Geçen hafta, çalıştıkları firmanın reklâmını Yürüyüş Yolu’nda sloganlar atarak yapan işçilerin “eylem”ine şahit olduk. Bir tarafta, demokratik mücadele veren işçilerin, semt sakinlerinin polis baskısıyla, zabıta baskısıyla karşı karşıya kaldığına tanıklık ediyoruz, diğer tarafta ise gün geçtikçe tekelleşen sermaye kendi reklâmını bir “eylem” gibi tasarlayabiliyor. ……… Geçen pazar, Yürüyüş Yolu’nda sloganlar atarak ilerleyen bir grup insanı […]
Geçen hafta, çalıştıkları firmanın reklâmını Yürüyüş Yolu’nda sloganlar atarak yapan işçilerin “eylem”ine şahit olduk. Bir tarafta, demokratik mücadele veren işçilerin, semt sakinlerinin polis baskısıyla, zabıta baskısıyla karşı karşıya kaldığına tanıklık ediyoruz, diğer tarafta ise gün geçtikçe tekelleşen sermaye kendi reklâmını bir “eylem” gibi tasarlayabiliyor.
………
Geçen pazar, Yürüyüş Yolu’nda sloganlar atarak ilerleyen bir grup insanı görünce “herhalde grev yapan ya da mağdur edilmiş işçiler tepkilerini bu şekilde dile getiriyorlar” diye düşündüm. Bir an için aklımdan, Hodri Meydan taraftarlarının çok defa şahit olduğumuz taşkınlık gösterilerinden birine mi şahit oluyoruz diye geçirdimse de, giderek yaklaşan grubun bambaşka bir amaçla orada bulunduğunu çok geçmeden anladım.
Kırmızı tulum ve sarı tişörtten oluşan tek tip kıyafetlerle uygun adım yürüyen gençler, “daha ucuzu varken pahalısını almayın”, “hep ucuz en ucuz” şeklinde sloganlar atıyordu. Meğer İzmit’te yeni açılacak bir mağazanın çalışanları reklâm nümayişi yapıyormuş!
“Biz yürüseydik polis müdahale ederdi”
Tesadüf eseri o sırada, işten çıkarılan İZGAZ işçilerinin kurdukları çadırın yanında bulunuyordum. İZGAZ işçileri de merakla olan biteni izliyordu. İçlerinden biri, “biz Yürüyüş Yolu’nda bu şekilde yürümeye kalksak polis müdahale eder” dedi. Sonra, Başbakan’ın İzmit’e geldiği gün polisten meydan dayağı yiyen Arızlı konutlarında oturan kadınların acıklı hikâyesini anlattılar. Aynı gün onların da çadırı sökülmüştü.
Bir tarafta, demokratik mücadele veren işçilerin, semt sakinlerinin polis baskısıyla, zabıta baskısıyla karşı karşıya kaldığına şahit oluyoruz, diğer tarafta ise gün geçtikçe tekelleşen sermaye kendi reklâmını bir “eylem” gibi tasarlıyor. Bunun daha çok ses getireceğini hesap ediyor.
Ortada trajikomik bir manzara yok mu?
Reklamın iyisi kötüsü olmaz
“Adaaam sen de, adamlar ne güzel reklâmlarını yapıyor. Ne var bunda?” diyenler çıkabilir. Memlekette demokrasi varsa, isteyen istediği gibi reklâmını yapabilir elbette. Burada bir sıkıntı yok. Ama hemen yanı başlarında haklarını arayan İZGAZ işçilerinin direniş çadırları sökülüyor, Arızlı sakinleri meydan dayağından geçiriliyorsa, insan sormadan edemiyor: “burada bir tuhaflık yok mu?” Hakkını aramak için gösteri yapmak yasak, reklâm için yapılırsa serbest…
Peki, tek tip kıyafet giydirilerek yöneticileri tarafından sokağa salınmış bu mağaza çalışanları, kendi özlük hakları, esnek çalışma koşullarının iyileştirilmesi için sokağa çıksaydı halleri nice olurdu? Patronları onlara karşı aynı babacan tavırlarını sürdürecek miydi? Kolluk kuvvetleri aynı sempatiyle yaklaşacak mıydı?
Çalışanlar arasındaki en örgütsüz emek kesimi
Aslına bakarsanız, çalıştıkları mağazanın reklâmını sokak gösterisi şeklinde yapan işçiler, çalışanlar arasındaki en örgütsüz emek kesimini temsil ediyor. Büyük alışveriş merkezlerinde, hiper marketlerde, fabrika satış mağazalarında çalışanların büyük çoğunluğu asgari ücret alıyor, iş güvencesinden yoksun ve sendikasız çalışıyor.
Türkiye’de üç gençten birinin işsiz olması hizmet sektörü çalışanlarının durumunu daha da zorlaştırıyor. Her an işten atılma korkusu; performansa dayalı ücret sistemini ve part-time adı altında full time çalışmayı meşrulaştırıyor. Sokaklarda mağazalarının reklâmını bağıra bağıra yapanlar, sıra koşullarının iyileştirilmesine geldiğinde bunu kendi aralarında fısıltıyla dahi konuşamıyor.
İşten atılma korkusu çalışanlar arasındaki birlik beraberlik duygusunu sarsıyor, her türlü dayanışma imkânı ortadan kalkıyor. Kendini kurtarma eğilimi düzen karşısında çaresiz kalan insanları bireysel kurtulmuş reçetelerine itiyor.
Hepimiz aynı gemide miyiz?
Çalıştıkları mağazanın reklâmını coşkuyla yapan işçilerin günümüzün moda benzetmesiyle güzel bir “takım çalışması” örneği sergilediğini söyleyebilir miyiz? Neden olmasın? Fakat nedense bu team work’lar, work shop’lar hep patronumuzu nasıl zenginleştirebiliriz üzerine kurgulanıyor. Bugüne kadar, haklarımızı elde edene kadar takım çalışmasından vazgeçmeyelim, sendikalı olmak ve insanca yaşamak için work shop yapmaya devam edelim diyen bir çalışan grubuna rastladınız mı?
Sanayi işçinin yerini hizmet sektöründe sözleşmeli olarak çalışan iş güvencesi olmayan çalışanların almasıyla birlikte birim zamanda üretilen mal miktarını artırmaya dayanan yöntemler yerini bir takım “motivasyon” tekniklerine bıraktı. “Hepimiz aynı gemideyiz” tekerlemesi esnek çalışma koşullarının güler yüzlü parolası haline geldi. 360 derece denetim, yatay hiyerarşi adı altında “sorumluluk” vermek adına işyerindeki herkes birbirinin kuyusunu kazar hale gelirken, ayın elemanı uygulamaları, yöneticilere yaranmak için iş arkadaşını ezip geçmeyi olağanlaştırdı.
Sokak herkesindir
Güvensizlik ve yalnızlık duygusu, günümüz çalışanını sahte gülümsemelerin ardında sürekli tetikte olmaya itiyor. Kitap raflarını süsleyen “kişisel gelişim” serileri bütün bu hengameden sıyrılarak köşeyi dönen adamın hikâyesini anlatıyor. Kişisel gelişim de paraya endekslenmiş durumda. Sistemin açıklarını yakalayıp zengin olduğunuz ölçüde gelişmiş bir kişiliğe sahip kabul ediliyorsunuz. Bireysel değil, toplumsal kurtuluştan söz etmek, herkesin insanca yaşamasını savunmak ise maazallah ahmaklık ya da hayalperestlik olarak nitelendiriliyor.
Reklâm için sokakta “eylem” yapmak sempatik bulunurken, hak aramak için sokağa çıkmak ise bozgunculuk olarak adlandırılabiliyor. Oysa kamusal bir alan olarak sokak herkesindir… Başkaları rahatsız edilmediği müddetçe isteyen reklâmını yapar isteyen eylem…