Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden bir grup akademisyen (Prof. Dr. Işıl Ünal, Yrd. Doç. Dr. Seçkin Özsoy, Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yıldız, Araş.Gör. Sabri Güngör, Araş.Gör Ebru Aylar ve Dilek Çankaya) “Eğitimde Toplumsal Ayrışma” başlığı altında yapmış oldukları bir araştırma sonucunda neo-liberal uygulamaların toplumsal yarılmaya uğrattığı eğitim uzamını mercek altına alıyorlar. Ankara Üniversitesi’nin bu ay içinde kitaplaştıracağı […]
Ankara Üniversitesi Eğitim Bilimleri Fakültesi’nden bir grup akademisyen (Prof. Dr. Işıl Ünal, Yrd. Doç. Dr. Seçkin Özsoy, Yrd.Doç.Dr. Ahmet Yıldız, Araş.Gör. Sabri Güngör, Araş.Gör Ebru Aylar ve Dilek Çankaya) “Eğitimde Toplumsal Ayrışma” başlığı altında yapmış oldukları bir araştırma sonucunda neo-liberal uygulamaların toplumsal yarılmaya uğrattığı eğitim uzamını mercek altına alıyorlar. Ankara Üniversitesi’nin bu ay içinde kitaplaştıracağı ve kamuoyuna sunacağı araştırmanın basın özetini Sendika.Org okurlarıyla paylaşmanın önemli olduğunu düşünüyoruz. Neo-liberalizmin kentsel dönüşümler aracılığıyla sınıflar arasına koymuş olduğu mekansal yarılmanın ortaya çıkardığı farklılaşmaları, eğitim alanının mercek altına alarak tartışan araştırmacılar sorunun diğer inceleme alanlarına uygulanması için de bir çok ipucu veriyorlar.
Bu araştırmanın temel konusunu eğitim alanında yaşanan toplumsal ayrışma sorunu oluşturmaktadır. Güncel kentleşme dinamikleri, farklı toplumsal grupların kent mekânlarında kesin sınırlarla birbirinden ayrışması yönündeki eğilimleri güçlendirerek, birlikte yaşama kültürünün koşullarını ortadan kaldırmaktadır. Kentsel dönüşüm süreçleri sonucunda kentler, bir araya gelemeyen sosyo-kültürel (etnik ve sınıfsal kökenler, kültürel ve dinsel aidiyetler, hemşerilik vb. temelinde oluşmuş) gruplar arasında bölünmüş yerleşim
alanlarının toplamından oluşan bir kümelenmeye dönüşmektedir. Toplumun üst gelir grupları “yaşam kalitesi” adına ve gerçekte “öteki”lerle karşılaşmadan benzerleriyle bir arada yaşama arayışıyla kent dışında kendilerine sunulan “kapalı” özel sitelere yerleşirken, en alt gelir düzeyindekiler de yine kentin çeperlerinde kendi mekânlarını üretmeyi sürdürmektedirler. Giderek kutuplaşan bir dünyada, kentler toplumsal çelişkilerin en yoğun yaşandığı mekânlar olarak öne çıkmaktadır. Günümüz kentlerinde, mekânsal parçalanma (spatial fragmentation) ile birlikte toplumsal ayrışma ve dışlanma olguları eşzamanlı olarak yaşanmaktadır. Kent bir yandan mekânsal olarak parçalanırken, diğer yandan toplum sosyo-ekonomik ve kültürel ayrışmalarla çözülmekte; mekânda ve toplumsal yapıdaki bu iki çözülme süreci karşılıklı olarak birbirini etkilemektedir. Artan ekonomik gelir dengesizliği ile ayrışan toplum grupları mekânda kendi yaşam çevrelerine kapanırken, kentin mekânsal çözülmesi bu toplumsal ayrışmayı ve dışlamayı daha da güçlendirmektedir.
Nüfusun sosyo-ekonomik kompozisyonu ve buna bağlı olarak değişen sosyo-mekânsal dağılım genel olarak eğitim kurumlarının niteliği üzerinde açık ya da örtük etkide bulunmaktadır. Kentteki mekânsal yoğunlaşmaların okullara da yansımasıyla birlikte, farklı toplumsal kesimlerden çocukların aynı okul ortamında kültürel etkileşimde bulunma olanakları giderek sınırlanmaktadır. Eğitimsel ayrışma, nüfusun belli bir kesiminin toplumsal konumları (etnik ve sınıfsal kökenleri, kültürel ve dinsel aidiyetleri vb.) nedeniyle eğitimin belirli bir alanında (eğitim bölgesi, okul bölgesi, eğitim tür ve düzeyi, eğitim programı, okul, derslik/sınıf vb) yoğun olarak bulunmaları ve bunun sonucunda öteki toplumsal gruplarla fiziksel olarak kopmaları ve diğerleriyle sınırlı bir iletişim ve etkileşim içinde bulunmalarıdır. Bu yoğunlaşma, eğitimin belli bir alanında toplumsal bir grubun aşırı ya da eksik temsili anlamına gelebileceği gibi, belirli toplumsal kesimlerin belirli standartta eğitimden, etkileşim ortamlarından, programlardan mahrum bırakılması anlamına da gelebilir. Bu süreçte her bir okul ayrı gelir gruplarından ve toplumsal kesimlerden gelen öğrencilerin yoğunlaştığı mekânlara dönüşürken, eğitim ortamlarındaki bu farklılaşmalar, gelecekteki toplumsal farklılıkların ve olası çatışmaların da kaynağını oluşturmaktadır.
Özellikle 1980 sonrasında uygulamaya sokulan neo-liberal politikalarla kent nüfusunun, toplumsal-ekonomik konumlarına bağlı olarak belirli kentsel mekânlarda yoğunlaşma olgusu gittikçe artmıştır. Bu gelişmeye paralel olarak, özel okullar ve sınavla öğrenci alan eğitim kurumları dışında kalan geniş bir okul kümesi -devletin eğitim harcamalarını kısması ve okulun pek çok ihtiyacının velilerce karşılanır hale gelmesiyle birlikte- içinde bulunduğu sosyo-mekânsal yoğunlaşma atmosferinden daha fazla etkilenmiş ve okullar arasında ciddi farklılıklar oluşmuştur. Böylece eğitim sisteminde başta okullar arasında derin nitelik ve başarı farklılıkları olmak üzere bir dizi eğitimsel sorun gündeme gelmiştir. Kent nüfusunun belli bir kesiminin toplumsal konumları (etnik ve sınıfsal kökenleri, kültürel ve dinsel aidiyetleri vb.) nedeniyle belirli kentsel ve eğitimsel mekânlarda yoğunlaşması, onların öteki toplumsal gruplarla fiziksel kopmalarına ve diğerleriyle sınırlı bir iletişim ve etkileşim içinde bulunmalarına yol açmaktadır. Kent mekânlarındaki toplumsal, kültürel ve etnik yoğunlaşma ve soyutlanma, demokratik toplumun kendi üyelerini yine kendi ideallerine aykırı biçimde toplumsal, kültürel ve ekonomik bakımdan marjinalleştirmektedir. Bu durum, belli toplumsal gruplara, okul ve benzeri kamusal mekânları kendine mülk edinme ve buralara girişi kontrol etme olanağı veren devlet politikaları ve pratiklerinden de kaynaklanabilmektedir.
Eğitimsel ayrışma analizi, her şeyden önce belli bir özelliğe ya da ölçüte (dil, din, ırk, etnisite, toplumsal sınıf ve cinsiyet, ailenin sosyo-ekonomik düzeyi vb.) göre eşitsiz dağılmış bireylerin ve toplumsal grupların varlığını saptamaya yöneliktir. Bu özellikler, genelde tüm mal ve hizmetlere, özelde de eğitim hakkına sınırlı erişime neden olan “handikapları” daha da ağırlaştıracak şekilde birleşik ve birikimsel etki gücü olan özelliklerdir.
Okul ve kent ortamlarının toplumsal çeşitliliği/türdeşliği üzerinde odaklanan bu araştırmada önce okuldaki toplumsal ayrışmaya ilişkin olgusal veriler, okulun içinde konuşlandığı kent mekânlarının sosyo-kültürel profilleriyle ilişkilendirilerek toplanmaya çalışılmıştır. Daha sonra, okuldaki öğrenci nüfusunun toplumsal kompozisyonunun onların öğrenim güzergâhları ya da eğitim gelecekleri üzerindeki etkilerine ve bunun altında yatan dinamiklere ilişkin nicel ve nitel araştırma bulgularının bir sentezi yapılmaya çalışılmıştır. Böylelikle kentteki sosyo-mekânsal bölünmenin ya da ayrışmanın, okulun ve öğrencinin performansı ve kazanımları üzerinde belirleyici ve koşullayıcı birer etken olan “okul etkisi” ve “öğrenci kompozisyonunun etkisi”nin oluşumunda ve evrimindeki rolüne ilişkin ampirik kanıtlara ulaşılması hedeflenmiştir.
Araştırma, Temmuz 2007-Kasım 2009 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bir yandan, ele aldığımız okul bölgesinin ve ilköğretim okulunun sosyo-kültürel ve demografik özellikleriyle betimlenmesi ve bunlar arasındaki ilişkinin nicel verilerle ortaya konulması araştırmamızın bir boyutunu oluşturdu. Diğer yandan, okullar arasında ve ele alınan ilköğretim okulunun kendisinde gözlenebilen toplumsal ayrışma, daha çok nitel verilere dayalı
olarak ve veli, öğretmen, öğrenci, okul yöneticisi ve okul aile birliği yöneticisi gibi kişilerle yapılan “derinlemesine görüşmeler”de elde edilen verilerle, onların anlatılarından yola çıkarak analiz edildi. Böylece konuyu, farklı sosyo-kültürel gruplardan bireylerin, yani süreci bizzat yaşayanların dilinden, onların düşünce, duygu ve pratikleri üzerinden anlamlandırma olanağı elde etmiş olduk. Görüşmeleri gerçekleştirmek üzere, veli, öğrenci, öğretmen ve yöneticiler için ayrı ayrı hazırlanan “yarı yapılandırılmış görüşme formları” kullanıldı. Okulun müdür yardımcısı ve okul aile birliği başkanı ile ve toplam 18 öğretmenle, 46 veli ve 22 öğrenci ile de görüşme yapıldı. Böylece, araştırmada toplam 88 görüşme yapıldı.
Son onyılda eğitim ve okul sosyolojisi disiplinlerinin temel araştırma konusu yaptığı bu kavramlar (“okul etkisi” ve “öğrenci profili etkisi”) Türkiye özelinde yeterince tartışılmamıştır. Dolayısıyla, “herhangi bir okulun sırf bu kentte değil de, başka bir kentte bulunmasından ya da aynı kentin bu semtinde değil de başka bir semtinde bulunmasından kaynaklanan özgül avantaj ve dezavantajları nelerdir?”, “Okulun bu özgül konumu beraberinde özgül bir öğrenci nüfusunu zorunlu olarak getirmekte midir?”, “Okulların öğrenci profilleri bakımından farklılaşmasının eğitimsel ve toplumsal doğurguları nelerdir?” gibi sorular yanıtlanmaya çalışılmıştır.
Araştırma bulguları, Ankara’da da kent mekânları ile onlar içinde yer alan eğitim kurumlarında söz konusu toplumsal/kültürel bölünmeyi görebilmenin güç olmadığını gösterdi. Ankara’da da okullar, öğrenci profili açısından kendi içlerinde homojen bir görünüm kazanırken, her birinin öğrenci başarıları, okul kültürleri, merkezî sınavlardaki başarıları ve öğretmen profilleri birbirlerinden farklılaşabilmektedir. Eğitim kurumlarındaki ayrışma ve ayrıştırıcı süreçler, mezunların sonraki eğitim kurumlarına, işe ve yerleşim yerlerine dağılımlarıyla yeniden üretilmektedir. Bu nedenle kentteki ve eğitim kurumlarındaki toplumsal ayrışmanın dinamiklerini, bunların birbirleriyle etkileşimini anlamak kent politikaları ve eğitim politikaları açısından önemli olmaktadır. Araştırmada elde edilecek bulguların eğitim politikalarının karar vericilerine ve uygulamacılara kararlarında yol göstereceği beklenmektedir.
Bu araştırmada eğitimdeki toplumsal ayrışmanın kentsel ayrışma bağlamında sorunsallaştırılarak, araştırma konusu yapılması çalışmanın önemli bir yönünü oluşturmaktadır. Araştırmanın, Türkiye’de geçmişten bu yana hâkim olan eğitimi/okulu içinde bulunduğu sosyo-kültürel çevreden (örneğin kentten ve kent sorunlarından) yalıtarak ele alan yaklaşım yerine, okulu içinde yer aldığı daha geniş toplumsal çevre içinde değerlendirmesi nedenile eğitimde yeni bir kavramsal/kuramsal çerçevenin geliştirilmesine katkı sunması umulmuştur. Çalışmayı önemli kılan bir başka yönü de, araştırmanın okul bileşenlerinin (öğrenci, öğretmen, okul yöneticisi ve veli) deneyimlerine ve anlatılarına dayalı olarak gerçekleştirilmesidir. Araştırmanın bu yönü, kuramsal çerçevesinin pratikten gücünü alan ve kendini bu pratik içinde test eden bir niteliği olduğunu göstermektedir.
Kentsel dönüşüm süreçleri sonucunda araştırmanın gerçekleştirildiği Dikmen semti de diğerleri gibi, bir araya gelemeyen sosyo-kültürel gruplar tarafından bölüşülmüş yerleşim alanlarının toplamından oluşan bir kümelenmeye dönüşmektedir. Toplumun üst gelir grupları “yaşam kalitesi” adına ve gerçekte “öteki”lerle karşılaşmadan türdeşleriyle bir arada yaşama arayışıyla kendilerini lüks apartmanlara, güvenlikli lüks sitelere kapatmakta, beraber yaşamak istemedikleri toplumsal/kültürel gruplardan kendilerini yalıtmaktadırlar. Dikmen’de gözlediğimiz, “gecekondulular” ile apartman ve sitelerde yaşayan kent sakinleri arasındaki sosyal mesafe ve bunun yol açtığı, özellikle gecekondululara karşı diğerlerinin geliştirdiği “yabancı korkusu”, aslında bu kesimlerin, “sorumluluk” duygusunun ortadan kalkmasına ve bunun yerine “yabancı korkusu”nun geçmesi sürecini anlatmaktadır. Okul bileşenlerinin anlatılarından yola çıkarak, bugün, kentte olduğu gibi eğitim kurumlarında da, kolektif olarak paylaşılan bir kamusal alanın ortadan kalkmasıyla birlikte, “kamusal yakınlık”ın da ortadan kalkmakta olduğunu söyleyebilmek mümkün. Günümüzde, kentte ve okulda, “arkadaş/yurttaş öznesi” giderek Öteki’ne dönüşmekte, yurttaş sorumluluğu yerini tüketici hoşnut(suz)luğuna bırakmaktadır.
Kent nüfusunun belli kesimlerinin belirli okullardaki yoğunlaşması sadece kentsel ayrışma gibi dışsal faktörlerden değil, eğitim kurumlarının ve aktörlerinin spesifik eylemlerinden de kaynaklanabilmekteydi. Bu tür eylemlere, seviye sınıfları oluşturma, donanımlı sınıflar açma, kayıt ücreti, katılım payı, ailelerin okul ve yerleşim tercihi stratejileri vb. eylemler örnek verilebilir. Araştırma sonucunda kentsel ayrışma ile eğitimsel ayrışma arasındaki ilişkinin tek yönlü olmadığı, bu iki ayrışma sürecinin hem aynı toplumsal dinamiklerle ortaya çıktığı hem de birbirlerini beslediği yönündeki kuramsal tezleri destekleyen ampirik bulgulara ulaşıldı.
Araştırmada kentsel ve toplumsal ayrışmanın eğitim kurumlarını önemli ölçüde etkilediği, okullar arasında ve aynı okul içinde toplumsal mesafeleri, ayrıcalıklı sosyal gruplar lehine arttırdığı sonucuna ulaşıldı. Araştırma bulguları, fiziksel (mekânsal) mesafe olarak birbirine çok yakın devlet okulları arasındaki toplumsal mesafenin bile büyük olduğunu ortaya koydu. Okul bileşenlerinin anlatıları, okullar arasında, bir yanda orta-üst gelir grubu ailelerin çocuklarının devam ettiği “seçkin/saygın ya da merkez okullar”, diğer tarafta alt gelir grubu ailelerin çocuklarının çoğunlukta olduğu “getto ya da çevre okulları” biçiminde sınıf temelli bir ayrışmanın hâkim olduğunu gösterdi.
Görüşmeler sırasında eğitimde toplumsal ayrışmanın nasıl kendi kendini besleyen bir varoluş biçimi olduğu çok açık bir biçimde karşımıza çıktı. Yoksulların mekânsal ayrışması, yani kendilerini benzer durumda olanlarla aynı mahallede ve okulda bulma hali, bundan kurtulmak için gerekli toplumsal ilişkileri kurmalarını da imkânsızlaştırarak başlı başına kısıtlayıcı bir faktör olmaktaydı. Kentte ve eğitim kurumlarında oluşan ayrışma kültürü, ayrıştırıcı gündelik yaşam pratikleriyle yeniden üretiliyor. Okul bileşenlerinin eğitime ilişkin anlam çerçeveleri hem bu kültür içinde biçimleniyor hem de bu kültür okuldaki gündelik pratikler yoluyla ayrıştırıcı birer etkene dönüşüyor. Toplumsal ayrışma, kendini besleyen bir varoluş biçimi olarak yaşanıyor.
Eğitimde toplumsal ayrışma, sadece toplumun farklı kesimlerinin eğitimin çeşitli tür ve düzeylerine eşitsiz dağılımı ya da mekânsal yoğunlaşması biçiminde değil, “ayrışmış” okullarda farklı toplumsallaşma ve özneleşme süreçlerinin gerçekleşmesi biçiminde de kendini göstermekteydi. Görüşmeler, gelişmişlik düzeyleri ve öğrenci profilleri birbirinden farklı beş okuldaki toplumsallaşma kalıplarındaki farklılıkları somut olarak anlama olanağı verdi. Okulların öğrenci ve aile profillerindeki farklılaşmanın ve sahip oldukları parasal kaynaklar açısından okullar arasında varolan büyük eşitsizliklerin toplumsallaşma ve özneleşme kalıplarındaki farklılığı pekiştirip derinleştirdiğine tanık olduk.
Okulun, içinde yer aldığı toplumun kendi değerlerini yeni kuşaklara aktararak toplumsal büt