“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim, Akarsuyun, meyve çağında ağacın, Serpilip gelişen hayatın düşmanı…” Büyük şair Nazım Hikmet nasıl kısa ve öz anlatmış sizi… Göbeğimiz anamızdan koparıldığı gün aslında göbeğinden emperyalizme bağlı bir dünyaya attık ilk çığlığımızı. Aklıselim yıllarda vurunca yüzünüze ihanetinizi, sevmediniz bizi. Ama sevmediğiniz ot burnunuzun dibinde bitecekti… Biz tekerinize çomak soktukça, siz yok ettiniz… […]
“Onlar ümidin düşmanıdır sevgilim,
Akarsuyun, meyve çağında ağacın,
Serpilip gelişen hayatın düşmanı…”
Büyük şair Nazım Hikmet nasıl kısa ve öz anlatmış sizi…
Göbeğimiz anamızdan koparıldığı gün aslında göbeğinden emperyalizme bağlı bir dünyaya attık ilk çığlığımızı.
Aklıselim yıllarda vurunca yüzünüze ihanetinizi, sevmediniz bizi.
Ama sevmediğiniz ot burnunuzun dibinde bitecekti…
Biz tekerinize çomak soktukça, siz yok ettiniz…
HES’ler ve Rantınız…
Doymadınız bizi tüketmeye, yaşam alanlarımıza, yeşilimize, ağacımıza, derelerimize diktiniz gözünüzü.
“Ülkenin enerjiye ihtiyacı var” dediniz, dışa bağımlılığı azaltacağız teranesiyle ve doğada yaratılacak yıkımı göz ardı ederek
En kısa sürede enerji üretmeyi planladınız. “HES yani hidroelektrik santralleri çözümdür” dediniz.
Şaşırmadık…
Yaşamın sürdürülebilirliği için can damarı olan suyu ticari mal haline getirdiniz. Suyumuzdan gelir etmeye kalktınız.
“Suyun piyasalaştırılmasına hayır!”, “Su haktır, satılamaz!” dedik.
Gönlünüzden geçen firmalara adeta yangından mal kaçırırcasına yüzlerce nehir tipi HES projesi için izin verdiniz.
Yöre halkına ya da yetkili kurumlara bile danışmadan lisanslar dağıttınız.
Yapılacak yolların, kazılacak tünellerin, ormanları, o ormanlarda doğal yaşamlarını sürdüren hayvanları ve bitkileri nasıl tahrip edeceğini düşünmediniz.
“Vadilerimize HES’leri sokmayacağız!” dedik.
Nehirlerin akış miktarını bozacak HES’lerinizin, nehirlerdeki canlıların, göç ve yavrulama zamanlarını değiştireceğini hatta göç sırasında heba olacaklarını bilmek rahatsız bile etmedi sizi.
Sel ve erozyonun getireceği toprak kaybıyla ise zerre kadar ilgilenmediniz.
Ama biz; “Dereler Özgür Akacak!” dedik.
HES sarmalı altındaydı Karadeniz.
20. yüzyılın en büyük nükleer faciası Çernobil’in faturasını kansere verdiği canlarla ödemişti oysaki.
Yeni bir bedel ödemeyecekti…
İkizdere oldu, Çamlıhemşin Fırtına, Çayeli Senoz, Fındıklı, Borçka, Aslan dere oldu.
Tüm yurda yayıldı. Kastamonu, Bursa, İzmir, Muğla, Erzurum, İstanbul, Ankara oldu.
İnsanca yaşam hakkını yok saydığınız, ağacını, deresini, balığını kurban ettikleriniz karşınızdaydı.
Artvin’in en yüksek dağı, Karcal’ın zirvesine “Borçka dereleri özgür akacak” yazılıyordu.
Davalar açılıyordu ardı ardına, güzel haberler geliyordu mahkemelerden.
Sevmediğiniz ot burnunuzun dibindeydi işte!
Rant arayışlarınız hız kesmeden sürüyordu…
Bu kez 3. Rant Köprüsü!
HES saldırısı sürerken bu kez yedi tepeli İstanbul’u tehdide başladınız.
3. boğaz köprüsünü de kapsayan Kuzey Marmara Otoyolu projesini müjdelediniz.
Garipçe ve Poyrazköy arasına inşa edeceğiniz köprünün trafik sorununu çözeceğini söylediniz.
Daha önce yapılan iki köprünün kent çevresindeki doğal alanları nasıl tahrip ettiğini bildiğiniz halde 3. bir köprüyü “sorun çözücü” olarak lanse etmenize
şaşmamak gerek. Bu da planlı bir rant paylaşım hareketiniz.
Kentin kuzey kesiminin yapılacak bu rant köprüsü ile yeni yerleşim alanları yaratacağı ve en önemlisi de o bölgedeki mevcut orman alanlarını ve su havzalarını tahrip edeceğini görmezden geliyorsunuz.
Ulaşıma çare gördüğünüz ve 3. köprüyü de içine alan bir ulaşım master planınız var mı?
Kim bilir hangi yandaşınıza peşkeş çekeceksiniz bu alanları?
Yoksa memlekette yarattığınız ekonomik darboğazı İstanbul’dan gelecek rantla mı çözeceksiniz?
Size karşı duranlara “Çakılı kazığı bile olmayanlar”, “İstemezükçüler” diyorsunuz bir de utanmadan.
Oysa Taksim ayak diriyordu size.
Bu kez 3. Köprü Yerine Yaşam Platformu “Kuzey ormanlarını halk dikti, AKP’ye yağmalatmayacağız, 3. köprüyü yaptırmayacağız” pankartıyla yürüyüşe geçiyordu.
Çoluk çocuk, genç yaşlı, erkek kadın 3. rant köprüsünün yapımı sırasında bir çok evin yıkılacağını ve böylelikle halkın barınma hakkının elinden alacağını biliyordu. “Ormanıma, suyuma, mahalleme dokunma!” diye haykırıyordu.
Duymuyor, görmüyor ama biliyordunuz:
Sevmediğiniz ot burnunuzun dibinde bitmişti yine!
Hem de serpilip gelişen hayata tutunarak…