İnsan ve Teknoloji İnsanı düşünmenin temel zorluklarından birisi ona atfedilen değerin nereden çıkarsandığıyla ilgilidir. İnsanı doğadan ayıran, onu doğayla kurduğu ilişkide benzersiz ya da verili kılan özelliği nedir? Felsefenin temel sorunsallarından biri, insanı bilinç ve eylem kategorileri üzerinden değerlendirirken hangisine öncelik tanıyacağımızdır. Bu bağlamda, insanı doğayla ve kendi türüyle kurduğu ilişkide değerli kılan, bakması ve […]
İnsan ve Teknoloji
İnsanı düşünmenin temel zorluklarından birisi ona atfedilen değerin nereden çıkarsandığıyla ilgilidir. İnsanı doğadan ayıran, onu doğayla kurduğu ilişkide benzersiz ya da verili kılan özelliği nedir? Felsefenin temel sorunsallarından biri, insanı bilinç ve eylem kategorileri üzerinden değerlendirirken hangisine öncelik tanıyacağımızdır. Bu bağlamda, insanı doğayla ve kendi türüyle kurduğu ilişkide değerli kılan, bakması ve gözlemleyebilmesi hasebiyle sahip olduğunu düşündüğümüz bilebilme yetisi midir? Yoksa insan ancak bu varlığını tanıdığı doğayı/kendisini dönüştürebilme ve kendine uyumlama gücüne (yeteneğine) sahip olduğu için mi özne olmaya adaydır? Eğer insanı toplumsal bağlamından koparıp tikel bir birim olarak düşünmeye meyilliysek, bilinç kategorisine yapacağımız vurgu artacaktır. Bu tabii ki insanı toplumsal koşullarından tamamen soyutladığımız anlamına gelmeyecektir; söz konusu olan, insanın toplumla olan etkileşiminde belirlemeyi, onun düşünsel dünyasına kaydırdığımızdır. Fakat Marx’ın Alman İdeolojisi’nde dediği gibi, biliriz ki, insanın bilincini belirleyen onun toplumsal ilişkileridir ve bunlar tarihsel süreçlerden ayrı düşünülemez. Aslında bunu insanın somut toplumsal pratiklerinin bilinci etkilediği ve bilincin de bu şekilde tarihsel olaylara yön verecek yetiyi/kavrayışı geliştirdiği bir diyalektik süreç olarak düşünmek en doğrusu olacaktır.
Gerçekte bu zor ve açıklanması güç konuyu, teknolojik determinizmin sınırlarının nasıl oluşturulacağı, teknolojinin toplumsal ve siyasal süreçlerle nasıl bir eklemlenme içinde olduğu, teknolojinin kime, niçin ve nasıl hizmet ettiğini açıklayabilmenin ancak insanı nasıl tanımladığımız ve onu toplumsal olanın içine hangi şekilde yerleştirdiğimiz ve burada ona nasıl bir tarihsel izlek biçtiğimizle ilgili bir şekilde yeniden gündemimize alabiliriz. Teknolojinin ve hayata onun gözlüklerinden bakmamıza sebep olan determinizm meselesinin en kritik noktasını, toplumsal olanın üretiminin, insan eylemiyle ve onun düşünsel yeteneğiyle hangi yönde ve ne şekilde ilgili olduğu oluşturur. Ve buraya somut insan pratiğinin ekonomik yapılar, üretim ilişkisi ve üretim biçimleriyle nasıl birlikte düşünülebileceği sorunu bütün ağırlığıyla yerleşir. Şimdi teknolojik determinizm, ekonomik bir determinizme düşmeden, toplumsal olayların tarihselliği göze alınarak, burjuva sınıf toplumunun ve onunla birlikte yürüyen (bağımlı anlamında değil) ulus-devlet fenomeni tartışmaya dahil edilerek ve insan-özneyi unutmadan açıklanmaya çalışılmalıdır. Böylece bu yazının referansları ve problematiği de belirlenmiş olacaktır: insanın bir ‘olanaklar varlığı’ (İnam, 21) olarak geliştirme gücü ve bunun toplumsal süreçlerde hizmet ettiği (ve edebileceği) alanların kapitalist üretim ilişkileriyle bağı ve teknolojinin burada nasıl anlaşılması gerektiği.
Teknolojik Determinizmin Ruhu
Teknolojik determinist anlatının içeriği, gerçekliğin yönünün teknolojiden topluma doğru ve teknolojik olanın gelişiminin toplumsal alandan bağımsız olduğu şeklinde doldurulur (Jongerden, 96; Üşür, 8). Teknoloji toplumsal olandan ayrıldıktan sonra, teknoloji ile toplumsal öğeler arasındaki ilişkiler, birbirinden ayrı alanların etkileşimleri (bir nevi özerklik) olarak kavranır. Böylece teknolojik olana dair iki özellik ön plana çıkar. Birincisi, teknoloji kendisine ait bir dünyadaymış gibi görünür. İkincisi, teknoloji maddeleştirilerek; insanlara veya canlılara ait özellikler atfedilen bir nesne gibi görünür. Teknoloji, kendine ait, insan denetiminden azade, irade sahibi ve kendi bağımsız hareket yörüngesinde toplumu biçimlendirmekte ve değiştirmektedir (akt. Jongerden, 96). Aslında teknolojik determinist anlayış naif bir nedensellik, nomoloji, indirgemecilik ve dışsallık (Üşür, 23-24) hatası yapmaktan çok daha fazlasını gerçekleştirir: Bu, gündelik dile yerleşmiş ve teknolojiyle ilgili her konuşmanın ve hatta ana akım makalelerin en başında söylenen “teknoloji, insanların hayatını değiştiren (hemen hemen her zaman olumlu anlamda: geliştiren) en önemli güçtür.” söyleminin sızdığı yere gönderme yapar. Toplumsal olan, kendinden bağımsız gelişen bilimsel rasyonalite yasaları tarafından belirlenince, var olan eşitsizlik ve tahakküm ilişkileri tartışmaya hiç açıl(a)madan kapanmış olur. Bu eleştirel teorinin pozitivist mantıkla açıkladığı durumun tezahürüdür. Bilindiği gibi, en kaba anlatımla, pozitivizmdeki bilim anlayışı değer ve olgu ayrımı üzerine kuruludur ve bilimin nesnelliği temel varsayımlardan biridir. “Pozitivizm, teknolojik rasyonaliteye dayalı bir egemenlik ilişkisini olumlayıcı, meşrulaştırıcı bir ideoloji niteliğindedir” (Köker, 2008: 87). Söz konusu yapı, Horkheimer’ın Akıl Tutulması’nda modern toplumlarda araç-amaç ilişkisinin, birincisinin ikincisi üzerine kapanması şeklinde açıkladığı, aklın kör bir araç seçicisi haline geldiği ve sistemin işleyişinin bu araçsallaşmayla sağlandığı yönündeki iddialarıyla da düşünülebilir[ ]. Marcuse, bu durumu teknolojinin içsel mantığıyla açıklamaktadır:
“Bugün iktidar kendini salt teknoloji aracılığıyla değil tersine teknoloji olarak ölümsüzleştirmekte ve genişletmektedir, ve bu da bütün kültür alanlarını içine alan, geniş politik erki büyük meşrulaştırmayı sağlamaktadır. Teknoloji bu evrende insanlığın özgürlüksüzlüğünün büyük rasyonelleştirmesini de sağlamakta ve özerk olmanın, yaşamını kendi kendine belirlemenin “teknik” olanaksızlığını da kanıtlamaktadır. Çünkü bu özgürlüksüzlük ne us dışı ne de politik olarak değil tersine daha çok yaşamın rahatlıklarını artıran ve çalışma verimliğini yükselten teknik aygıtın boyunduruğu altına girme olarak görünmektedir. Böylelikle, teknolojik rasyonellik iktidarın haklılığını ortadan kaldırmaktan çok onu korumaktadır ve aklın araçsalcı ufku rasyonel türde totaliter bir topluma açılmaktadır“(akt. Habermas, 1997: 36).
Bu yaklaşım tersine bir determinizm okumasına açık gözükmektedir. Teknoloji, iktidarın güç kullanımının rasyonel zemininin kurucusu olarak işlev görecek ve onun devamlılığını sağlayacak asıl araç konumundadır. Fakat böyle bir okuma teknolojiyi toplumun diğer bütün yapılarından soyut ve yön verici alana hapseder ki bu, Marcuse’nin anlatmak istediğinin teknolojiyi tarihin makinist koltuğuna oturtmak olduğu şeklinde bir sonuca çıkar[ ]. Oysa, Marcuse’nin teknoloji eleştirisinden anlamamız gereken, onun pozitivist anlamda işleyen mantığının nasıl bir tarihsel süreçte oluştuğu ve bunun “homo sapiens”lerden oluşan toplumun örgün işleyişindeki yerinin ne olduğudur. Bu anlamda özgürleşme, Habermas’ın da belirttiği gibi, ancak bilimin ve tekniğin devrimcileştirilmesi (Habermas, 1997: 37) sayesinde olacaktır.
Teknolojinin Ekonomi Politiği
Her şeyden önce ve en basit haliyle teknolojik determinizm, öznesinde kaybolur; onun neye hizmet ettiğini göremez. Kapitalist üretim koşullarında ortaya çıkacak her yeni teknolojinin ya da teknolojik gelişme isteğinin öncelikle kâr ekonomisinin çıkarları için çalışacağı aşikardır. Bunun romantik bir doğaya dönüş isteğinin sol duygularla harmanlanmaya çalışılan bir söylem olmaması için, teknolojinin gerek gelişiminin, gerekse ona olan ihtiyacın nasıl kurgulandığının ortaya çıkarılması gerekmektedir[ ].
19.yy’da Luddistler İngiltere’de, ahlaksız olduğunu düşündükleri için makineleri kırmaya başladılar: Vasıfsız işçi üreten, çocuk yaşta işçiler tarafından çalıştırılan makineler. Ye
ni fabrikalar, insanların acımasız emirler ve yoğun disiplin altında çalıştırıldıkları, korkunç hapishane koşulları diye tarif edilen yerlerdi. Luddistler, yeni teknolojinin içerisinde yerleşik olan tahakküm politikalarına direniyorlardı. Aslında Luddistler, yaşamaya değer bir hayat içim gerekli olan teknolojiyi talep ediyorlardı (Jongerden, 90-93). Makine meselesi bizi şu soruyla baş başa bırakmaktadır: teknolojinin rasyonalitesi verimlilik açısından mı yoksa toplumsal (evrensel) adalet açısından mı belirlenmelidir (Jongerden, 93)? Bu sorunun nasıl cevaplandığı tarihsel süreçte izlenebilir. Laissez faire mantığının hâkim olmaya başladığı dönemden itibaren verimlilik toplumun can damarı olarak tanımlandı ve emperyalist ilişkilerin geliştirilmesiyle teknoloji ve bilim hayatın açıklayıcı ‘miti’! haline geldi. Marx’ın, fetişlerin dünyası, toplumsal ilişkinin gözden kaybolmasına ve bu ilişkinin sanki nesneler arasındaki bir ilişkiymiş gibi algılanmasına yol açar (akt. Dikmen, 162) dediği, meta fetişizminin mantığını açıklarken bahsettiği durum, teknolojinin sosyal bir olgu olarak açıklanmaya çalışıldığı yerde de kendini gösterir. Teknoloji, toplumsal gerçekliğin bütün evrelerinden ayrı soyut bir düzlemde üretilir, topluma kendinden bir şeymiş gibi sunulur ve böylece onun siyasal ve ekonomik yapıyla olan aktif ilişkisi ‘katı olan her şey gibi buharlaşır’.
Günümüzde teknolojinin neye hizmet ettiğini, küresel kapitalizmin merkez ülkelerdeki durumundan bağımsız düşünemeyiz. Çevre ülkeler artık eskiden olduğu gibi yalnız hammadde ve yarı mamul üreticileri değildir. Teknolojik gelişmeler, bu ucuz işgücü merkezi ülkelere çok çabuk ulaşmakta ve böylece teknolojik buluşun kâr marjı düşebilmektedir. Bu yüzden merkez ülkeler sürekli araştırma geliştirme faaliyetleri içerisinde yeni teknolojilere yatırım yaparak düşecek olan kâr marjlarını garanti altına almakta, ayrıca geliştirdikleri ve sattıkları her yeni teknolojiyle bu ülkeleri kendilerini izlemeye zorlamaktadırlar (Dikmen, 165). “Teknolojiye yapılan harcamalarla sağlanan tekel konumu ile bu tekelin sağladığı yüksek katma değerli fiyat belirleme imkânı arasındaki birbirini besleyen süreç, öncülerin avantajını daimi hale getirmektedir” (Somel, 68). Sonuç olarak, teknoloji, küresel kapitalizmin iktidarının (Dikmen, 164) izlenmesi ve sürekli yakalanmaya çalışılması gereken bir gerçeğidir. Teknolojik determinizm ise bu gerçekliği hakikat ve mutlak kılmaya çalışan ya da en azından istemese de buna sebep olan anlayıştır.
*Arş. Gör. Gazi Üniversitesi İletişim Fakültesi
dipnotlar:
1. Bizim tartışmamız açısından bunun anlamı, yukarıda da belirtildiği gibi, teknolojik yeniliklerin neye hizmet ettiğinin açıklanması bağlamındadır-ki buna aşağıda kapitalizm ve teknoloji çerçevesinde değinilecektir.
2. Belki burada değişimin mantığından söz açmak yerinde olacaktır. Williams (akt. Arık: 2006: 125), yaşanan değişimin teknolojiyle ve elbette iletişim araçlarıyla ilgili olduğunu söyler ve ekler; ancak bunun yanında toplumun temel dinamikleri ve sosyal hayatın içindeki önemsenmeyen ayrıntılar teknoloji kadar belirleyicidir. Marcuse’de ise teknolojinin kendisi bir değişim sağlayıcı olmaktan ziyade, tarihsel akışta tahakkümün bir aracı haline indirgenmektedir. Aslında burada toplumsal değişimden ziyade baskının ve egemenliğin devamlılığının nasıl sağlandığı bir sorun olmakta ve bu da teknolojinin kapitalizmdeki içsel mantığıyla açıklanmaya çalışılmaktadır.
3. Dostoyevski’nin yer altındaki adamı, insanı kimin ve ne için geliştirmek istediğini sorgular: “bir insanı köklü alışkanlılarından kurtarmak, iradesini bilimin, sağduyunun verileriyle bağdaşacak biçimde düzenlemek istiyorsunuz. İnsanın böyle bir değişikliğe uğratılmasının yalnız olanaklı değil, aynı zamanda gerekli olduğunu nereden çıkarıyorsunuz?…açık konuşalım: mantığın ve aritmetiğin sağlama bağladığı, gerçek, normal çıkarlarımıza aykırı gitmememizin bizim için tek çıkar yol, bütün insanlık içinde şaşmaz kural olduğuna nasıl yüzde yüz inanıyorsunuz” (Dostoyevski, 2006: 47).
Kaynakça
Arık, Bilal (2006). “Raymond Williams”. Kadife Karanlık, s. 117-139, İstanbul: Su.
Dikmen, Ahmet Alpay. “Teknolojiyi Ararken…”, Mülkiye, sayı:230, s. 153-166.
Dostoyevski, F.M. (2006). Yeraltından Notlar, çev: Mehmet Özgül, İstanbul: İletişim.
Habermas, Jürgen (1997). “İdeoloji Olarak Teknik Ve Bilim”, İdeoloji Olarak Teknik Ve
Bilim, s.33-68, İstanbul: YKY.
Horkheimer, Max (2008). Akıl Tutulması, çev: Orhan Koçak, İstanbul: Metis.
İnam, Ahmet. “Teknoloji – Bilim İlişkisinin İnsan Yaşamında Yeri”,
http://www.emo.org.tr/ekler/72b030ba126b2f4_ek.pdf?dergi=4
Jongerden, Joost. “Önce Köylü mü? Modernite, Teknoloji ve Yeniden Kurgulama Üzerine
Düşünceler”, çev: Alkım Zorlu, www.joostjongerden.info/Once%20Koylu.pdf
Köker, Levent (2008). İki Farklı Siyaset, Ankara: Dipnot.
Marx, Karl; Engels Friedrich (2008). Alman İdeolojisi, çev: Sevim Belli, Ankara: Sol.
Somel, Cem. “Kalkınmasız Teknolojik Gelişme Politikaları”, Mülkiye, sayı: 230, s.67-76.
Üşür, İşaya. “Teknoloji Felsefesi Üzerine Ya Da Tarihin Tanrısı Teknoloji Midir?”, Mülkiye, sayı:230, s.7-26.