Deniz Baykal’ın CHP’den, genel olarak siyasal yaşamdan tasfiye edilme operasyonunu yalnızca ülkenin iç siyasasına ait magazinel bir öğe olarak ele almak oldukça basit bir analiz olur. Söz konusu operasyon, Deniz Baykal şahsında yalnızca CHP’ye yapılan bir operasyon değildir. Bu operasyon, uluslararası derinliği olan ve bütün halinde ülkenin burjuva siyasallığına çekilmiş bir yeniden düzenleme operasyonudur… Siyasal […]
Deniz Baykal’ın CHP’den, genel olarak siyasal yaşamdan tasfiye edilme operasyonunu yalnızca ülkenin iç siyasasına ait magazinel bir öğe olarak ele almak oldukça basit bir analiz olur. Söz konusu operasyon, Deniz Baykal şahsında yalnızca CHP’ye yapılan bir operasyon değildir. Bu operasyon, uluslararası derinliği olan ve bütün halinde ülkenin burjuva siyasallığına çekilmiş bir yeniden düzenleme operasyonudur… Siyasal alanın yeniden düzenlenmesi için en dirençli yere en şiddetli darbe vurularak, başbakan başta olmak üzere bütün aktörlere gerekli mesaj verilmiştir. Bundan böyle herkes ayağını denk almalıdır ve sürece engel olacak herkes tasfiye edilecektir; mesaj budur…
Baykal’ın tasfiyesi, uzunca bir süredir yapılmakta olan yeniden düzenleme girişiminin yeni bir hamlesidir. Değişime ayak direyenler sırasıyla tasfiye edilmektedir: Orduya ve akademiye yapılan siyasal ve ideolojik terbiye süreci tamamlanmıştır, fakat siyasal alan ve yüksek yargı ayağı direncini sürdürmekteydi… Yüksek yargıyı, Anayasayı değiştirerek düzenlemek isteyen güçler, siyasal alanın en güçlü aktörüne öyle bir darbe vurdular ki bundan böyle bu alandan aksi bir sesin çıkması pek mümkün değil. MHP genel başkanı başta olmak üzere, hiçbir siyasi aktörden ses çıkmaması çok şeyi anlatmaya yetiyor…
Burada sorulması gereken iki soru var: Birincisi, bu darbeyle CHP dağılır mı? İkincisi ise, görünürün üzeri kazındığında bu operasyonun asıl amacı nedir? Aslında bu iki soruya verilecek cevabın birbirine bağlantılı olduğunu da söylemeden geçmeyelim. Şöyle ki;
Birincisi; kimilerinin çok kolaycı bir şekilde söylediği gibi, CHP dağılmayacaktır. Bilakis bu operasyon, CHP’nin önünü açmak ve AKP’ye gerekli mesajı vermek için yapılmıştır. Baykal’ın siyasal yaşamını normal yollardan sona erdirmek, yani 22 Mayıs’ta yapılacak olan CHP kongresinde Baykal’ı yenilgiye uğratmak çok mümkün değildi. Zaten, CHP örgütünü eline almış bir Baykal’ı karşısına aday çıkarmakta anlamsız olurdu… Öyle bir hamle yaptılar ki, 53 yıllık ‘sırdaşı’, ‘yol arkadaşı’ Önder Sav bile, “artık yollarımız ayrıldı” demek zorunda kaldı. Keza istifa açıklamasında Baykal’ın kendisi de, “CHP’nin yenilenmesini isteyenler için bir fırsattır” diyerek, operasyonun önünde duramayacağını ilan etmiştir. Kılıçdaroğlu’nun adaylığını açıklamasından sonra, “Ben zaten Kemal’i işaret edecektim, usul yönünden hoş olmadı” demesi, Baykal’ın, sürecin -en başından beri- nasıl işleyeceğini bildiğini göstermektedir…
Kemal Kılıçdaroğlu’nun genel başkan yapılması AKP’ye dolayısıyla Tayyip Erdoğan’a verilen çok ciddi bir mesajdır aynı zamanda. Tayyip, artık Baykal’ın gelenekselleşmiş laiklik söylemi üzerine kurulu muhalefetinin ötesinde bir “halk adamı”yla karşı karşıyadır. Tayyip’e verilen mesaj ise, ‘alternatifin bulundu’ mesajıdır… Kısacası, CHP, yapılan yeni düzenlemeyle dağılmak bir yana daha da güçlenecektir bu süreçte. ABD emperyalizmi, uzunca bir süredir, sol bacağı eksik kalmış bir Türkiye siyasasına yaslanmış, ancak kendini alternatifsiz gören ve zaman zaman ABD’ye rağmen davranabilen, bölgesel ilişkileri ABD’nin çok da hoşuna gitmeyecek biçimde kurmaya çalışan AKP’ye (İran’la imzalanan uranyum takası formülüne ABD çok olumlu yaklaşmamış, meseleyi BM Güvenlik Konseyi’ne götürme kararı almıştır. Ayrıca, Türkiye’nin Rusya ile derinleştirdiği ilişkiler de ABD’nin hiç hoşuna gitmemektedir), burjuva siyasasının sol bacağını protezleterek gerekli mesajı vermiştir…
İkincisi; şayet Türkiye, kendi iç dinamikleriyle bağımsız kararlar alabilen bir ülke olsaydı, analizlerimizi, yalnızca iç siyasaya bakarak yapabilirdik. Ama bütün karar alma mekanizmaları emperyalizme göre ayarlanmış bir ülkede, böylesi bir operasyonun nedenleri de yalnızca iç siyasaya bakarak anlaşılamaz. Yani kimilerinin dediği gibi, bu operasyon iktidarın tezgâhladığı bir şey değildir. Keza, AKP’nin Baykal’ın tasfiyesinden elde edeceği bir kâr da yoktur. Bilakis Baykal’ın iktidarsız muhalefeti her durumda AKP’yi güçlendirmiştir…
Öyleyse analizlerimize, operasyonun iç siyasaya ait aktüel yanını bir kenara bırakarak, emperyalizmin bölgesel planlamaları doğrultusunda yön vermek daha anlamlı olacaktır. Bugün için emperyalizmin en yakıcı bölgesel sorunu İran İslam Devrimi’nin yıkılmasıdır. Peki, Baykal’ın tasfiyesiyle, İran İslam Devrimi’nin yıkılmak istenmesinin ne alakası var denilebilir. Ama biraz dikkatli ve derinlikli düşünüldüğünde çok alakası olduğu görülecektir.
ABD emperyalizmi, İran kalesini yıkmak zorundadır. Çünkü İran’ın mevcut durumu, ABD emperyalizmi açısından daha fazla sürdürülebilir bir durum değil. 1979’da yapılan İslam Devrimi’nden beri İran’ın sergilediği duruş, bölgesel bağlamda bütün dengeleri zorlamaktadır. Emperyalizm, İran’ı kabul edilebilir düzeyde bir ülkeye dönüştürmek zorundadır. Ancak, ABD emperyalizminin bu isteğinin kolayca yol almasının önünde Rus-Alman ittifakı durmaktadır. Bir diğer husus ise, Ortadoğu’da ve genel olarak Avrasya coğrafyasında ABD istediği hızda ilerleyememektedir. Rakipleri, -Alman-Rus ittifakı- bu bölge devletleriyle girdikleri ticari faaliyetlerden kaynaklı nüfuz alanlarını genişletmekte, ABD emperyalizmi sürekli bir gerileme yaşamaktadır. İşlemekte olan statüko sürekli kaybettirmektedir. Aleyhine olan bu dengeyi yeni bir hamleyle aşmaktan başka şansı yoktur ve bu hamle de İran’dan başkası değildir. Rakiplerinin İran’a karşı bir operasyona sürekli karşı çıkması ve diplomatik yolların rakiplerinin bölgesel ilişkilerini güçlendirmesi, ABD’nin uzun süre tahammül gösterebileceği bir durum değil. Zira, Irak ve Afganistan operasyonlarında yaşanılan başarısızlık sonucu, Baker-Hamilton planında yeni durum kodlanmış ve Obama’yla birlikte geliştirilen yeni konsept, ABD’nin rakipleriyle egemenlik paylaşımı esasına dayandırılmıştır. Ne var ki, ABD’nin küresel egemenliğini yeniden tesis etme niyetiyle örtüşmeyen bu durumu uzun süre bu şekilde sürdürmesi de çok fazla olası değil. Yeni bir savaş hamlesiyle durumu lehine çevirmekten başka şansı yoktur.
Baker-Hamilton planının Bush politikalarının terk edilmesi gerektiğini söylemesi, sol kamuoyunda bile, İran sürecinin tersine dönüğü şeklinde algılamalara neden oldu. Oysa en az gündemde kaldığı, askeri seçeneğin en az konuşulduğu zamanlarda bile, gelişmelerin İran sorunuyla bağlantılı olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Irak’taki ABD askeri varlığının azaltılarak, Afganistan’daki NATO gücünün arttırılması, daha önemlisi, Türkiye’nin, bölgesel işbirlikçi Kürt yönetimiyle arasının düzeltilmesi ve içeride kendi Kürdüyle barıştırılması süreci, tersinden bir okumayla İran sürecinin işlediğini ve hızla son raunda girildiğinin işaretleridir. Baker-Hamilton planında, özetle, ABD’nin çok sayıda askeri birliğini Irak’ta tutmasının anlamsız olduğu ve asıl tehlike olan İran’a yönelmek gerektiği söyleniyor. Bir analoji yapılarak, olması kuvvetle muhtemel İran operasyonunun modern zamanların “Çaldıran Seferi” olarak adlandırılması çok doğru ve yerinde bir tespittir. Ve Baykal’a yapılan operasyon da anlamını bu noktada bulmaktadır…
Türkiye kapitalizmi, sermaye birikimi güçsüz bir burjuvaziye sahiptir. Sınıf hareketi de hem örgütlenme düzeyi hem de bilinç düzeyi bakımından zayıftır. Böyle olunca, devletin resmi ideolojisi olan Kemalizmin, Kürt ve İslamcı gerilimleri aşması 80 yıldır mümkün olmamıştır. ABD, Büyük Ortadoğu Projesi’ni işletmeye başladığından beri, İran
engelini aşmak zorunda olduğunun bilincindedir. Ve fakat bunu aşabilmesi için de Türkiye’ye muhtaçtır. Ayrıca İran operasyonunda ihtiyaç duyduğu bölgesel stratejik ve lojistik ittifakları için, Türkiye siyasasını belirleyen bu gerilim alanlarını terbiye ederek bir araya getirmek zorundadır. AKP ile Kemalizmi sınırlamış, İslam’ı ılımlılaştırmış, ancak geri kalan ayakları tesis etmede AKP yetersiz kalmış, istenilen ve beklenilen performansı sergileyememiştir. AKP mevcut yetersizliklerini aşamazsa, geri kalan ayağı Alevi-Kürt bir başkanla CHP eliyle aşmak istemektedir ABD…
CHP, devletin en geleneksel, en biat etmiş kanadı olan Çerkezlerin egemenliğinde bir partidir. Yapılan bu operasyonla, parti içindeki Çerkez kliğe yönelik balans ayarlaması yapılmış, genel başkanlığa Kürt-Alevi bir kişi getirilmiştir. Yavuz Selim’in Çaldıran Seferi’nde yanına aldığı en önemli güç Kürt aşiretleridir. Yavuz o zaman Alevileri kılıçtan geçirmiştir fakat bugün yapılması muhtemel İran seferinde Aleviler kılıçtan geçmeyecek, bilakis kılıçdarın oğlu tarafından sefere dâhil edilmek istenecektir. ABD baştan beri Türk devletine, Kürtleriyle ve Alevileriyle barışmasını telkin etmektedir. Açılımlar, çalıştaylar yapan AKP, hiç de Kürtsever, Alevisever bir parti değildir. Yalnızca verilen görevi yapmak için çırpınan piyondur ve yapabileceklerinin sınırı bu kadardır… Sınırlarını aşamazsa, işi CHP bitirecektir. Eski hassasiyetler yeniden topluma empoze edilecek, ‘modern’ hayatın tesisi için gericiliğe karşı, İran olmamak için laik modern Türkiye savusunu yeniden güçlenecektir. Buna en iyi kanıt, iki ABD başkanının Türkiye’ye ziyaretlerinde yaptıkları Meclis konuşmaları verilebilir. Bush konuşmasında, “Türkiye ılımlı İslam ülkesidir” demişti; Obama konuşmasında, “Türkiye Mustafa Kemal’in izinde, modern laik bir cumhuriyet” demişti. Bush’un Türkiye’si, yerini Obama’nın Türkiye’sine bırakmaktadır. Bir başka kanıt ise, devletin akıl hocalarından faşist Taha Akyol’un söyledikleridir: “Deniz Baykal’ın Radikal’de Murat Yetkin’e, Kılıçdaroğlu’nun itikadı ve etnik kökeni hakkında şüpheler çağrıştıran laflar etmesini hayretle ve esefle karşıladım. Böyle konular üzerinden parti içi siyaset yapmak, genel siyaset yapmak kadar yanlıştır. Kaldı ki, Kılıçdaroğlu’nun Tuncelili olması, Türkiye’de toplumsal ve siyasal entegrasyon için bir avantaj bile olabilir ve olmalıdır. Kılıçdaroğlu’nun kendisi siyasete bu gözle bakmalı, Kılıçdaroğlu’nun siyasette ne işlevi olabileceğini düşünenler de ona bu gözle bakmalıdır. Tuncelili Kılıçdaroğlu’nun Güneydoğu’da CHP’nin oylarını artırırsa fena mı olur? Kılıçdaroğlu’nun İstanbul’da Gürsel Tekin’le (İstanbul il başkanı, o da Alevi-Kürt’tür) birlikte türban ve hatta çarşaf açılımını yapan, üniversitedeki yasağa karşı olduğunu açıkça söyleyen bir politikacıdır. Bu konuda kutuplaşmanın aşılmasına bir katkıda bulunursa fena mı olur?” (Taha Akyol; 18.05.2010, Milliyet)
CHP’nin kongre sonrası yapacağı ilk şey, yeni genel başkanıyla birlikte Doğu ve Güneydoğu gezileri düzenlemek olacaktır. Ve CHP’nin, Kürtlerle ve Alevilerle yeniden barışmasının yolları aranacaktır. Önümüzdeki süreçte, sistem içi sol unsurların CHP’de toplanması (Küskün CHP’liler, Rahşan Ecevit’in partisi) ve hatta yeni kurulan Alevi partisi EDP’nin de CHP’yle birleşme olasılığının yüksek olduğunu belirtmeden geçmeyelim. Şayet yeni CHP genel başkanı, Kürt meselesini Ecevit’in 70’li yıllardan beri diline pelesenk ettiği “feodalite var, sorun ekonomiktir” söylemi üzerinden çözeceğini söylemezse, seçimlerde BDP ile ittifak arayışları bile söz konusu olabilir…
Analizlerimize veri olabilecek bir başka husus da şudur: Dikkatli gözlerden kaçmamıştır; emperyalizm denetlediği alanlarda mevcut tarihsel çelişkileri hep karşıtına çözdürmektedir. Yakın tarihimizden örnekler hafızalarımızda hâlâ canlı: İsrail ile ilk askeri işbirliğini Erbakan yaptırmıştır. Öcalan, devlete, MHP-DSP koalisyonunda teslim edilmiştir ve en fazla asalım diyene astırılmamıştır. Şimdi, İslamcı gerilimin doruk noktası olan üniversite yasaklarının (türban) ve Kürt meselesinin en devletçi ve en geleneksel partiyle çözülmesi kuvvetle muhtemeldir…
Burada dikkate değer bir diğer husus da medyanın bu operasyonda takındığı tavırdır. Fethullahçı medya (Zaman, Taraf), daha ilk günden Baykal’a sahip çıkmıştır ve Baykal’a ilk geçmiş olsun Pensilvanya’dan gelir. Baykal da Pensilvanya’ya ‘samimi’ selamlarını iletmiştir. Baba filmini izleyenler anımsayacaktır; Baba’nın yakınlarından biri vurulur ve kim vurdu tartışması yapılırken, Baba, “hastaneye geçmiş olsuna ilk kim geldiyse, vuran odur” der… Baykal’ın geçmiş olsuna ilke gelene, samimi selamının altında yatan şey, karşısındaki güce biat etmekten başka bir şey değildir. Doğan medya grubu ise, daha ilk gün Baykal’ın istifasını istemiş ve Kılıçdaroğlu’nu desteklemiştir. Anlamlı bir durum… Çelişik gibi duruyor ama hiç de çelişik değil…
Fethullah örgütlenmesi İran operasyonunda ABD’nin en ciddi propaganda mevzii olacaktır. Türk-İslam sentezinin savunucusu bir örgütlenmenin İran’daki Şii iktidarının yıkılması gerektiğini kitleye anlatması ABD’nin işini kolaylaştıracaktır. Bilindiği gibi, Doğan medya grubunun Tayyip ile arası hiç de iyi değildir. ABD geri çektiği Doğan medya grubunu bu süreçte yeniden aktif hale getirmiş ve Baykal’ın geri dönme umudunu daha ilk günden bitirmiştir. Keza Fethullah’ın da özel olarak Tayyip’le arasının iyi olmadığı bilinen bir gerçek. Son gerilimleri, Tayyip’in dershaneleri kapatmak istemesiyle yaşanmış, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik, Tayyip’in bütün ısrarına rağmen, dershaneleri daha da gerekli kılacak şekilde sistemi değiştirerek, SBS sınavlarını her yıla yaymıştır. Ve kellesi gitmiştir. Özel dershaneler Fethullahçı örgütlenmenin can damarıdır. Bu operasyonun ilerleyen günlerde AKP içine yansıması ise, Gül-Arınç ekibinin Tayyip’e karşı egemenliği ele geçirmesi olabilir. Ya da AKP, gerekli atraksiyonları yapamazsa, Özal’ın ANAP’ının dağılması türünden içerisindeki bütün eğilimlerce parçalara ayrılabilir…
Analizimizin temeline koyduğumuz muhtemel İran operasyonuna geri dönecek olursak, ABD’nin Irak tezkeresi sürecinde yaşadığı derin hayal kırıklığını bu kez yaşamak istememesi, bu konuda kötü bir deneyim olan AKP’ye güveninin kalmadığı anlamına da gelmekte yapılan yeni düzenleme… Burada ABD’nin İran teskeresini Sünni İslam’ı savunan AKP ile daha kolay çıkaracağı söylenebilir. Ama durum hiç de öyle değil. Birincisi, Türkiye Aleviliği, İran Şiiliği ile barışık değildir. Irak Şiiliğinin merkezi Kum kenti, Türkiye Aleviliğinin merkezi değildir. Aralarında hiçbir ideolojik bağ yoktur. Bilakis Türkiye Aleviliği, Kemalizmin etkisi altındadır ve ideolojisini oradan alır. Onun en büyük korkusu şeriat ve İslam gericiliğidir. Bu anlamda Alevi bir genel başkanı olan CHP, Alevi kitlesini çok rahat kontrol edebilecektir. İkincisi, esas olarak İslamcı bir tabana yaslanan AKP’nin bir İslam ülkesi olan İran’a yapılacak operasyonu kitlesine anlatabilecek argümanları yoktur. Ve muhtemelen Irak operasyonu öncesi yaşanan tezkere krizi İran’da da yaşanacaktır. Anadolu’da bir laf vardır, “eşek düştüğü çukura bir daha düşmez,” derler. ABD, düştüğü çukura bir daha düşmeyecek kadar eşektir. AKP’ye olan güvensizlikleri çok önce açığa çıkmıştı fakat Cüneyt Zapsu’nun “sifonu çekmek için erken, hala faydalanabilirsiniz” demesi üzerine sifon çekilmemiştir. Baykal’a yapılan oper
asyon Tayyip’e sifonun çekilmek üzere olduğunun tebligatıdır… Tayyip bunu fark etmiş ve toplumun hassasiyetleriyle oynayarak, “eşini aldatanları mağdur kabul edemeyiz” demiştir. En iyi yaptığı şeyi yapıp, belden aşağı vurarak halkın duygularına oynamaktadır, fakat sifonun çekildiğinin farkındadır ve Rusya ile ilişkileri derinleştirecek olan nükleer santral işini bağlaması, ABD’ye verilmiş bir cevaptır…
Yapmış olduğumuz bu analizler, hayatta karşılığını bulur mu onu da yaşayıp göreceğiz… Özetleyecek olursak:
1. Baykal’ın pornografik yöntemlerle tasfiyesi, burjuva siyasal alanın yeniden düzenlenmesi için siyasetçilere verilen bir mesajdır.
2. Bu operasyonla CHP dağılmayacaktır, bilakis güçlenecektir. Yeni CHP, hem Alevileri hem de Kürtleri yeniden sisteme eklemlemeyi deneyecektir. AKP’ye gerekli mesaj verilmiştir: Başlattığı ve yürütemediği açılımları bir refleks göstererek sonuca vardıramazsa, CHP ile yola devam edeceklerinin beyanıdır bu operasyon…
3. Emperyalizmin yeniden paylaşım konjonktüründe bulunmaktayız ve yeniden paylaşımın ana karakteri savaştır. ABD, Irak ve Afganistan’da dizleri üzerine çökmüş, egemenliğini rakipleriyle paylaşmak durumunda kalmıştır. Verili durum, ABD’ye kaybettirmektedir. Aleyhine derinleşen bu süreci tersine çevirmesi için, yeni savaş cepheleri açmak durumundadır ve modern zamanların ‘Çaldıran Seferi’ne mahkûmdur.
4. Bu sefere, gerek İsrail’in bekası, gerekse küresel hegemonya açısından en çok ihtiyaç duyduğu ittifakla çıkmak istemektedir: Yavuz Selim’in Kürt-Türk ittifakının yanına Alevileri de eklemek istemektedir.
5. İdeolojik arka planı Türk-İslam sentezine dayanan Fethullahçı örgütlenmenin medya desteğiyle, Alevi-Kürt bir kişinin başbakanlık ettiği bir hükümetin İran’a karşı toplumsal manipülasyonu çok daha rahat yapacağı ortada.
6. Önümüzdeki süreç, iç siyasanın daha da sertleşeceği, militarize olacağı ve ordunun eski etki alanına doğru çekileceği bir süreç olabilir. Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un yüksek rütbeli komutanların ve muvazzaf subayların tutuklanmaları üzerine sorulan bir soruya, “Göreceksiniz TSK bu süreçten güçlenerek çıkacaktır.” demesi manidardır…
7. Ergenekon vs. türü operasyonlar sınırına dayanmıştır. Gerekli temizlikler yapılmıştır. ABD’nin Türk ordusundan vazgeçeceğini düşünmek en iyi ihtimalle liboşların safdillikleriyle açıklanabilir. Askeri gücü olmayan bir Türkiye ABD için anlamsızdır. Ergenekon’a yol veren ABD’nin ordudan vazgeçtiğini ve sadece Türk siyaset adamlarına güvendiğini düşünenler, ne emperyalizmi ne de emperyalizmin Türk devletiyle kurduğu ilişkiyi anlamaktan uzak olanlardır.
8. AKP ve Tayyip, sifonun çekilmesi olasılığına karşı, bir eksen kayması yaşayabilir. Giderek AB-Rusya ekseninde pozisyon alma olasılığı dâhilindedir…
9. AKP ve Tayyip için sifonun ne zaman çekileceği ise, terbiye olmuş AKP’nin göstereceği hizmetlere bağlıdır. Alternatif üretilmiştir ve ABD emperyalizmi istediği an sifonu çekecek rahatlığa kavuşmuştur…
Sonuç olarak:
AKP iktidarının uzun süreden beri sürdürdüğü ne şiş yansın ne kebap statükoculuğu ve zaman zaman ABD’nin hoşuna gitmeyen davranışları artık ABD açısından can sıkıntısı verecek düzeydedir. Devletin verili statükoculuğuna yaslanan, onunla neredeyse uzlaşan Türkiye solunun statükocu yaklaşımı da artık anlamını yitirmiştir. Kıyametin ateşleri henüz etimizi yakmasa da dumanlar genzimizi yakmaktadır. Bu süreci en dikkatli izleyen ise Kürt hareketidir. Öcalan, gelişen süreci görmüş, “Üçüncü stratejik dönem bitti, dördüncü stratejik dönem başlamıştır” diyerek, hareketine 31 Mayıs’ı tarih olarak vermiş, orta düzeyde bir savaşın yaklaştığını, buna uygun konumlanmayı yapmaları gerektiği uyarısı yapmıştır. Muhtemel İran operasyonunda TC’ye verilecek en önemli garanti, PKK’nin tasfiye edilmesi olacaktır. Emperyalizmin bölgesel planlamalarına muhalefet etmek mi? Yalnızca mecliste değil, tasfiye sürecini gören PKK’nin, gerilla eylemlerine yeniden hız vermesine ve Kürt illerinin sokaklarına bakmak yeterlidir. Süreci ‘adam gibi’ göğüsleyebilecek tek muhalefet hareketi, Kürt hareketidir…
Burada bir yanılgıyı düzeltmek gerek: ABD’nin İran’a karşı PJAK örgütlenmesine yol vermesinden hareketle PKK’nin tasfiye edilmek istenmediği sonucu çıkarılmasın. ABD, Irak’taki PKK varlığından nasıl rahatsızsa, İran kalesini yıktıktan sonra, İran’daki PJAK varlığından da o derece rahatsız olacaktır. ABD’nin Türkiye’yi Kürtlerle barıştırmak istemesi, cephe gerisini problemsiz hale getirip, zaman ve enerji kazanmak istemesindendir. PKK’nin ve Türkiye Kürtlerinin politik tasfiyeleri için harcanacak zaman ve enerji sürecin uzamasına neden olabilir. Keza, PKK’nin, savaşı Türkiye metropollerine taşıma olasılığı bile Türkiye’nin güçten düşmesine neden olacak ve Türkiye’nin, ABD’nin bölgesel planlamalarına gerekli desteği vermesine engel olacaktır… Gözden kaçırılmaması gereken çok önemli bir husus da, Öcalan’ın ABD’nin PKK’nin tasfiyesine yol vermesi durumunda, PKK için başka ittifak noktalarının (Alman-Rus ekseni) olduğunu söylemesidir. Bölgesel bağlamda güç dengeleri, muhtemel İran operasyonunda yeniden kurulabilir…
Peki ya Türkiye solu? Osmanlı ordusu İstanbul surlarını topçu ateşiyle döverken bile, meleklerin cinsiyeti üzerine tartışmalar yapan Bizans soylularından farksız tartışmalar ve zevk-i sefa içerisindedir. İçine girdiği statükoculuğun esiri olmuştur. Yaklaşan kıyameti görmezden gelmektedir. Üçüncü köprüye karşı basın açıklamaları düzenlemeyi politik faaliyet için yeterli görmektedir. Kendi güçsüzlüğünü ve eylemsizliğini, “ABD İran’a saldıramaz” lafızlarıyla örtme gayretleri içersindedir. ABD İran’a saldırdığında ise, geleneksel modernist düşünce yapısıyla, eylemsizliğini sürdürecek ve İran’daki ‘şeriat’ın yıkılmasını biraz da keyifle izleyecektir…
Oysa Türkiye devrimci hareketi, gündelik pratiğin yorgun eylemcisi olmaktan tez vakitte kurtulmalıdır. Politika yapma momentlerini kaçırmamalıdır. İçinden geçilen sürecin kaçınılmaz kıldığı görevlerini, tren kaçtıktan sonra fark etmek yerine, hem bölge devrimimizin hem de kendi gerçekliğinin bilincine vararak şimdiden görmeyi ve ona uygun konumlanmayı becermelidir. Tarihsel maddeciliğin yol göstericiliğinde yolunu aydınlatmalıdır. Ve artık yapmaktan ısrarla kaçındığı özeleştirisini yapmalıdır… Bütün hazırlıklar, henüz ortada bir şey yok denilmeden, bölgesel bir savaşa göre yapılmalıdır; çünkü Türkiye solu, emperyalizmin bölgesel yeniden düzenleme ve bölgesel güçlerin tasfiyesi sürecinden azade değildir…
Not: İsrail’in Gazze’ye yardım götüren gemilere yaptığı saldırıya Fethullah Gülen’in yaptığı “izin alınmalıydı, böyle yapılarak otoriteye başkaldırmış olursunuz” açıklaması, bu yazıyı daha da anlamlı kıldığı için yayınlama gereği duydum. Fethullah Cemaatinin Tayyip Erdoğan’a karşı duruşu daha da netleşmiş gibi… ABD-İsrail, AKP’nin ipini çekmiş görünüyor… Yaşayıp görelim neler olacak….