“Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil Zulmün önünde dimdik tut onurunu Sevginin önünde eğil kızım” ATAOL BEHRAMOĞLU Sevmek ne güzel bir histir. Sevmeyi bilen insan doya doya yaşamayı da bilir. Yaşamın her türlü iniş ve çıkışında seni ayakta tutan sadece sevgidir… Sevgiline, ailene, dostuna, kucağında uyuyan bebeğe, yanına sokulan […]
“Bütün insanları dostun bil, kardeşin bil kızım
Sevincin ürünüdür insan, nefretin değil
Zulmün önünde dimdik tut onurunu
Sevginin önünde eğil kızım”
ATAOL BEHRAMOĞLU
Sevmek ne güzel bir histir. Sevmeyi bilen insan doya doya yaşamayı da bilir.
Yaşamın her türlü iniş ve çıkışında seni ayakta tutan sadece sevgidir…
Sevgiline, ailene, dostuna, kucağında uyuyan bebeğe, yanına sokulan kediye ve umuduyla, alnının teriyle çalışıp üretenlere duyduğun sevgi sana insan olduğunu hatırlatır.
Ve insan; haklarına sahip çıktığı kadar insandır…
İnsanlığın Magna Carta’sı yani büyük özgürlükler sözleşmesi olarak kabul edilen ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ insanın özgürlük, beslenme, sağlık, eğitim, barınma ve toplumsal hizmetler de içinde olmak üzere sağlığına ve esenliğine uygun bir yaşam düzeyine kavuşturulmasını amaçlar.
Bu bildiri ile herkesin yasanın koruyuculuğundan eşit olarak yararlanma, toplanma ve dernek kurma, çalışma, işini seçme, din, vicdan, düşünce ve anlatma özgürlüğü gibi hakları güvence altına alınmıştır.
Hak aramanın modası geçmiş bir kavram olduğu düşüncesinin hâkim kılındığı bu düzende hak arayanlar potansiyel suçlular olarak yaftalanır. Ama bu yaftanın yapıştırılması dahi haklara yönelik bir gasptır ve hak arayışlarına engel olamamaktadır.
Hastayı müşteri olarak gören ve parası kadar sağlık hizmeti veren bir ülkede sahip olunan sağlık hakkı paranın yettiği yere kadardır.
Özel okulların kaliteli eğitim mecraları olarak lanse edildiği, velinin banka kasası, öğrencinin okul başarı puanını arttırıcı bir unsur olarak görüldüğü ve başarının sbs, lgs ve öss gibi birkaç saatlik testlere tabi tutulduğu bir ortamda adaletli bir eğitim hakkından söz edilemez.
Dayatılan kentsel dönüşüm projeleri ile halkın yaşam alanlarını tahrip eden, yıkımlara karşı direnenleri işgalci olarak lanse eden bir ülkede barınma hakkı alenen gasp ediliyordur.
Sürekli artan kanser vakalarını göz ardı ederek nükleer enerjiyi medeniyetin tercihi olarak gösteren düzen nükleer enerji istasyonları kurmaya yönelir.
Sırf rant hesaplarıyla ve önüne gelen firmaya HES proje izni dağıtarak hidroelektrik santrallerini hayata geçirir. Böyle bir düzende derelerin kuruması, balıkların ölmesi ve çevre hakkının hayal olmaktan öteye geçememesi doğaldır.
Tek tip düşünen ve sorgulamadan uzak beyinlerin biat kültürü ile ideal vatandaş modeli olarak sunulduğu bir ülkede düşünme ve düşünceyi anlatma hakkı ise söz konusu bile olamaz.
Ama yaşam tüm bu olumsuzluklar içinde bile karşıtlarını yaratır.
Gün gelir birileri çıkar ve zulme ayak direr. Onlar sadece gasp edilen haklarını isterler.
Bir gün ansızın gençler sırf pankartlarına bu en doğal haklarını yazdıkları için, güvenli bir gelecek ve insanca bir yaşam istedikleri için Samsun’da Halkevleri, Öğrenci Kolektifleri ve Liseli Genç Umut’a yönelik olarak yapılan operasyonla tutuklanır.
Hani ülkesinin altına koca koca imzalar atarak kabul ettiği uluslararası sözleşmelerde belirtilen en masum haklarıdır uğruna mücadele ettikleri.
Neoliberal dünyanın insanı köle, doğayı rant kaynağı gördüğü ve özgürlükleri gasp etmeyi marifet saydığı bir dönemde sadece yaşamsal haklarını savundukları için suçlanırlar.
Oysaki onlar, Aşk-ı Memnu kültürünü reddettikleri, “İnsanca Yaşam İstiyoruz” dedikleri ve zulmün önünde onurlarını dimdik tuttukları için suçlanmayı değil tam tersine ödüllendirilmeyi hak ediyorlar.