecinde emek-g