Giriş Bu yazıda futbolun endüstrileşmesi ve bu sürecin günümüzdeki görünümü ele alınacaktır. Endüstriyel futbola yaklaşımımız aynı zamanda kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümünün futboldaki yansımalarını da ele alarak, köylülerin özgürce oynadığı oyunun işçi sınıfına pazarlanabilir bir meta olarak sunulmasına, pazarda özgür emekçiler olarak futbolculara ve taraftarlara değineceğiz. Futbol kulüplerini, örneğin sadece gelir kalemine göre zengin […]
Giriş
Bu yazıda futbolun endüstrileşmesi ve bu sürecin günümüzdeki görünümü ele alınacaktır. Endüstriyel futbola yaklaşımımız aynı zamanda kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümünün futboldaki yansımalarını da ele alarak, köylülerin özgürce oynadığı oyunun işçi sınıfına pazarlanabilir bir meta olarak sunulmasına, pazarda özgür emekçiler olarak futbolculara ve taraftarlara değineceğiz.
Futbol kulüplerini, örneğin sadece gelir kalemine göre zengin ve yoksul kulüpler diye ayrıma sokmak, aralarındaki ilişkileri görmemizi engelleyecektir. Böyle bir ayrıma gidildiğinde zengin kulüpler yüksek bonservis bedelleri vererek transfer yapan kulüpler olarak; yoksul kulüpler de oyuncu yetiştirip onlara satan kulüpler olarak algılanacaktır. Böyle bir ayrım, yüksek bonservis bedelleriyle transfer yapan kulüplerle, onlara oyuncu satan kulüplerin birbirinden farklı olduklarını, yani aralarında dışsal bir ilişki olduğu anlamına gelecektir.
Burada durumu anlayabilmek için öncelikle, transferde (veya futbolla ilişkili her olguda) oyuncu alan veya satan kulüplerin içsel bir ilişki içinde olduğunu ortaya koymamız gerekmektedir. Kulüpler arasındaki içsel ilişkinin varlığı birbirlerini yeniden ürettiğini bize göstermektedir. Örneğin Porto veya Sevilla gibi kulüplerini oyuncu yetiştiren ve zengin kulüplere satan birer model olarak alırsak, içsel ilişkiyi ve tam da bu ilişkilerin birbirini ürettiğini kaçırmış oluruz. Sevilla ve Porto gibi kulüplerin varlığı, sattıkları oyuncuları alan kulüpleri üretirken; bütçesi daha yüksek kulüplerin varlığı da Sevilla ve Porto gibi kulüpleri yaratmaktadır. Sevilla’nın Dani Alves’i Barcelona’ya satması, bu ilişkiyi yeniden üretirken, aynı zamanda Sevilla, sattığı oyuncunun yerine yeni bir oyuncu (genellikle genç yıldız adayı) alıyor olması, Sevilla ile Barcelona arasındaki ilişkinin Sevilla ile başka kulüpler arasında yeniden üretilmesi anlamına gelmektedir.
Endüstriyel Futbola Giden Yol
“Kapitalist üretim biçiminin, insan hayatını, zamanı ve mekânları yeniden örgütlemesiyle birlikte bir ‘oyun’ olarak futbol da değişmek zorunda kalmıştır. Gerçekten, daha önceleri, yani köylülerin özgür topraklarında ve boş zamanlarında oynanagelen futbol, toprakların özel mülkiyet konusu haline gelmesi (çit çevirme) ile bir açıdan ‘mekansız’ kalmıştır. Köylülerin, yeni oluşan kentlere işgücü olarak sürülmesi ise oyunu ‘oyuncusuz’ bırakmıştır. Günde ortalama 18 saat çalışan işçilerin, artık bu enerji isteyen oyunu oynayacak halleri kalmaz. Kapitalizmin zaman ve mekân üzerinde bu şekilde tahakküm kurmasıyla futbol da artık popüler, gevşek kurallı, kimi zaman 300 kişinin bir arada oynayabildiği bir oyun olmaktan çıkar.”[1]1
Kapitalizmin zaman ve mekân üzerindeki tahakkümü, köylüler için mekânsız bıraktığı futbolun yeni mekânlarını üretmeye başlamıştır. Bu dönüşüm kentlerde işçi sınıfının, artık bu yeni mekânlarda oynanan futbolun izleyicisi başka bir yönüyle de tüketicisi konumuna getirmiştir. Artık futbolun eski oyuncularının, köylülerin, oyunu oynayacak ne günleri ne de zamanları vardır; tatil günlerinde sadece, yeniden üretebilmek için dinlenme/eğlenme görünümü altındaki tüketme etkinliğidir artık futbol.
Kapitalizmin işçi sınıfıyla futbolun ilişkisini dönüştürmeye başlamasını salt bir tüketim olarak ele alamayız. Statlara gidip maç izlemek sadece bilet veya kulübün lisanslı ürünlerini satın almakla açıklanmaz. Stadyumlar aynı zamanda iktidar ilişkilerinin somut olarak inşa edildiği mekânlardır. İktidar ilişkisinin kapitalist sistemde meşruluk kazandırılma mekanlarından biri olan stadyumlarda, saha içindeki “ağabey” oyunculara, şeref tribününden localara, kale arkasından maçları oturarak izlemeye, birçok statta kadın tuvaleti olmamasına kadar somut olarak görülmektedir. Futbol kapitalizmin kendini yeniden ürettiği bir alandır. Tam da bu yönüyle futbol, üzerinden cinsiyetçilik, ırkçılık gibi sistemi üreten ideolojilerin meşruluk kazandığı bir alandır.
Aynı zamanda kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümü dolayımıyla artık boş zamandan azami yarar sağlamaya dönük yaklaşımın işçi sınıfının yaşamının parçası haline gelmesi futbolu bir oyun olarak oynamak bir yana, futbolla ilişkiyi dönüştürmektedir. Futbolun planlanan bir zaman dilimde tüketilen ve aynı zamanda yeniden üretilen ilişkilerin bütünü olması, bu ilişkilerin toplamdan bağımsız olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır. Bu yönüyle kapitalizmin zaman ve mekan üzerindeki tahakkümü, işçi sınıfını sadece futbolu oynamaktan alıkoymamış aynı zamanda işçi sınıfının futbolla ilişkisini uçucu bir hale dönüştürmüştür. Bu noktada Talimciler’den yapacağımız alıntı anlamlı olsa gerek:
“Kapitalizm tüketim ve boş zaman arasındaki ilişkide televizyon aracılığı ile kitlelere ‘carpe diem’ (günü yakalayın) mesajını aktarır. Şimdiki zamanın yaşanması ön plana geçirildiğinde yani geçmiş ve gelecek yerini bugün yaşanmakta olan şimdiki zaman aldığında spor ve televizyon arasındaki birliktelikte güçlenmektedir. Spor olayının şimdiki zamanda yaşanmasında “spor ve oyun sahasının sınırlarının belirlenmesi, saha içi sınırlamalar, spor yapma süresinin sınırlanması, bir tecrit etme, zaman ve mekân sınırları belirli yeni bir ‘dünya’ yaratma anlamıdır… Öyleyse spor ve oyun özleri gereği hep ‘şimdi’de olan bir şeydirler.”[2]2
Kapitalizmin zaman ve mekân üzerindeki tahakkümü ve işçi sınıfıyla futbol arasındaki ilişkiyi dönüştürmesinin yanında kulüpler ve futbolcular üzerindeki dönüşümden bahsetmek gerekiyor. Bu yönüyle pazarda dolaşım aracı olarak futbolcular öne çıkıyor. Köylülerin bir yönüyle de sınırsız ve sayısız oynadıkları futbol, kapitalist üretim koşullarında dönüşmeye başlamıştır. Sürecin işleyişi vurgulamamamız adına Karl Marx’tan yapacağımız alıntı çok anlamlı olsa gerek:
“Üretim ve geçim araçları kendiliklerinden nasıl sermaye değilse, para ve metalar da kendiliklerinden sermaye değildir. Bunların sermayeye dönüşmeleri gerekir. Ama bu dönüşümün kendisi ancak belli koşullar altında olabilir, yani birbirinden çok farklı türden iki meta sahibinin yüz yüze ve temas haline gelmesi gerekir; bir yanda, başkalarına ait emek-gücünü satın alarak, ellerindeki değerler toplamını arttırmak isteğinde bulunan, para, üretim aracı ve geçim aracı sahipleri; öte yanda, kendi emek-güçlerini ve dolayısıyla emeklerini satan özgür emekçiler. …Meta pazarındaki bu kutuplaşma ile kapitalist üretimin temel koşulları sağlanmış olur.”[3]3
Futbolcuların pazarda emeklerini satan özgür emekçiler olarak pozisyonları, Bosman Kuralları[4]4 ile daha da netleşti. Bosman Kuralları öncesinde futbolcuların pazarda meta olarak dolaşımı sadece kulüpler arasındaki ilişkiyle gerçekleşiyordu.
Bosman Kuralları’yla birlikte emeklerini satan özgür emekçiler olarak futbolcuların emeklerini satabilecekleri kulüplere gidebilmeleri daha da esnekleşirken, bu durum aynı zamanda kapitalizmin futbol üzerindeki tahakkümünü yeniden üretiyor. Bosman Kuralları’nı sadece futbolcu maaşlarına yaptığı etkiyle açıklayamayız. Burada emeklerini satan özgür emekçiler olarak futbolcuların, maaştan önce emeklerini satabilecekleri en uygun kulübe gitmeye yöneldikleri görülecektir. Bu açıdan, sözleşmesi biten futbolcu için öncelikli hedef konumunda ileri kapitalistleşmiş ülkelerin kulüpleri gelmektedir. Örneğin, Galatasaray’da Arda Turan’ın sözleşmesi bittiğini ve serbest kaldığını düşünelim. Arda Turan’ın gidece