Hükümet ve birincil ideologları konumundaki liberaller düşünsel bir mafya haline geleli çok oldu. Üzerinde ahkâm kesemedikleri hiçbir konu olmadığı gibi kendileriyle aynı fikirde olmayanlara karşı da pek pervasızlar. Özelleştirmelere mi karşısınız demek ki statükocusunuz. Anayasa’ya Hayır mı diyeceksiniz, Ergenekoncusunuz. Tekel işçilerini mi savundunuz, anakroniksiniz. Tersanelerin, madenlerin hesabını mı sordunuz hükümete karşı olan güçlerin maşasısınız. İstediğine […]
Hükümet ve birincil ideologları konumundaki liberaller düşünsel bir mafya haline geleli çok oldu. Üzerinde ahkâm kesemedikleri hiçbir konu olmadığı gibi kendileriyle aynı fikirde olmayanlara karşı da pek pervasızlar. Özelleştirmelere mi karşısınız demek ki statükocusunuz. Anayasa’ya Hayır mı diyeceksiniz, Ergenekoncusunuz. Tekel işçilerini mi savundunuz, anakroniksiniz. Tersanelerin, madenlerin hesabını mı sordunuz hükümete karşı olan güçlerin maşasısınız.
İstediğine rastgele kulp takabilen ve istediği konuda fetva verebilen bu zat-ı muhteremler vahşi bir pervasızlıkla ve hakkını vereyim çok başarılı hegemonik taktiklerle herkesi sindirmeye çalışıyorlar. Hangi partinin sol olduğunu belirlemek onların tasarrufunda; hangi sendikanın, hangi meslek grubu birliğinin statükocu olduğunu ancak onlar bilebilir ve bu memlekette elde edilen her türlü demokratik kazanımın arkasında da ancak ve ancak onlar vardır! Tarihin dönüm noktası: AKP ve işçinin i’sini ağzına almadan, kapitalizmin k’sına eleştiri getiremeden başımıza sol standartları belirleme enstitüsü kesilen düzen ve sermayenin çıkarlarını yeniden üretmekle görevli liberaller!
Senelerdir süregelen bu doksozof pervasızlığına gereken cevapları vermek ve Osman Baydemir usulü selamlar göndermek, tarihi ve her türlü gerçekliği çarpıtan bu -Adorno’nun deyimiyle- liberal yalancılığı afişe etmek elzem bir görevdir.
AKP zihniyeti: ‘Hak alınmaz verilir’
Recep Tayyip Erdoğan Hazretleri kerameti kendinden menkul son açılım toplantısında buyuruyor: “İnkâr politikalarına son verdik. Milli birlik ve beraberlik projesi büyük bir isabet kaydediyor.”(1) Bütün o açılım fiyaskosuna ve bölgede yükselen savaşa rağmen böyle konuşabilmek için insanın hayaller dünyasında, en azından başka bir ülkede yaşıyor olması lazım. Ayrıca yukarıdaki cümlede bu yazının da ana konusunu oluşturan tipik AKP ve liberal tavrını da görebilmek mümkün.
AKP istiyor ki Kürt mücadelesindeki kazanımlar onların eseri olarak tarihe kaydedilsin. Biz kabullenelim ki hükümetin açılımdan açılıma herkesi kucaklayan(!) o Neo-Osmanlı hoşgörüsü sayesinde biz bugün Kürt meselesini açıkça tartışabiliyoruz, (Yüzlerce Kürt politikacı hapist; ama onlar teferruat.) sabah programlarında Kürtçe türküler söyleyebiliyor, sokakta Kürtçe konuşabiliyoruz; hatta 1 Mayıs’ta Taksim’e bile onların sayesinde çıktık. Bundan önce verilmiş mücadelelerin hiçbir önemi yoktu, Mehmet Akif Dalcı öylesine ölmüştür zaten. Bunların zihniyetine göre hak alınmaz verilir!
AKP bu iddialarını dillendirirken hegemonyanın ideolojik destekçisi liberaller de “Bir X partisi dönemine bakın, bir de bugüne. İşte AKP’nin farkı…” minvalindeki yorumlarıyla ikna ve rıza üretme aygıtı olarak tarihsel görevlerini yerine getiriyorlar elbette. Ehven-i şerciliğinize kurban!
Tarihi direnenler yazar
İktidarlar kendi konumlarını kuvvetlendirmek için mitler yazarlar, gerçek tarih ise direnenlerin eseridir. AKP ve liberallerin, solun Kürt ve işçi hakları mücadelesinde ölümlerle, işkencelerle, hapislerle kazıya kazıya elde ettiği kazanımların üstüne konmaya çalışması başarılı ama bir o kadar da alçakça bir siyasi manipülasyondur. Sahi, idamı kaldırmak zorunda kalan DSP-MHP-ANAP koalisyonuna da demokrasi mücahidi diyorlar mı? Çok açık konuşacağım, PKK’nin silahlı savaşını birçok yönden eleştirip lanetleyebilirsiniz ama bugün Kürt sorununda nispi demokratik kazanımlar bu yolla elde edilmiştir. Aklı başında biriyseniz bu hakikati de yadsıyamazsınız.
Kimse kimseyi kandırmasın. “Ay PKK’yi savundu, hain” meselesi değil bu gerçeğin ta kendisi. Tarih boyunca da bu böyle olmuştur. Burjuva demokrasileri hakların başka türlü kazanılmasına izin vermeyecek şekilde tasarlanmıştır. Buradaki ‘ilk günah’ silahlı baskıyla kendini kabul ettirmek zorunda kalan da mı, sistematik olarak ezdiği ve sömürdüğü bir grubu silahlı mücadeleye mecbur eden de mi? Esasında, hiçbir şey için mücadele etmek zorunda kalmayan düzen ideologlarının hak mücadelesi konusunda tamamen deneyimsiz olmaları ve bol keseden atıp tutmaları son derece normal. Ne güzel demiş Claude Lefort: “Unutmayın ki bugünkü liberal konsensüs solcu işçilerin 150 yıllık savaşımı ve devlete baskısının sonucudur.”
Tıraşı kesin ağabeyler-ablalar. Sol bu mücadeleleri başlatırken bugünün liberalleri 12 Eylül şakşakçılığı yapıyor, dolayısıyla neo-liberalizme ideolojik zemin hazırlıyorlardı. Tarih benzer seyrine devam ediyor. Tüm bu gerçekler ışığında liberallerin kasten ve akıl almaz bir yüzsüzlükle kimi sosyalist partilere yapıştırmaya çalıştığı “ulusalcı” sıfatı da daha komik bir hal alıyor. Tuzları kuru, fakat kendilerinin üstüne konmaya çalıştığı kazanımlar için bu partilerin üyeleri cuntaya karşı savaştılar, zindanlarda hapis yattılar, işkencelerden geçtiler, öldürüldüler.
Tüm bu direnişler sonucu devlet mekanizması küresel konjonktürün de etkisiyle Kürt sorununda belirli bir demokratikleşmeyi kabullenmek zorunda kaldı. Siz bu gerçekleri göz ardı ediyorsunuz; üstüne bir de siyasi başarı olarak kendi hanenize yazdırmaya kalkıyorsunuz. İnsan biraz utanır diyeceğim de tarihe ve icraatlarınıza bakınca nafile bir öğüt olur bu.
1. http://evrensel.net/haber.php?haber_id=72402